- 1161 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAHRAMAN OLGAÇ VE ADANA
Onu ilk gördüğüm yer Fatih Kıraathanesiydi. O zamanlar ben satranç camiasının içine girmiş değildim. Zamanla bu da oldu. Ondan sonra yavaş yavaş onunla tanışıklığımız başladı. Taraça’ya geçtikten sonra, konuşmalarımız daha da arttı. Ama özellikle turnuvalarda onunla çokça sohbet etmişliğim vardır. Hele Adana’da yapılan Atatürk Satranç Festivalinde bu görüşmelerimiz daha çok olmaya başladı.
Kahraman Olgaç, benim gerçek adımı bilmez. O, beni Adanalı “Mecmuacı” olarak bilir ve öyle seslenirdi ( O birçok kişiye böyle adlar takardı). Yanına gittiğimde her zaman bana “Adana’da ne var ne yok Mecmuacı?”derdi. “Mecmuacı” demesinin nedeni benim Adana’da edebiyat dergisi çıkarmamdı. ( Bu dergiyi dört arkadaş çıkarıyorduk. Çıkardığımız derginin adı: “Aykırısanat”. Bu derginin birkaç sayısı Federasyon kütüphanesindedir.)
Çıkan hemen her sayıyı Ankara’ya geldiğimde Kahraman Hocama getirirdim. Getirdiğim dergilerdeki yazıları okur ve yorum yapardı. Hele Adana ile ilgili bir yazı varsa, onu ayrı bir gözle okurdu. Sonra da Adana ile ilgili anılarını anlatmaya başlardı.
Bir araya geldiğimizde daha hal hatır sormadan, Adana’yı sorardı. Adana’yı bu kadar çok severdi. İnsanın içinde, doğup büyüdüğü, çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği yere karşı, her zaman bir özlem vardır. Hele, bir de bu yılları mutlu geçirmişse ve o yerden de çeşitli nedenlerle uzak kalmak zorunda kalmışsa, işte o zaman, içinde oraya çok büyük bir hasret meydana gelir. İşte, Kahraman Hoca’da bu vardı. Evinin bir odasını kütüphane yapması, burasına ad koyması bir yana; buna “Adana” demesi ise bir başka yana. İşte, onun bu, Adana’ya karşı olan özleminin ne kadar büyük olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Kahraman Olgaç’ın beni görünce sorduğu sorunun ikincisi ise şuydu: “Mecmuacı, benim tabelam yerinde mi? Başına bir şey gelmesin de.” Adana’da Seyhan Belediyesine ait bir gençlik merkezinde satranç salonunun adı “Seyhan Belediyesi Kahraman Olgaç Satranç Merkezi”dir. İşte, salonun girişine duvara monte edilen bu tabelayı sorardı Kahraman Olgaç. Ben de “Merak etme, bir şey olmaz. Ben her gün oradayım. Kimse bir şey yapamaz.”diye cevap verirdim. Kahraman Olgaç’ı heyecanlandıran tesisteki salona adının verilişi gününü Kahraman Olgaç asla unutmadı. O gün onun için çok önemliydi: “Bilmem daha önce yazdım mı benim kulaklarım biraz ağır işitir. Yaşlılıktan gelen bir zafiyet. Ama benden söz edilince bütün dikkatimi toplar, söylenen bir kelimeyi bile kaçırmam.”Bu büyük tesiste en hareketli mekan satranç salonudur. Sayın onursal Başkanımız Kahraman Olgaç ağabeyimiz bir Adana’lı. Açılış töreninden beri birlikteyiz. Bu merkeze ağabeyimizin, Kahraman Olgaç’ın adını veriyoruz.” Hayatımda gördüğüm en büyük onur. Bütün içimi bir mutluluk dalgası kapladı. Duydum ki, bu gün sitede de gördüm, Başkan Öztürk tabelayı da asmış. Vay gadasını aldığım, ellerine sağlık.”
“Ölecek miyim ki ne? Havalarda uçuyorum. Gözlerimi açtım. Sağımda Başkanımız, solumda kırk yıllık dostum Cem Pekün oturuyor. Beni tebrik ediyorlar. Tahsin Aktar uzaktan gülümsüyor. Bana ufacık bir ipucu vermedi. Alacağı olsun. Evet uzatmaları oynuyorum. “Herhalde bu son” dedim ama yine yanılmışım. Yaşıyorum.” (TSF-KAHRAMANCA -Adana’nın Yolları Taştan-2 15.01.2007) ( Kahraman Olgaç’ın ölümünden on beş gün sonra, Kahraman Hoca’nın adının yazılı olduğu bu tabela, yeni kurulan belediye tarafından kaldırıldı. Eskiden Seyhan Belediyesine ait olan bu yer, şimdi Çukurova Belediyesi ait. Çukurova Belediyesi yerine yenisini koyacağını söyledi ve bir süre sonra da 29 Ekim 2009 tarihinde koydu. Tabi bu TSF’nin katkılarıyla oldu. Merkezin yeni adı da şöyle oldu:” Çukurova Belediyesi Kahraman Olgaç Satranç Merkezi.” Bu durum sanki Kahraman Hocanın içine doğmuştu.)
