- 707 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Küçük Ağa’lı Bir Deneme -1-
Giriş
Bugün 30 Ağustos... Hiç şüphesiz tarih geçmişi anlamak açısından elzemdir lakin edebiyat olmadan zamanın ruhunu idrak etmek imkansızdır. Millî mücadele edebiyatı da millî mücadele kadar önemlidir çünkü tarih, tarih kitaplarındaki büyük kahramanlar kadar ismini bilmediğimiz cesur insanların eseridir. Küçük Ağa direkt olarak belki 30 Ağustos’u anlatmıyor fakat zafere giden yolda çekilen çileleri, bu süreçte taşradaki Anadolu insanının git gellerini aksettiren en iyi eserlerden biridir. Küçük Ağa’ yı , Çolak Salih’i , Reis Bey’i ve daha nice adsız kahramanın çabalarını bilmeden harp yorgunu bir Milletin İstiklal harbini nasıl kazandığı anlaşılamaz. Biz de bu denememizde Tarık Buğra’nın ölümsüz eseri Küçük Ağa üzerinden bir parça olsun o günlerin ruhunu aksettirmeye çalışacağız.
Mekan
Roman ağırlıklı olarak Konya’nın Akşehir ilçesinde geçmektir. Yazarın romanın mekanı olarak Akşehir’i seçmesi tesadüfi değildir çünkü Akşehir Tarık Buğra’nın doğduğu ve büyüdüğü yerdir. Annesi Akşehir’in köklü ailelerinden olan Tahiroğullarından’dır. Kendisi üzerindeki Akşehir etkisini Ahmet Köklügiller’in “Nasıl Yazıyorlar?” kitabında “ Eğitimimin kökü bu güzel kasabanın kültürüne-törelerine, değer ölçülerine sımsıkı bağlıdır. Zaten öğreniminin en önemli bölümünü de orada yaptım: Liseye kadar orada okudum.” diyerek açıklamaktadır. Bunun yanında Akşehir kısa süreli İngiliz ve İtalyan işgalinden sonra milli mücadelenin önemli merkezlerinden biri olması ve buna ek olarak Büyük Taaruz’un planlandığı bir karargah olması Akşehir’i hem milli mücadele tarihi için hem.de roman için özel bir yer kılmaktadır.
Romanın Beslendiği Sanat ve Dünya Görüşü
Tarık Buğra, hiç şüphesiz sağ cenahın en önemli edebiyatçılarındandır. Beslendiği dünya görüşünün temel esaslarını milli-manevi-insani olarak niteleyebiliriz. Sanat anlayışının temel hareket noktası insandır: Sanatta tek birim, tek çıkış noktası insandır; insanın mutluluğu, hürlüğü ve problemleridir; onun toplumla ve öteki insanlarla, tabiatla çelişkileri, çatışmalarıdır. (Buğra,1992) Buğra’nın bu insan merkezli anlayışını Küçük Ağa’nın ana karakteri olan İstanbullu Hoca’nın (Küçük Ağa) şahsında net bir şekilde görebiliyoruz.
Yazarın sanatının bir diğer özelliği ise angaje edebiyata olan karşıtlığı ve sanatın önce sanat için olduğu görüşüdür. Buğra burada soldaki angaje edebiyata karşı olduğu kadar kendi cenahındaki güdümlü yazına da mesafelidir: Gerçektende 1940’larda yola mesela “sanat sanat içindir” ilkesiyle çıkmıştım ve 1961’deki Tarık Buğra gibi, bugünkü Tarık Buğra’da bu ilkeye bağlıdır. Aradaki fark, bugün bu ilkenin sanatçıyı toplumdan koparmadığını, koparmayacağını, aksine, onu topluma daha yararlı kılacağını çok daha iyi kavramış olmaktan ibarettir. (Buğra,1992) Yazarın Küçük Ağa romanı da bu iddialarını ispatlar niteliktedir.
Olaylar, Tipler ve Karakterler
Romanın ana karakteri Küçük Ağa’dır. Roman İstanbullu Hoca’nın Küçük Ağa’ya dönüşme sürecini anlatmaktadır. Yaşadığı olaylar ve bunun sonucundaki iç çatışmalar nedeniyle Küçük Ağa karakterdir. İstanbullu Hoca İstanbul hükümeti tarafından Akşehir’de görevlendirilen bir din adamıdır. Padişaha taasup derecesinde bağlıdır. Kuvayı Milliye’ye olumsuz bakmaktadır. İttihat terakkinin devamı olarak görmektedir. Ona göre kuvvacıların giriştiği hareket bir maceradan başka bir şey değildir. Milliyetçilerin güçlü varlığına rağmen bu görüşlerini vaazlarında anlatmaktan çekinmemektedir. Bütün bunlar başta kayın biraderi Doktor Haydar, Reis Bey Yüzbaşı Nazım başta olmak üzere kasabadaki millicilerin tepkisini çekmektedir. Bu çatışma vaazları neredeyse bir münazaraya dönüştürmektedir. Hatta bir seferinde Hoca bir seferinde Milli harekete “Bolşeviklik” isnadında bulununca Reis Bey hocaya reddiyede bulunmuştur. Tüm bunlara rağmen milliciler İstanbullu Hoca’nın şahsiyetine büyük saygı duymaktadır. Hocaya dönük vur emri çıktığında Yüzbaşı Nazım “ah bir haber alsa da kaçsa” diye içinden geçirmiştir ve dilediği de olmuştur. İşte bu kaçış sürecinde Hocanın Küçük Ağa’ya dönüşüm süreci başlamıştır. Bunu tetikleyen Akşehir’i talan etme niyetinden bir türlü vazgeçmeyen eşkıya Çakır Saraylı’dır. Hoca’ya “Küçük Ağa” ismini veren de odur. Çakır Saraylı menfaatçi, cahil, kan dökücü bir tiptir. Onun yanında geçirdiği süre İstanbullu Hoca’yı düşüncelerini sorgulamaya itmiştir. Bu özeleştiri süreci sonunda Küçük Ağa kendine güvenen adamlarıyla beraber Çakır Saraylı’dan ayrılmıştır. Kısa bir süre sonra Çakır Saraylı millicilerin baskınında öldürülmüştür.
