- 492 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kocakarıların empatisi olmaz
"İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder." Sözler’den.
Empatiyi aşırı yüceltmenin en korkutucu yanı bence şudur arkadaşım: Ölçüsünü tutturamazsan kendini o şeyin avukatı gibi hissetmeye başlarsın. Yalnız hissetsen yine iyi. Bazen, öyle olduğunu düşünmediğin halde, şeytanın avukatı olursun. Kötüyü analize çalışmak, ondaki iyilik kırıntılarını veya bütünde ifade ettiği güzelliğin nakışlarını bulup ortaya çıkarmak açısından güzeldir. Hikmetlidir. Hatta mürşidimin ifadesiyle:
"Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var."
Fakat bir yanlışı, hem de iyiliğe olan tarafgirliğinizi yitirerek, anlamaya çalışmak yanlışın ağzına-ağına düşüp lokma olmak açısından korkulasıdır. Tehlikelidir. Allahu’l-a’lem: Burada en temel ölçümüz—bir nevi koruma kalkanımız—‘buğz’ olmalıdır bana göre. Bir kötüyü irdelerken veya psikolojisini anlamaya çalışırken aynı zamanda buğzu kalbimizden hiç gitmemeli. Yani ona karşıtlığımızı bırakmamalıyız ki ’anlamaya çalıştığımız’ kötülük ’savunduğumuz’ kötülük haline gelmesin.
Arkadaşım, insanın, başkalarını rasat ederken düşebileceği çok tuzak var. Empatiden avukatlığa kayma bunlardan sadece birisi. Neseî’de geçen bir hadis-i şerifte buyuruyor ki Aleyhissalatuvesselam: "Şu üç haslet kimde bulunursa o kişi imanın tadını ve lezzetini almıştır: Allah ve Resulünün, o kimseye, o ikisinin dışındaki herşeyden daha sevimli olması. Allah için sevmesi ve Allah için buğzetmesi. Büyük bir ateşe düşmek Allah’a herhangi birşeyi ortak koşmaktan daha sevimli gelmesi."
Buradaki sıralama da bana ilginç gözüküyor: 1) Allah ve Resulüne duyulacak sevginin diğer her sevgiden aşkınlığı. 2) Sevginin ve buğzun itikada göre şekillenir bir hale gelmesi. 3) Bu itikadın esaslarından vazgeçmenin ateşe düşmekten daha can acıtıcı gelmeye başlaması... Dikkat ederseniz bu üç aşamanın hiçbirinde mü’mine tavsiye edilen ’tarafsızlık’ değildir. Aksine, taraf olduğunu belli edecek hislerin/duyguların varlığıyla sınanmaktadır imanın lezzeti.
Bu yüzden Kur’an’da defaatle buyrulduğu gibi, mü’min, şeytandan bir vesvese geldiğinde Allah’a sığınmaktadır ve sığınmalıdır. Bu reflekse sahip olmalıdır. Tuttuğu tarafa koşmaktır çünkü bu onun için. Bu noktadan hareketle diyebilirim ki: İmanın tadını almış bir mü’min için hakikat-i imaniye noktasında tarafsızlık diye birşey mümkün değildir. Tarafsızlık kokan bir empati de mümkün değildir. Ya? O, empatisini ancak ’yanılgının dayanaklarını farketmek’ ve ’devalar üretmek’ için yapar, yanılgıya hak vermek için değil. Bu noktada hemen Bediüzzaman’ın ’bitarafane muhakeme’ eleştirisini yine hatırlayalım:
"Ey Şeytan! Bîtarafâne muhakeme, iki taraf ortasında bir vaziyettir. Halbuki hem senin, hem insandaki senin şakirtlerin, dediğiniz bîtarafâne muhakeme ise, taraf-ı muhalifi iltizamdır. Bîtaraflık değildir, muvakkaten bir dinsizliktir. Çünkü Kur’ân’a kelâm-ı beşer diye bakmak ve öyle muhakeme etmek, şıkk-ı muhalifi esas tutmaktır. Bâtılı iltizamdır, bîtarafâne değildir. Belki bâtıla tarafgirliktir."
Tam bu noktada Ebubekir Sifil Hoca’nın Akaid Bilinci Sohbetleri’de dikkat çektiği birşey var. Aklımda kaldığı gibi ifade edeceğim: "Şu hataya düşmememiz lazım: Dün televizyonda bir hoca dinledim, aklım karıştı. Dün bir yazı okudum, aklım karıştı. Dün elime bir kitap geçti, aklım karıştı. Arkadaşlar, aklınız çok kolay karışıyor. Bu din bize dün inmedi."
