- 498 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
‘Mealcilik’ diye yazılır, ‘kolaycılık’ diye okunur
"(...) Zaman geçtikçe Kur’ân-ı Hakîmin daha ziyade hakaiki inkişaf eder demektir. Yoksa—hâşâ ve kellâ—Selef-i Sâlihînin beyan ettikleri hakaik-i zâhiriye-i Kur’âniyeye şüphe getirmek değil. Çünkü onlara iman lâzımdır. Onlar nasstır, kat’îdir, esastırlar, temeldirler. Kur’ân (‘Bu Kur’an’ın lisanı apaçık Arapçadır...’) fermanıyla, mânâsı vâzıh olduğunu bildirir. Baştan başa hitab-ı İlâhî o mânâlar üzerine döner, takviye eder, bedâhet derecesine getirir. O mensus mânâları kabul etmemekten—hâşâ sümme hâşâ—Cenâb-ı Hakkı tekzip ve Hazret-i Risaletin fehmini tezyif etmek çıkar." Mektubat’tan.
Bu da ilginç birşey: Ne zaman Kur’an’ı anlamanın bir yetkinlik gerektirdiğini, bir ihtisas alanı olduğunu ve özellikle yolun saff-ı evvelleri olan selef-i salihîn büyüklerinin otoritesinin kabul edilmesinin zaruriyatını belirtseniz; Kur’an müslümanlığı(!) taifesi sizi şu gibi ayetlere aykırı hareket etmekle itham ediyorlar: "Andolsun ki sana apaçık ayetler indirdik." Şaşırmayın. Cidden böyle. Bu arkadaşların kafası bu kadarcık çalışıyor: Yeter ki içinde ’apaçık’ ve ’ayet’ ifadeleri geçsin, tamam, Ehl-i Sünnet’i çürütmek için kullanılabilir bu ifadeler. Hey yavrum hey. Sırf reçetede yazan ilaçların adlarını şöyle-böyle sökebilmekle tıp ilmini boşa çıkarabildiğini düşünen densiz hasta kadar da cüretkârlar bu hususta.
Soralım o zaman: Neden herhangi ilim/bilim için söylenmesi rahatlıkla mümkün birşeyi Kur’an gibi ’tüm ilimlerin kaynağı’ bir kitap için söyleyemiyoruz? Neden sistemi çözülemeyen beyazeşya için bile servisi aranırken Kur’an bu kadar uzmanlığı haketmiyor? Cevapları şu: Çünkü Cenab-ı Hak kendisi ayetlerine ’apaçık’ diyor. Apaçık olanı izah etmek için hiç ilim, eğitim, otorite veya yetkinlik aranır mı? Cık, cık, cık...
Tabii bu arkadaşlara ’apaçık’ olmasıyla kendilerine şahane bir serbestî kazandırdığını sandıkları Kur’an’ın Arapça olduğunu ve dolayısıyla kendileri için (eğer Arapça bilmiyorlarsa) o kadar da ’apaçık’ olmadığını anlatamıyorsunuz. Yani Kur’an ‘herkesin kolaylıkla hüküm çıkarabileceği metin’ anlamında kendisine ‘apaçık’ diyorsa Arap kardeşlerimiz dışındakileri, hâşâ, hesap etmemiş olacak. Onların anadili Arapça değil çünkü. İş sanki biraz ‘apaçık’lıktan uzaklaşıyor.
Sakın Kur’an’ın kendisini, "Anlayasınız diye, biz, onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik..." diye andığını hatırlatmayın, işe yaramaz, çünkü onlar arzularındaki ’apaçık’a kapılmış gitmişlerdir. Zaten ihtarlarınızı umursamazlar da. Nihayetinde ’eksik kalmaya mahkum kul sözlerinden’ oluşan mealler onlara yeter de artar bile. Edebiyat duayenlerinden birisinin, mesela Cemil Meriç’in, "Tercüme yeni bir teliftir..." cümlesini hatırlatsanız, mutlaka ona da bir cevapları olacaktır.
Lakin iş bu kadarla da kalmaz. İlk taşı yerinden oynatılınca gayrı din artık yerinde durur mu? Kaynamaya/kaymaya başlar herşey. Sarf ve nahiv ilminin de önemi azalır böylece. Dili bilmeye ihtiyaç duymayanlar, o dilin kaidelerine, dolayısıyla o dilde oluşabilecek anlam karmaşalarını gidermeye yarayacak bir ilme, neden ihtiyaç duysunlar artık? TDVİA’da sarf ve nahiv hakkında şöyle bir bölüm olduğunu nakletmenizin de bir anlamı yoktur:
"Kadîm râvi ve müellifler nahiv ilminin ortaya konulmasını gerektiren bazı sebepler zikretmişlerdir. Bir kısım âyetlerin (et-Tevbe 9/3; el-Hâkka 69/37) kıraatinde görülen okuma hataları yahut ana dili Arapça olmayanlardan birinin veya Ebü’l-Esved’in kızının yaptığı bir konuşma hatası üzerine Basra Valisi Ziyâd b. Ebîh’in yahut oğlu Ubeydullah’ın ya da Hz. Ömer’in emriyle, diğer bir rivayete göre ise Hz. Ali’nin bazı temel esasları zikredip yol göstermesiyle Ebü’l-Esved ed-Düelî tarafından nahiv ilminin kurulmuş olduğu kabul edilir (İbn Kuteybe, II, 159; İbn Cinnî, II, 8)."
