2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
434
Okunma
“Evet, diye düşündü fırçasını elinden bırakarak, görmem gerekeni gördüm.” Virginia Woolf, Deniz Feneri’nden.
Bunu bir belgeselde duymuştum ya hakikatini bilmem: Köpekbalığı öldürmenin yollarından birisi de hareket etmesini engellemekmiş. Durduğu zaman, yani tamamen durdurulduğu zaman, ölürmüş köpekbalığı. Bu denli aynılığa dayanamazmış. Böylesi monotonluğu kaldıramazmış. Yazık. Fakat yalnız onlara üzülmeyelim. Neden? Çünkü köpekbalıklarındaki bu halin bir ölçüde insanda da geçerli olduğuna inanıyorum. Hiçbirşey yapmadan beklemek insan için de azaptır. Ondan sonra da ‘neden yaptığını bilmediği’ şeyler acı çektirir insana. Sonra? Mesela: Kemal namına katkısı olmayan işler gelir. İstediği parayı kazandırsın çalışanlarını en çok sıkan meşguliyetlerdir böylesi şeyler. Çünkü ötesi yoktur, geri dönüşü yoktur, ‘bir sonrası’ yoktur onların. Sonrası olmayan şey de boşuboşunalıkta ‘durmak’ ile birleşir. Doğrusu: Sonsuzda bizi bulmayacak her emek acınmaya layıktır.
Buradan şuraya gelelim: Gayba iman öteye imandır. Varlığın sadece şahit olunan kısmından ibaret olmadığını kabullenmektir. Hep ötende birşeyler kalacağını bilmektir. Bu dünyada karşılaştığın anlamsızlıkların çözümünün eksik kalan o parçayı yapboza katmakla açıklanacağını sezmektir. Mürşidim de bu makamda kalemine söyletir: “Evet, Ebedînin sâdık dostu, ebedî olacak. Ve Bâkînin âyine-i zîşuuru bâkî olmak lâzım gelir.”
Arkadaşım, bana öyle geliyor ki, eğer gayba imanımız olmasa deli oluruz. Dünyamızın kenarından düşeriz. Sınırlılığımızda boğuluruz. Her köşesi bilinen ve ‘görülecek herşeyi görülmüş’ bir âlem bizzat cehennem olur bize. Öyle ya. Her bitmiş ‘bitecek olan’dan haber verir. Eğer bilerek bitirebiliyorsak dünyayı o halde varolarak da bitirebiliriz. Ciddi ciddi son bulabiliriz. Yokolabiliriz. (Söyleyecek sözümüz, hissedecek hissimiz, şaşıracak nesnemiz, yazacak şiirimiz kalmaz.) Yoka iman etmişizdir çünkü. “Hepsi bu. Hepsi bu kadar. Ötesi yok!” demişizdir. Demek gayba imanın zıttı hiçliğe imandır. Gaybına inanmayan elindekinin hiçliğine inanır.
Gaybımız yoksa yokluk vardır. “Başlangıcı olan herşeyin bir sonu vardır…” diyen termodinamiğin bilmem kaçıncı kanunu gibi değil bu durum. Eğer birşeylerin hep gayb kalacağına ve gaybda nazarımıza, bilgimize, hissimize daha dokunmamış; daha hiçbirimiz tarafından farkedilmemiş güzellikler olduğuna imanımız olmasa, herşey bitmiş demektir. Ümit olarak da, marifet olarak da, onlara duyulan arzu olarak da, yani merak olarak da… Sınırlara gelinmiştir. Yapacak şey kalmamış demektir. Kemale yürüyüş durmuş demektir. İntihar fikri böyle bir zeminde ortaya çıkar. İntihar, herşeyi bitirdiğini, tüm şıkları denediğini sanan aklın sıkıntısıdır. Gayba imanı olmaz ki daha göreceği birşeyler olsun.