Yine Kahraman Olgaç, bana zaman zaman “gıındırık, taka” gibi Adana ağzına özgü sözcükler sorardı. Tabi bu sözcüklerin çoğu bu gün artık hiç kullanılmıyor; kimileri ise tek tük kullanılıyor. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Adana’da da yerel sözcükler her geçen gün hızla yok olmaktadır. Hiç unutmam, 2006 Temmuz’unda Konya’da ulusal hakem olmak için girdiğim sınavın mülakat bölümünde, o da vardı. Sınavın bitimine doğru, bu kez Kahraman Hocam soru sormaya başladı. Ama bunlar satrançla ilgili sorular değildi. Adana ve ağzı ile ilgiliydi. Ben hocama bilgi verdikçe, o daha çok soruyordu. Kısaca Adana’ya karşı o kadar çok özlemi vardı ki, anlatmakla bitmez.
O Adana’nın yemeklerini de çok severdi. Bunlardan özellikle “analı kızlı” adlı yemeği çok severdi. Adana’ya her geldiğinde de bu yemekten yemek isterdi. 2007 yılında Adana’ya geldiğinde, bir akşam yeğenlerine uğramıştı. Ertesi günü, yeğenlerinde yediği “analı kızlı” yemeğini öve öve bitiremiyordu. Yine Hoca, çocukluğunda yediği ve asla unutamadığı “lepe” yemeğini de özlerdi. Adana’ya geldiğinde bir defasında da kelle-paçacıya gidilmiş. Orada paçacıya bir ‘paça’ tarifi söylemiş. Az sonra özel olarak gelen o paçayı afiyetçe içmiş. Orada bulunan herkes merak etmiş, nasıl bir paça bu diye. Meğerse, bu paça kalorisi en yüksek olanıymış. Tabi oradakiler, Kahraman Hoca için çok korkmuşlar. Bu yaşta bu paça (çürükten biraz daha ağır olanı) ona çok ağır gelirdi. Yine Adana’ya özgü şalgam suyunu, halka tatlıyı da severdi. Atatürk Satranç Festivali kasım ayında yapıldığı için, o tarihlerde yetişen “hambalis” adlı meyveyi de severdi.
Kahraman Olgaç, 1 Mart 1923 yılında Adana’da doğdu. Sekiz kardeştiler. “Onun sekiz çocuğundan biri olmakla gurur duyuyorum.”( TSF- KAHRAMANCA- Adana’nın Yolları Taştan… 15.01.2007) Evde on kişi yaşıyordu. Evlerine gelince: Adana’nın Yağcamii adıyla bilinen tarihi cami ile Taş Mağaza’nın arasından Ayakkabıcılar çarşısına geçilen bir yol vardır. Bu yolu geçtikten sonra yolun sağında ve aynı zamanda Yağcami’nin arkasına denk gelen kısmında küçük bir park vardır. Parkın üç tarafı açıktır, ama dördüncü taraf uzunlamasına boydan boya yüksek bir duvarla çevrilidir. Bu duvar 29 Ekim İlköğretim okuluna aittir. İşte Kahraman Olgaç’ın çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği baba evi, bu okulun arkasındadır. Bu mahallenin adı Ali Dede Mahallesidir. Kahraman Olgaç çocukluk ve gençlik yıllarında, bu Ali Dede Mahallesi ile bu mahallenin çevresindeki diğer yerleşim yerleri olan Taşköprü, Büyüksaat, Küçüksaat, Hurmalı Mahallesi ve İstiklal Mahallesi gibi yerlerde yaşadı. İstiklal Mahallesinde bulunan Erkek Lisesini bitirene kadar da Adana’dan hiç ayrılmadı.