’Apaçıktır’ ya! Sahabenin, hatta sahabenin en büyüklerinin, hatta Hz. Ömer’in veya Hz. Ali’nin (radyallahu anhum ecmain) gerekli gördükleri bir ilmin gerekli olmasına ne gerek vardır? Düpedüz boş işlerdir bunlar(!). Mealler her sorunu çözer. Ve bir de çılgın yorum gücümüz. Nurcu olsanız, hatta Senai Demirci olsanız, şöyle diyebilirsiniz: ’(...) sarf-nahiv’in çetrefilli konusu ola ola hayattan uzaklaşmış Kur’ân dili...’ Bediüzzaman’ın ’tefsir mukaddemesi’ olarak kaleme aldığı Muhakemat’ta kaç kere Arapça hakkında ’lisan-ı nahvi’ dediğini hatırlamaz o da. Hatta şöyle demesi bile önemsizdir Bediüzzaman’ın artık: "Demek muhakkak oldu ki, âyâtın delâil-i i’câzının miftahı ve esrar-ı belâğatın keşşafı, yalnız belâğat-ı Arabiyenin madenindendir. Yoksa felsefe-i Yunaniyenin destgâhından değildir."
Ne kadar tuhaf değil mi? 1400 yıldan fazla bir zamandır, her nedense, ümmet ayet-i kerimelerdeki ’apaçık’ ifadelerini anlayamamış ve Kur’an’ı anlamak için bazı ihtisas dallarına/ilimlere ihtiyaç duymuştur. Bu aynı zamanda ’apaçık’ olanın, hâşâ, kendisiyle düşülen bir çelişkidir. Öyle ya: Eğer Kur’an apaçık ise, neden muhteşem(!) zekalardan mürekkep Kur’an müslümanları(!) ilim dünyamıza teşrif edene kadar bu apaçıklık anlaşılamamıştır?
Apaçık olanın ’1400 yıldır yanlış anlaşıldığını’ iddia etmek de yine o apaçıkla düşülen bir tezat değil midir? (Hem de, ne acayip, dil ve sosyoloji olarak nüzulünün daha yakın olduğu dönemlerde yanlış anlaşılmıştır.) Demek ki iş başkadır. Hatta herhalde şöyledir: Kur’an müslümanlarının anladığı şekilde anlaşılmadığı sürece Kur’an ’apaçık’ değildir. Yahut da bu apaçıklık yalnız bu zamanın Kur’an müslümanları(!) için geçerlidir. Eğer onların anladığı gibi anlarsanız artık apaçıktır. Bu da sözde Kur’an müslümanlarının size fikir özgürlüğü başlığı altında yutturdukları kendi şahane diktatöryalarıdır.
Yerseniz.
Yemezseniz, ki inşaallah yemezsiniz, Ehl-i Sünnet bahçesinde öten ne bülbüller var. Her zamanı sesleriyle renklendirmişler onlar. Hem hepsi de kulaklarını Andelib-i Zîşan aleyhissalatuvesselamın hoşsedasına bağlamışlar. Seslerini sesiyle akortlamışlar. Ahengiyle güzelleştirmişler. Ona uymuşlar. Cenab-ı Hak o müfessirîn-i kiramın seslerini kıyamete kadar kulağımızdan eksiltmesin. Âmin. Âmin. Âmin.
YORUMLAR
Allah'ın rahmetine karşı umuttan fazla iddia olmaz. Neyi, ne için yapıyoruz, emin değiliz. Acaba 'desinler' diye mi yapıyoruz? Ben akıbetimden emin değilim. Ancak Allah'tan rahmetini dilerim. Bu emniyetsizlikte emniyetim var benim.
Yinsani
taklit ile tahkik arasında, delilik ile velilik arasında, inanç ile inançsızlık arasında, rahmet ve gazap arasında, söz ile fiil arasında, çile ile hile arasında, .... klavye yazar amma...
fıtrat ı zihnin geldiği halin ciddiyetindeki kel alakamı "din" kaldıramaz benim. öyle çok özledim ki cübbe ile tertemiz bir abdest alıp secdeyi... :) lakin artık koptu biliyorum, zincirle bağlasa; varsa cebrail tutmaz o zincir beni..
hani beş ulul azam peygamber gelse ey dünyevi dese; çektin mi bizim çektiklerimizi dese;
nuha bakarım; çevrenin zulmü ve alem tufanı; zihni tufanıma denk gelir mi siye ona sorarım..
ibrahime bakarım; sana mucize gönderenin hükmü bana çaresiz kalmadı mı derim;susarım
musaya bakarım; ardında hep yardın aldın, kızıldenize sana yar edenin bana ne yaptı derim; susarım.
isaya bakarım; ruhuma çakılan çivileri sen saydın mı derim? susarım..
muhammede bakarım; senin çektiğin sürgün ve tecriti benimki ile derim; daha çok şeyler derim; susarım.
