- 690 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bağ evi
Bağ evi
Yedi yaşındaydım.Okula başlamam gerekiyordu Elimde ince keçi derisinden yapılma siyah bir çanta içinde bir kurşun kalem bir silgi bir de defterle mahallemizdeki merkez ilk okuluna babamla beraber gitmiş okula teslim edilmiştim.
Okumak istemiyordum bana bağ bahçe arasındaki nar ağaçlarına konan serçeleri lastik sapanla avlamak sincapların bizim mahalli dilimizde adı teyin olan ağaç dallarında öterek daldan dala atlayan güzel kuyruklu hayvanların ağaçlardaki kovuklardan yuvalarını bulmak onların yeni tüylenmiş yavrularını tutup içlerinden en iyisini beslemek kendime alıştırdıktan sonra onlarla oynamak bana okula gitmekten daha cazip geliyordu.
Bu nedenle okula gitmeyi inatla ret ediyor okuldan kaçmaya çalışıyordum.
Fakat babam okulda kalıp alışmam için ısrar ediyor her defasında fırlatıp attığım okul çantasını amcanın kızı vasıtası ile siyah önlüğümün beyaz yakasına takıldığı düğmeye çantamı atamasın diye düğmenin altına geçirip bana sahip çıkması okula alıştırması için üvey amca kızına teslim ediyordu.
Amcamın kızı beşinci sınıfta okuyan benden beş yaş büyük güzel bir kızdı.Onlarla aynı mahallede oturuyor yaz gelince de göç ettiğimiz yazlık bağlarımız arasında birkaç bağ vardı.Fakat onların yaz gelince göçüp oturdukları bağın yine yarısı babama vereseten kalktığından ikinci bir bağ olarak orayı da ekip biçiyor buranın gelirinden de faydalanıyorduk
Esas içinde ev olan yaz günleri oturduğumuz içinde ev olan bağ ise anama şehirdeki ev gibi buradaki yer de babasından kalmaydı.
İki katlı evin alt tarafını ahir olarak kullanırken üst katını oturma odası olarak kullanıyorduk.
Ev eskiydi.Dededen kalma bir yer olduğundan neredeyse 300 yıllık bir evdi.Evin arkasında içinde akrep ve yılanların barındığı duvarlar vardı.Sık sık akrepler sarı kuyruklarını dikmiş haliyle evin duvarlarında dolaşırdı Bazen yataklarımızın üzerinde dolaştığını gördüğümüz olurdu.
Bilmem ama ben bunlara alışmış olduğumdan korkmazdım.Onları gördüğümde kavak ağaçlarının kabukları içine koyar bir değnekle akrebi sıkıştırır değneği sokmaya çalıştırırdım.Zavallı akrep kuyruğunu geriye kıvırır üzerine baskı yapan değneği sokmaya çalışır ne kadar sarı kırmızımsı zehri varsa kavak ağacının kabuğu üzerine boşaltırdı.Bakınca manda yoğurdunu andıran devriyle soktuğu yerdeki kavak ağacı kabuğunda bir zehir gölü oluşurdu.
Fakat bu zehrin tehlikeli olduğunu bildiğimizden daha fazla oynamaz hem akrebi taşla öldürür hem de zehirli ağaç kabuğunu fırlatıp atardık.
Harabe halinde bulunan bu deden kalma binayı yıkarak içinden çıkan malzeme ile aynı yerin övür ucunda yeni bir ev yapmaya karar verdiğimizde ben artık okula alışmış ya iki ya üçüncü sınıfa kadar gelmiştim.
Okullar açıldığında hala bağ evinde oturur olur oradan iki üç kilometre süren şehirdeki okula bazen arkadaşlarla bazen yalınız gider gelirdik.
Yollar yokuş taşlı bağlar korkutucu şu sesleri çıkaran dereler arasındaydı.Hele bir yer vardı ki okul dönüşünde akşam olmuş hava kararınca tam orada olur oradan geçerken şeytan nereden önüme çıkacak diye korkumdan koşarak geçerdim.