Hakikaten de Ebubekir Hoca’nın dikkat çektiği maraz ile pek hazin müptelayız. İslam’a ve bize öğretilen hakikatlere tarafgirliğimizi yitirmişiz. Daha doğrusu tarafgirliğin hayattaki okunuşu olan teslimiyetimizi yitirmişiz büyük ölçüde. Ona taraftar olmadığımız için ona sığınmıyoruz. Mustafa İslamoğlu bir şüphe attığında İmam Gazalî’ye (r.a.) sığınmıyoruz. Caner Taslaman bir galat savurduğunda İmam-ı Azam’a (r.a.) sığınmıyoruz. Salih selefimize tevekkül etmiyoruz. Karşı tarafla tarafgirliğimizi yitirmiş bir empatiyle veya ne kadar hakperest olduğu tartışılır bir objektiflikle muhatap oluyoruz. Bu da anlamaya çalıştığımız şeyin avukatı olmaya başlamakla neticeleniyor.
İnsan ancak tarafını tuttuğu şeyin bilgisini üretir. Onun bakış açısıyla bakarsa onun delillerini görür. Sahibi böyle bir tarafgirliği koruduğu sürece taklidî iman kurtuluşa vesile olur. Bediüzzaman’ın bir mektubunda ‘ehl-i tarikatın mürşidine duyduğu şiddetli muhabbetin onları koruyucu bir mahiyeti olduğunu’ söylemesi de bununla anlaşılır bence. Bu tarafgirlik yitirildiğinde, sadece taklidi iman değil, tahkiki iman da amacını yitirmiş olur. Tahkiki iman zaten bu tarafgirliği kazanmak içindir. “Neticenin kayyûmu imandır.”
Hülasa-i kelam: Tarafgirlik her zaman kötü birşey değildir. Objektiflik veya empati de her zaman iyi birşey değildir. Hem İmam Cüveynî (r.a.) hem de Bediüzzaman’ın ’yaşlı kadın imanı’ hadisini nasihatleri içinde bize hatırlatmaları, belki bu sırr-ı teslimiyeti hatırlatmak için. Çünkü annemden biliyorum: Size hiçbir delil anlatamıyor olsa da imanı kaya kadar sağlam ve sorgulatmıyor. Eh, evet, ne diyelim: Cenab-ı Hak bizi de o hadisin sırrına mazhar eylesin. Âmin.
YORUMLAR
Değerli hocam, ne zamandır yoktun? umarım sağlığınız yerindedir, ters giden, corona morna veya başka bir gaile vb bir şey olmamıştır.
Eskiden hep imanın özüyle ilgili yazmaz mıydınız, son yıllarda genelde ötekileştirici ve özünde düşmanlaştırıcı manalar okuyorum iman ve din adına sizden. bu beni korkutuyor ülke adına.
İnsan hakkı babında tarafsız çağdaş bir hukuk herkesin yaşama ve inanç hürriyetini karşılamaz mı? laik hukuk diyorlar. herkesi eşitleyen mahkemeler.. elbette bu idealde böyle. hala güç odaklarının etkisinde kalan bir hukuğumuz var..
illahi şeriat mı istiyorsunuz? dinsizler veya başka dinliler islam hukuku altında köle gibi görülüyor özünde değil mi? ganimet olarak.. böyle bir düşünce yeni yüzyıla uyar mı?
dinsiz olarak kaçmam mı gerek veya savunmam gerek çağdaş cumhuriyeti. cumhuriyetin ilk yıllarından yapılan insan hakkı ihlalleri gücü ele geçirince müslümanlar yapıyor veya yapacak bir durum var ülkede benim gördüğüm??
eskilerin fikirlerin ve ideolojilerinden kurtulabilirsek, daha güzel olmaz mı? neden illahi bir üstada tabisiniz, ben istedim ama beceremedim şahsen, her şeyde veya bir konu da eksiklik gördüm derinden derine. ne nakşiler, ne nurcu veya süleymancılar bana özünde güven telkin etmedi..
sonra da turan dursun çıktı karşıma, belki de tüm sorularımı hem sosyoloji hem de mantiki cevaplar verdi..
dinsiz mutlu olmayı başaramıyor musunuz aslında merak ettiğim bu??
saygılarımla.
en sevdiğinize emanet olun.
belkibirharfimben
Yazılarıma gelince: Yazılarımın içeriği elbette benim yaşadığım olaylara, gördüklerime, okuduklarıma göre ton değiştiriyor. Sınırların korunmasına dair endişeler hissettiğimde sınırları koruyorum. Tebliğe ihtiyaç hissettiğimde daha bir tebliğ dili kullanıyorum. O anki psikolojime bağlı şeyler. Bu konuda kalemimi akışına bırakma taraftarıyım.