Allah'a ki hep perde arkasında kalana; ne derim bilmem amma, akıl oyunlarıyla, söz oyunlarıyla ve gücü ile benim ağzımı bile açtırmaz herhalde, hiç bir şey diyemem; susarım..
şimdi nefes sonra nefes anda nefes.. hepsinden öte Tanrı dediğimin, sualine, hikmetine, gücüne, haline, gerçeğine düşüne düşündüğüne.. ne diyebilirim; susarım..
tasavvuf veya felsefe diyelim artık ne ise usta'm; sıfatların yansımalarının insandaki ruhaniyete etkilerine ne diyebilirim; susarım..
sonra başa sarıp ademe derim ki gerek bile duymam demeyi, susarım...
sonra yine ulul azamlardan öte diğer peygamberlere ve sonunda yine ulul azam peygamberlere kaç gol attınız bu karşılaştırmalarda bana der, skorlara bakarım.. ihtimal çok yenilmiş olurum..
kabul veya ret değil zihnimdeki kalbimdeki muamma; insan! can, canan, vatan, şu kısacık ömrün bu kadar uzun gelmesine şaşıyorum.
zaman mehfumunun bu kadar hızlı geçtiğini hiç yaşamadım. hiç bir şeye ihtiyacım olmayacak şekilde yaşasam desem, daha dertlerimin büyüğü geride demek çöküştür ki, hayır olamaz..
derdimden büyük Allah'ım veya Tanrım var demeyi epeyce geride bıraktım gibi..
yine de soruyorum kendime; ne dileğine ne istediğine dikkat et dünyevi diyorum.
yine de düşünürsem Tanrıya şükredecek bol bol artılar var.. peki ya isyan edeceklerim artılarımı boğuyor mu? işte bu noktada; boğuyor..
**
değerli ustam; bir ara yazılarında işlemiştin; az çok herkeste bilir; bir parmak şıklatma gücü de verilse yetinmeyecek dünyevinin değişimi ve dönüşümü kime kaldı ise;
bu karınca bu fili veya bir insan bu kainatı nasıl taşısın...
değerli ustam, cevap vermene gerek yok, herşey bir kenara;
neyzen midir kimdir, bekri midir kimdir, gider mehmet akifin veya aynı zamandaki nesildaşının veya çağdaşının kapısına.. kapı açılsa da açılmasa da, kabul görse de görmese de makamındakilerin yaşamı veya durumunı ben tarif etmekte başarısızım..
zihnimden parmaklarıma, parmaklarımdan klavyeye tüm serkeşliğin veya muammaların cevabı aslında çok kolay eski ben için..
bakalım eski ben mi yenisini parçalar, yeni ben mi eskisi parçalar.. umarım araya başka insanlar girmez..
**
tüm bunların üzerine biraz komedi biraz zihni ve kalbi berduşluk takılsam, topa tutarlar eski kuşaklar, ben kendimi kendi kuşaklarıma emanet ediyorum ve bizim kuşakların anlayan üstadlara.. anlamayanlar yanaşmasın asla...
**
cevap verme hocam, tahlilini giydirirsin yazdığın yazıların satır aralarında.. senden tek isteğim nesildaşca; iman yaz hep imanı yaz lütfen.. elbette benim dileğimin senin ilgi ve öncelik sıranda ne ölçüdedir bilemesem de; hep imanı yaz lütfen imanı..
**
cevap verme lütfen bil yeter nesildaş olarak.
ve
en sevdiğine emanet ol dileklerimle..
ve
nice muhabbetlere bile demek istemesem de, verdiğim rahatsızlık için kusura bakma...
euzubikelimatillahittammeti. ötesi yok oldu benden.
** şuan zihnimden geçen al şu bilgisayarı der, bur kır parçala, lakin muzip bir tebessüm konuyor yüzüme ki.. bek gülmeye başlattı Tanrım..
La havle çeksem başka türlü, çav bella çeksem başka türlü..
eksik olma aksi olma hep ol, belki de en güzeli bu..
ahali deli der mi der önemli değil de,
yeter be dünyevi yeter.
şöyle diyeyim;
"dört nokta biri fazla değil mi"
düşün dünyevi devam boş boş düşünmeye..
*
cevap verme lütfen bil yeter nesildaş olarak.
ve
en sevdiğine emanet ol dileklerimle..
yine ve yeniden
y'den baki selam.
değerli ustam, çok şey yazarım da, sevmiyorsun beni sanırım..
lakin bana anlatılan, bildiğimi düşündüğüm, öğrendiğimi varsaydıyım din günü gerçek ise doğru ise İslam adına, sana haksızlık yaparsa Tanrıya'da Allah'a da savaş açarım o gün. belki alın şunu atın cehennemde deyip tepetaklak yüz üstü burun üstü sürüseler de..
seni okumak her zaman güzel. katılmasam da..
rahatsız ediyorsam böyle yorumlar yapmayayım karar senin elbette.
saygı sağlık ve huzur dileklerimle..
en sevdiğine emanet ol usta'm.