Bir gün okul dağılmış okuldan bağdaki kaldığımız eve dönüyordum.Mevsim sonbahardı.Ağaçlarda yapraklar sararmış dökülmeye dökülürken sesler çıkarmaya başlamıştı.
Boş akan suların sesleri bir taraftan guguk kuşlarının ürkütücü ötüşleri diğer gölgeli geceler beni korkutuyordu ki tam bu korktuğum derenin olduğu yere gelmiştim.
Başı boş sular karanlığın içinde yankılı sesler çıkararak ve duvarlar üzerinden şelaleler yaparak yoldan akıp gidiyor etraftaki karanlık gölgelerin her biri bana yolda tuzak kuran bir şeytan oluyordu.
Arkama bile bakmadan oradan uzaklarlayım derken birden birinin bana yapıştığını hissettim.Nasıl korkmuştum bilseniz çırpınıyor elinden kurtulamıyordum. Koştum koştum koşarken üstümdeki siyah önlüğüm param parça olmuş yarısı yolda kalmıştı.
Iniş aşağıya koştuğum için kan ter içinde eve geldiğimde önlüğüme takılmış dikenli çalıları görünce bilseniz kendime nasıl gülmüştüm.Meğer korku ile oradan geçerken duvardan sarkan dikenli bir çalıya takışmışım.
Neyse ki küçük olduğum için anam kızmadı yırtılan siyah okul önlüğünü elleriyle yama yaparak yamalı öllükle tekrar okula gidip gelmeye başlamıştım.
Havalar soğumaya başlamış şehir evine göçme zamanı yaklaşmıştı.
Evde elektrik olmadığı için idare lambasının önünde veya yanan ocağın önüne çökmüş ocaktaki ateşin önünde ders çalışıyordum.
Gece karanlıktı uzaklardan gelen guguk kuşlarının sesleri çatıya konan baykuşların sesleri beni korkutuyordu.
Evin içinde tuvalet olmadığından şu dolu ibriği eline alan tuvaletini yapmak için nar ağaçlarının dibine koşuyor birbiri içine girmiş nar çubuklarının arasında gizlenerek ihtiyaçlarını gideriyordu.
Böyle gecelerde ben korktuğum için anam yanımda geliyor ben ihtiyacını giderinceye kadar oralarda beni bekliyordu.
İşte böyle bir gecede dışarıya çıktığımızda yanıbaşımızda yıkılan duvarın taşları üzerime kadar gelmiş biri ayağımı yaralamıştı.Canım yanıyordu kalksam üstüm başım perişan olacam anamdan dayak yiyecektim. Anam bağırıyor bana durmadan çabuk ol diyordu.
Oysa benim canım yanmış ayağından akan kanla uğraşıyor onu elimdeki ıbrıktan alıştığım suyla temizliyor üzerine çamur satmaya çalışıyordum.
Ö sırada mandalin üst tarafından geçen bir keçi yolundan sesler gelmeye başladı.Şeytanların böyle yerlerde daha çok göründüğünü söyleyerek beni büyüten anama ayırarak şeytan geldi ana diyerek bir çiğlik atmış işimi yarim yamalak bırakarak koşup anana nasıl da sarılmıştım bir bilseniz.
Sonbahar soğukları iyicene bastırmış şehire göçme zamanı gelmişti.
Yıldan her sabah şehre yük taşıyan katırların eşeklerin nal sesleri geliyor babamda şehre giderken ya kışlık odun ya da kışın hayvana yedirmek üzere saman götürüyordu.
Bu şekilde kışın şehir evinde kullanacağımız ihtiyaçlarımızı temin etmiş mmusandıralarımızıheven halin deki bizim eğerim dediğimiz çakır domateslerle ve kışa kadar dayanan kara üzümlerle pekmezlerle sirke küpleriyle kışlık elma nar meyvelerden ne varsa onlarla doldurmuş olduğumuz bir günde şehir evine taşınmanın zamanı gelmişti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.