Dinsiz mutlu olmak bahsine gelince. 'Dinsiz mutlu olmak' demek bana 'anlamsızlıkla mutlu olmak' gibi birşey geliyor. Anlamsızlıkla insan nasıl mutlu olur? Halbuki yaşarken herşeyi kıymetli kılan anlamıdır. Anlam lezzet gibi değildir. Bırakıp gitmez. Herşeyin boşu boşuna olduğunu kabul ettikten sonra nasıl mutlu olunabilir? Ben asıl buna şaşıyorum.
Gelelim hukuk konusuna: İslam mahiyeti gereği başka dinler gibi değildir. Hayatın her detayıyla ilgili söyleyecek sözü vardır. Fıkhı vardır. Hukuku vardır. Bu hukukun, tıpkı akide gibi veya ibadetler gibi, insanlığımın tamamlayıcısı olduğuna inanıyorum. Ama şeriatı getirmek-götürmek elimde olan birşey değil. Ben baharı dilerim. Bahar yaratamam.
Hem 'tarafsız' hem de 'çağdaş' bir hukuk olduğuna inanmayanlardanım. Çünkü çağdaş dediğiniz şey günübirliğin kölesi. Sürekli kaynayan bir kazan. Modern hukuk ancak sürekli değişerek bir ayar tutturmaya çalışıyor. Onu da başaramıyor. Bugün yaptırımlarını az bulduğumuz veya aşırı gördüğümüz onlarca yasa var. Bir ay sonra yine olacak. Bir yıl sonra da olacak. Tarafsızlık konusu da tartışmaya açılır. Çünkü hangi hukuk neyin taraftarıysa onun üzerine yasalarını bina ediyor zaten. Fransız hukuku laiktir. Amerikan hukuku liberaldir. Rusya hukuku devletçidir. İtalyan hukuku milliyetçidir vs. Ben de benimki İslamcı olsun istiyorum. Ayıp mı? Bizi kendi dinimizden utandıran ne? Ben iftihar ediyorum.
Yinsani
Hukuk, çağa uygun olmalı değil mi? İslam özelinde mezhepler bile kır kent sosyalitesine göre uyarlanmış gibi. Bazıları daha kırsal bazıları daha çok şehir hayatına uygun. Hem bu devirde bir çok bilgiye çok hızlı ulaşabiliyoruz, insan hakkı özelinde hukuğun eliti milliyetçisi devletçisi laiği dindarı olur mu??
hadi diyelim bir dinsiz bir dinli anlaşmazlık yaşadı ticarette veya başka bir şekilde. hangi yargıya gideceğiz? din yargısına mı laik yargısına mı, yoksa bu iki hukuğun çatışması haline veya taraflarımızca kabul edilmemesi halinde uzlaştırma hukuğuna başvurmak aklın kârı olmaz mı?? şeriatın kestiği parmak açıyor bu çağda hocam. yoksa kimin kime gücü yeterse mi olur son??
mesala diyeyim oğlunuz var, kızınız büyüdü okudu, 30 yaşına kadar ata ve annesinin dinine göre yaşadı evlendi. çocukları oldu, torun sevdiniz vb.. sonra aksilik oldu dinden çıktı, eşi de hala dindar. eşine boşanma davası açtı? burada hangi hukuk devreye girsin istersiniz.? dinsizliğe (bana göre terfi) eden evladınızı reddeder misiniz?
lakin şunu belirteyim eksikliğinizi hissettim sitede. ilk aklıma gelen yasaklandı mı uzaklaştırma mı aldı acaba diye düşünmeden de edemedim.. covid desen başa bela oldu..
sevindim herşeyin normal şartlar altında geliştiğine..
hoşgeldiniz yeniden..
ben buralarda takılmaya devam işte:))
en sevdiğinize emanet olun..