Bundan sonraki süreçte Hoca’nın Ağa’ya dönüşümünü tetikleyen ikinci kişi Çolak Salih’tir. Tarık Buğra bir Türk Dili Dergisine verdiği mülakatta Çolak Salih’i Küçük Ağa’dan daha çok sevdiğini söylemektedir. Çolak Salih’te tıpkı Hoca gibi bir dönüşüm süreci geçirmiştir. İlk başta hayattan ümidini kesmiş bir Gazi iken daha sonrasında yeniden savaşçı özüne dönen bir karakterdir. Bu dönüşüm Hoca’ya göre daha sert ve kısa süreli olmuştur bunu sağlayan daha sonra ihanetine uğradığı çocukluk arkadaşı Niko ve kasabanın sivri dilli kocamışlarından olan Ali Emmi’dir. Salih cepheden Akşehir’e döndüğünde içe kapanmıştır. Bu süreçte Niko Salih’e sinsice yaklaşmıştır. Salih’in artık neredeyse dışarıyla tek iletişim kanalı Niko olmuştur. Onun meyhane gider, sarhoş oluncaya kadar içer ve onun dükkanında takılır. Bu durum başta Ali Emmi olmak üzere kasaba ileri gelenlerinin tepkisini çekmektedir. Bunda milli, dini ve sosyal sebepler vardır. Kasabadaki Müslüman Türk gençleri savaşa gidip, şehit ve gazi olurken, Rumlar bu süreçte zenginleşmiştir. Bu da Müslüman Türklerdeki Rumlara dönük tavırlarının olumsuz bir hale gelmesine sebep olmuştur. Bir Gazi olmasına rağmen Salih’in Niko ile olan beraberliği eşraf tarafından dışlanmasına sebebiyet vermiştir. İşte tam bu sırada Salih’in şahit olduğu bir toplantı onun uyanışına vesile olmuştur. Kasabadaki Rumlar Pontus Meselesi için toplanmış burada Niko Pontus’taki hareketin en ateşli savunucusu olmuştur. Bunu gören Salih Niko’nun gerçek yüzünü görüşmüştür. Üstüne ılımlı ve Türk dostu bir Rum’un Salih’e tükürmesi öze hızlandırmıştır. Salih çabalarından sonra yeniden Millicilerin güvenini kazanmıştır. Daha sonrasında İstanbullu Hoca’nın bulunması için gönüllü olmuş ve ilerleyen süreçte Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik’e katılmıştır. Burada da hem Salih’i hem Küçük Ağa’yı maceralı günler beklemektedir.
Romanda göze çarpan tipler ise Doktor Haydar, Reis Bey, Yüzbaşı Nazım ve Ali Emmi’dir. Doktor Haydar cephede Araplara esir düşmüş idealist bir doktordur. Roman boyunca da bu tavrında herhangi bir değişiklik olmamıştır. Reis Bey ise ilçenin önde Kuvvacılarındandır. Aklı, cesareti, yüksek muhakemesi, hitabeti ve karizmasıyla öne çıkmaktadır. Hem İstanbullu Hoca ile olan diyalogları hem de Çakır Saraylı Akşehir’e baskın vermek üzereyken kendini riske atması meziyetlerinin göstergeleridir. Ali Emmi ise dindar, milli duygusu yüksek, lafını esirgemeyen bir tiptir. Bir nevi Akşehir’deki kuvvacıların ak saçlısı konumundadır. Yüzbaşı Nazım ise cesur, gözünü budaktan sakınmayan dava adamıdır.
Sonuç Yerine…
Denememizin bu bölümünde Küçük Ağa’nın beslendiği dünya görüşünü, olayları, tipleri ve karakterleri birinci kitap üzerinden ana hatlarıyla anlatmaya çalıştık. İleri ki metnimizde Tarık Buğra’nın eserin ikinci bölümü olan Küçük Ağa Ankara’da, deneme kitapları özellikle de Türk Dili Dergisinin Kurtuluş Savaşı özel sayısı üzerinden metnimizi kaleme almaya devam edeceğiz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.