- 358 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İZ BIRAKAN KADINLAR (4) SUAT DERVİŞ
...........
İnce küçük çeneleri, kocaman gözleriyle,
Anamız, avradımız, yarimiz
Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen,
Ve soframızdaki yeri
Öküzümüzden sonra gelen
............
Nazım Hikmet’in Anadolu’nun sıra dışı insanlarını ele alıp ölümsüzleştirdiği Kuva-yi Milliye Destanı, kadının yerini betimlemesi açısından son derece önemli bir yere sahip. Yüzyıllardır erkekle beraber yürüyen kadının erkek gözüyle nerede durduğuna da değindiği bu destan yayımlandığında, İstanbul’da bir kadın, hayal kırıklıkları ve vatana, sevdiklerine hasretle geçmiş hayatının var olma mücadelesini veriyordu.
O kadın pek çok kimsenin yüksek sesle söyleyemeyeceği konuları haykıracak, kendince doğru söylediği ilkelerin peşinde, hapishaneyi, gurbeti ve özlemi tadacaktı.
Suat Derviş, Osmanlı İmparatorluğu’nun hüzünlü son döneminden, Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllara, darbeler ve siyasal soruşturmalarla geçen yıllardan tek partili döneme kadar uzanan bir tarihin sayfalarından kadın ve düşünce insanı olarak karşımıza çıkıyor. Hayatı boyunca pek çok ilkede imza atan bu kadın, tanınmış bir ailenin kızı olarak Çamlıca’da bir köşkte dünyaya geldi. Asıl adı Hatice Saadet Boraner’dir. Darülfunun kurucularından Müşir Derviş Paşa’nın torunu, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görevli Dr. İsmail Derviş ve Sultan Abdülaziz’in Mızıka-yı Hümayun Orkestrası Şefi Kamil Bey’in kızı Hesna Hanım’ın kızıdır.
Aydın bir aileden gelen Derviş’in eğitimine yıllar boyu özen gösterilmiş, mürebbiyelerle büyümüş, Fransızca ve Almanca öğrenmiştir. Kadının dışarıda kendini pek de fazla göstermediği yıllarda o, Babıali’nin yolunu tutacak, inandığı doğruları uğruna göz yaşı dökmeye razı olacaktır.
Hezeyan adlı şiirini Nazım Hikmet’in ondan habersiz Alemdar Gazetesi’nde yayınlatmasının ardından, edebiyat dünyası bu gencecik kızın adından haberdar olur. Suat Derviş’in pek de hoşuna gitmeyen bu olayı Hikmet ’’Gölgesi’’ adlı şiirinde, ’’Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım, dedim...Yola mağrur uzanan gölgesini çiğnedim’’ dizeleriyle açıklayacaktır. Bu olaydan iki yıl sonra ilk romanı Kara Kitap, 1921 yılında basılır. Alemdar Gazetesi’nde çalıştığı yıllarda Avrupa’ya giden ilk kadın gazeteci olacaktır. Bir süre sonra İkdam Gazetesi’ne geçecek, orada yine bir ilki başararak gazetesinin kadın sayfasını oluşturacaktır. Dil bildiği için, Boğazlar sorununun görüldüğü Montrö Konferansı’na gidecek, ayrıca Lozan Konferansı’nı da izleyecektir. Almanya’da üç yıl boyunca edebiyat eğitimi alacak ancak Hitler’in başa geçmesiyle yurda dönecektir.
Kara Kitap’ın ardından yine 20’li yıllarda Hiçbiri, Ne Bir Ses Ne Bir Nefes, Buhran Gecesi, Fatma’nın Günahı, Gönül Gibi ve Emine romanlarını çeşitli gazetelerde tefrika eder. İlk yıllarında üst tabakadan insanları betimlediği eserleri, ilerleyen yıllarda sol görüşünün de etkisiyle kadın ve erkek ekseninde toplum baskısı ve sınıf farklılıklarından izler taşıyan konulardan oluşur.
Almanya’dan döndükten sonra, Son Posta, Cumhuriyet, Tan, Haber, Son Telgraf gibi gazetelerde tefrikaları ve röportajları yayınlanır. Otuzlu yılların sonunda yükselen faşizme karşı görüşlerini bildirir, bu nedenle yıllarca gerçek ismi yerine, Emine Hatip, Saadet Hatip, Suret Dali gibi takma adlar kullanmak zorunda kalır. 1940 yılında on beş günde bir yayınlanan sanat-edebiyat dergisi Yeni. Edebiyat’ı çıkarmaya başlar. Abidin Dino, Sabahattin Ali, Attila İlhan gibi genç yazarlara kadrosunda yer verir. Derviş, dile getirdiği görüşler nedeniyle bazı çevrelerin dikkatini çekmeye başlar. Dergi aynı zamanda TKP’nin bir yayın organı olarak algılanır ve kısa süre sonra kapatılır.
1941’de üç başarısız evliliğinin ardından, dördüncüsünü Türkiye Komünist Partisi Teşkilat Sekreteri Reşat Fuat Boronerle gerçekleştirir. ’’Neden Sovyetler Birliği’nin Dostuyum’’ adlı yazısı 1944 ’te yayınlandığında ise, Derviş için kovuşturma dava ve sürgün hayatı başlamış olacaktır...Gazeteci olarak iş bulamaz ve eserlerini yayınlatamaz duruma gelir. Bu zorlu hayat ve eşinin davaları nedeniyle tekrar gurbete doğru yol alır. Bu kez adres Fransa ve İsveç olacaktır. Eserlerini orada yayınlatmaya başlar. İlk kez bir Türk romanının Fransa’da basılmasına vesile olacak ’’Ankara Mahpusu’’ adlı eseri 1957 yılında yayınlanır. Yine o yıllarda pek çok gergilerde de romanları ve öyküleri yer alır, eserleri bir kaç dile çevrilir.
On yıllık ayrılığın ardından yurda döndüğünde, sene 1963’tür. Ünlü romanı Fosforlu Cevriye’nin sinemalarda gösterimi vardır. Neriman Köksal’lı kabadayı kadın modelini başlatacak olan güzel Cevriye, günümüze değin filmiyle romanıyla çok konuşulan eserler arasında yer alacaktır. Suat Derviş ise yine, sanatla ve siyasetle ilgili çalışmaların içinde bulur kendini. 1968 yılında çok sevdiği eşi Reşat kendisini yalnız bırakarak bu dünyadan ayrılır. Türkiye’de feminizmin öncülerinden sayılan Suat Derviş, 23 Temmuz 1972’de aramızdan ayrılmıştır. Büyük bir dirençle tutunduğu yazılarıyla, kendi gerçekliğini dile getirmeye çalıştığı romanları ve makaleleriyle bir dönemin unutulmaz isimleri arasındadır
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.