Adana’nın 5 Ocak 1922’de düşmandan kurtarılmasından sonra, Büyüksaat ile Ulucami minaresi arasına bir Türk bayrağı asıldı. Daha sonraki yıllarda da bu bayrak asma olayı, geleneksel olarak devam etti. Büyüksaat ile Ulucami minaresi arasına asılan bu ilk Türk bayrağını diken terzilerden biri de ( 5 Ocak 1922’de Fransızlar Adana’dan çekilince halk bir Türk Bayrağı asmak istemiş, ama hiç kimsede Türk Bayrağı olmadığından asamamışlardı. Bunun üzerine Rıdvanzade ailesi bayrak dikimi için öncülük etmiş, evlerine topladıkları terzilere bir Türk Bayrak diktirmişlerdi.), Kahraman Olgaç’ın babası Terzi Mehmet Nuri Efendi’ydi. Terzi Mehmet Efendi, bu bayrağı diktikten hemen sonra da terzihanesine “Ayyıldız terzihanesi” adını vermiştir. Kahraman Hoca, babasının bu bayrak dikme olayını böyle anlatırdı. “5 kanunsani(ocak) Adana’nın kurtuluş törenlerinde Ulu Cami ile Saat Kulesi arasına büyük bir Türk Bayrağı asılır. O bayrağı diken Terzi Mehmet Nuri Efendi’yi rahmetle anıyorum. .”( TSF- KAHRAMANCA- Adana’nın Yolları Taştan… 15.01.2007)
Benimle konuşmalarında babası Terzi Mehmet’ten, evlerinden, Adana’dan söz ederdi. Bu anıları daha çok çocukluk ve gençlik yıllarına aitti. Çocukluğunda çok yaramazmış. Bunun yanı sıra muzip bir yönü de varmış. Mesela, komşuları olan Kör Zehra Bacı adında bir kadın varmış. Bu Kör Zehra Bacı ile Kahraman hocanın evleri birbirine çok yakınmış. Kahraman Hoca’nın ağabeyi köyden eve gelirken et getirmiş, anası da bu etle içli köfte yapmış. Yemek zamanına doğru anası, Kahraman Hoca’ya, komşuları Kör Zehra Bacı’ya seslenmesini, içli köfte yaptığını söylemesini istemiş. Ama bunu yarım ağızla söylemesini de tembih etmiş. Kahraman Hoca da komşularına seslenecek de, nasıl yapsın bunu. Sora düşünmüş; anasının tembihini yerine getirmek için eliyle ağzının bir tarafını kapatmış da, öylece seslenmiş: “Kör Zehra Bacı, Kör Zehra Bacı!..” Herkes Zehra Bacı’nın arkasından böyle seslenirmiş, ama yüzüne karşı sadece Zehra Bacı derlermiş. Kör Zehra Bacı, Kahraman Hoca’nın böyle seslenmesine kızmış: “ Ne var ulan?”demiş kızgın kızgın. Kahraman Hoca da durumu anlatmış: “Anam yemeğe çağırıyor.”demiş. Kör Zehra Bacı, Kahraman Hoca’nın bir eliyle ağzını yarısını kapattığını görünce, “Ne o lan! Dişin mi ağrıyor yoksa? Elinle ağzını kapatmışsın.” “Yok!” demiş sadece. Tabii, anasının “yarım ağızla” seslenmesini söylediği için, ağzının yarısını böyle kapattığını söyleyecek değildi ya. Kör Zehra Bacı da “Tamam, geliyorum.”demiş kızgın kızgın, ama davet edildiği için de memnun.
Bazen de şaka yapardı. Ağabeyi öldüğünde doksan yaşın üzerindeydi. Kendisi de onun gibi doksanı geçeceğini söylerdi. Gerçi doksanı geçmediyse de doksana yaklaştı.
Kahraman Olgaç’ın bir başka yönü de şiire olan merakıydı. Çok fazla şiiri ezbere bilir, yeri geldiğinde de ezbere okumaktan keyif alırdı. Ayrıca kendisi de şiir yazardı. Kimi düzyazılarında zaman zaman kendi şiirlerine de yer verirdi. Ben, hem edebiyat öğretmeni, hem de yazar ve şair olmam nedeniyle edebiyat dünyasının içinde o kadar çok bulunmama rağmen, üç beş şiir hariç, ezbere şiir bilmem. İster konuşmalarında olsun, ister satrançla ilgili yazdığı yazılarında olsun; zaman zaman onun şiire yer verdiğini görürdüm. Kendisi de gençlik yıllarından beri şiir yazardı. Adana Erkek lisesinde okurken, edebiyat dersine giren hocası Arif Nihat Asya’dan söz ederdi. Arif Nihat Asya’nın şiirlerini (Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor) ezbere okurdu. Meslek hayatına atıldıktan sonra, Arif Nihat Asya ile arkadaş olmuşlardı. Zaman zaman Arif Nihat Asya’yı derste nasıl kızdırdıklarından söz ederdi. Bunların içinde Arif Nihat Asya’yı en çok kızdıranlardan birinin de (daha doğrusu muziplik yapanlardan biri) kendisi olduğunu söylerdi. Yine birkaç defa hocasının jantsız bisikletinden de söz etmişti. Bir gün Arif Nihat Hocası için hiciv türünde bir şiir yazmış ve bunu sınıfta okumuş, tüm arkadaşları da onu alkışlamıştı.