Bediüzzaman yine bu sadedde uyarıyor: “Mâdem adem şerr-i mahzdır; ademe müncer olan veya ademi işmâm eden hâlât dahi şerri tazammun eder. Onun için, vücudun en parlak nuru olan hayat, ahvâl-i muhtelife içinde yuvarlanıp kuvvet buluyor, mütebâyin vaziyetlere girip tasaffî ediyor ve müteaddit keyfiyâtı alıp matlûb semerâtı veriyor ve müteaddit tavırlara girip Vâhib-i Hayatın nukuş-u esmâsını güzelce gösterir. İşte şu hakikattendir ki, zîhayatlara âlâm ve mesâib ve meşakkat ve beliyyât sûretinde, bâzı hâlât ârız olur ki; o hâlât ile hayatlarına envar-ı vücud teceddüd edip zulümât-ı adem tebâud ederek hayatları tasaffî ediyor. Zîrâ, tevakkuf, sükûnet, sükût, atâlet, istirahat, yeknesaklık, keyfiyâtta ve ahvâlde birer ademdir. Hattâ en büyük bir lezzet, yeknesaklık içinde hiçe iner…” Demek köpekbalıkları ölmekte haklıdır arkadaşım.
Duvara atılan son yumruk, batmadan önceki son sıçrama, boğulmadan önceki son nefes… İntihar fikri böylesi bir ‘Artık sonuna geldim’ düşüncesinden besleniyor. Neyin sonun gelmek bu? Yaşanacakların sonuna gelmek. İhtimallerin sonuna gelmek. Öğrenileceklerin sonuna gelmek. Tadılacakların sonuna gelmek. Deneneceklerin sonuna gelmek. Görüleceklerin sonuna gelmek. Konuşulacakların sonuna gelmek. Ümidin sonuna gelmek. Her yeni günün bir öncekinden farklı olmayacağını düşünmek. İntiharın öncesi budur. İntihar kendi duvarlarına kafa atmaktır.
İşte bu noktada gayba iman çok derin ve insanî bir yarayı tedavi ediyor. Diyor ki mesela: Allah bilmekle bitirilemeyecek olandır ve insanın bir gaybı her zaman olacaktır. Gayba iman et. İman et ki, içindeki o bilmekle doymayan karadelik, sonsuzun umuduyla dolsun. Karadelikleri ancak sonsuzluk doyurur. Öğrenmekle usanmayacak olan, ancak ‘bilmekle bitmeyecek olan’ın varlığını bilirse, buna iman ederse, mutlu olur. Yaşamak yükü onu anlamlandıramayanın kaldırabileceği bir yük değil. Küçük görme. “Çünkü, hayatın vazifesi büyüktür. Evet, Samediyetin aynası olmak kolay birşey değil, âdi bir vazife değil.” Dağların çekindiği bir karadeliği almışsın kalbine, bir de sonsuza iman etmezsen, ey arkadaşım, içine çökmez misin?
Günlüğündeki notlarında Deniz Feneri romanını yazdıktan sonra intiharı düşündüğünü söyleyen Virginia Woolf’un, o romanı bitiriş şekli ne kadar ilginçtir: “(…) oraya, tam ortaya bir çizgi çekti. Olmuştu, resim bitmişti. Evet diye düşündü fırçasını elinden bırakarak, görmem gerekeni gördüm.” Buna benzer ‘sonuna gelme’ ifadelerine Woolf’un diğer eserlerinde de rastlanır: “(…) bütün dünya, gitgide hareketsizleşerek, ‘Hepsi bu!’ der sanki, sahilde güneşin altında yatan bedendeki yürek bile sonunda böyle der, ‘Hepsi bu!’ der…” (Mrs. Dalloway). Evet, bu satırların sahibi, 28 Mart 1941’de ceplerine taş doldurup kendini Ouse nehrine bıraktı. Çünkü dünyasının kenarına gelmişti. Eşine bıraktığı mektupta da şöyle yazıyordu:
“Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. (…) Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım. Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. (…) Artık savaşacak gücüm kalmadı. Hayatını mahvettiğimin farkındayım ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. (…) Eğer biri beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun. Artık benim için herşey bitti. Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem.“