Kahraman Olgaç, 2007 yılında Atatürk Satranç Festivali için Adana’ya geldiğinde, ona yazılı olarak cevaplaması için birtakım sorular sordum. Verdiği kâğıttaki soruları akşam değerlendireceğini söyledi. Ertesi gün geldiğinde “Oğlum, sen bu yaştan sonra beni içeri mi attıracaksın?”dedi. Böyle söylemekte belki haklıydı. Çünkü bana dayısının Adana’daki sosyalist hareketler içinde yer alışıyla ve dayısının Orhan Kemal’le olan arkadaşlığından söz ederdi. Ben de bu anlattıklarını yazılı olarak anlatmasını istemiştim. Diğer sorular için “Bazı sorulara cevap verebilirdim, ama bu yaşta benim yazmam zor oluyor.”dedi. Sonra bu konu öylece kaldı. Cevap verebileceği sorularımın bazıları şunlardı: “1.Satrancın 2007 yılı itibariyle Türkiye’de geldiği yerden memnun musunuz? 2.Satrançta daha ileri gitmek için neler yapılabilir? 3.Sizin Federasyon Başkanlığı yaptığınız dönemde yapmak isteyip de yapamadığınız, içinizde ukde olarak bir şey var mı? 4.Yaşam öykünüze baktığımız zaman siyasetten hep uzak durmaya çalıştınız. Bunun bir nedeni var mı?”
Satrancın Türkiye’deki gelişmesini gördükçe bundan gurur duyuyordu. Aynı zamanda kendisi de satranççılardan gördüğü ilgi ve sevgiden dolayı, son derece mutluydu. Bunları mürüvvet sayıyor ve “Mürüvvetimi gördüm. Allah herkese nasip etsin” diyordu.
Onun ölümünden üç yıl kadar önce, Kahraman Olgaç, Başkan Ali Nihat Yazıcı, asbaşkanlar Tahsin Aktar, Murat Kul ve adını şu an tam olarak hatırlayamadığım daha birçok kişinin bulunduğu bir öğle yemeğinde konuşurken, ben Tahsin Aktar’a, “Bir dergi çıkarsak, ilk sayıda da ağırlıklı olarak Kahraman Olgaç’ı işlesek!” demiştim. Tahsin Aktar da, bunu başkana da söyle deyince, ben de başkana söyledim. Başkan Ali Nihat Yazıcı da, Kahraman Olgaç’a dönerek bu durumu ona söylediğinde, Kahraman Hocam bundan memnun oldu ama, birkaç saniye sonra “İlk sayı benim için değil de Nevzat Süer için olsun. O benden daha çok hak ediyor.”dedi. Ama maalesef bu düşüncemiz gerçekleşmedi.
Aradan bunca yıl geçtikten sonra, ancak şimdi, Federasyon bu kez bu işin üzerinde çok fazla durduğu için dergi çıktı. Ve işin garip tecellisi de derginin ilk sayısında, o zaman söylediğim ilk sayıda Kahraman Olgaç’ın işlenmesi durumu gerçekleşti. “İlk sayının kapağında Kahraman Olgaç resmi yer aldı.” İlk sayının Kahraman Olgaç adına olmasına seviniyorum, ama Kahraman Hocanın ölümüne üzülüyorum. Onun o güleç yüzünü ancak fotoğraflarda göreceğim için de ayrıca üzülüyorum.
Satrancın öğretilmesinde ve yayılmasında Kahraman Olgaç’ın Türkiye’ye olan hizmeti asla inkar edilemez. Ancak biz Adanalılar, onun hemşerimiz olması, Adana tutkusu ve satrancın adı geçtiği her yerde, onun sayesinde, Adana’nın da adının geçmesi nedeniyle, ona ayrıca minnettarız ve onunla gurur duyuyoruz.
Fotoğraf: Mavikale satranç dergisi, Ağustos 2009, Sayı: 1
Yazı: Mavikale satranç dergisi, Haziran 2010, sayı:4
Yaşar Yıltan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.