- 2362 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Mesnevi Bağlamında Fabl
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Mesnevi Bağlamında Fabl
Hayvan hikâyeleri üzerinden bir şeyler anlatma isteği tasavvuf anlayışında, medeniyetimizde bolca yer bulmuştur. Bu günün belgesellerinin, filmlerinin, çocuk kitaplarının, hikâyelerinin önemli bir bölümünü kapsayan özellikle evcil hayvanlar, av hayvanları, kuşlar eski zamanlarda da bolca yer bulmuştur. Tabiata, toprağa yakınlık, avcılık daha çok yaygındır. Göçebe hayatlar, tarım, et ihtiyacının önemli bir kısmını avcılıktan karşılama, yolculuk, taşıma, savaşlar hayvanlarla yakın teması daha çok zorunlu kılmaktaydı. Bu yakın temas, sözlü ve yazılı kültürde hikâyeler olarak yerini almıştır. Özellikle krallık, padişahlık dönemlerinde, ricale verilmek istenen mesaj, hayvanlar üzerinden kapalı verilmekteydi ki iktidarın gazabından korunabilinsin.
Gerek Hint, gerek Arap, gerek Fars, gerekse de Türk kültüründe yer alan hayvan öyküleri birbirleriyle etkileşim göstermiş, kaynak oluşturmuş ve adaptasyona uğramıştır. Birçoğunda hayvanların konuşturulduğu hikâyelerin yanında, bu motifler içerisinde insan gibi davranan hayvanlara da rastlanıldığı görülmektedir. Hayvan hikâyelerinde anlatılan hikâyenin özelliğine ve içeriğine bağlı olarak kısa veya uzun olabilmektedir. Kültürümüzde bu hikâyeler, ejderha, dev, anka kuşu gibi olağanüstü hâlleriyle de karşımıza çıkmaktadır. Dede Korkut hikâyelerinde hayvanlar daha çok sembolleştirildiği görülmektedir. Teşhis (kişiselleştirme) ve intak (konuşturma) sanatları üzerinden kurulmuş, insanlar arasındaki olayları anlatan, hayvanlar arasında geçiyormuş gibi ele alan ve bu yöntemle insanlara ahlak, kişilik ve karakter dersleri vermeye çalışan, insanları daha çok düşünmeye iten ibretlik hikâyelerdir bunlar.
Hz. Mevlana’nın hikâyelerinden örnekler verecek olursak; ‘eşek ahırına düşmüş ahu hikâyesi, yavru fili yiyenlere anne filin gazabı, tavşanın aklı, papağanın oyunu, avcı doğanın düştüğü durum, ağzına yılan kaçan köylü ve atlı, eşek ahırına kapatılan ceylan, deredeki balıklar, aslan, kurt ve tilkinin arkadaşlığı, dervişin eşeği, ayının dostluğu, yoksulun köpeği, kendini beğenmiş fare ile deve, Leyla’nın köpeği, deve ile Mecnun’un aşkları, serçenin öğüdü, tavus kuşunun güzelliği, eşeğin beyni, hayvanların dilini öğrenmek isteyen hayvan, fare ile kurbağanın dostluğu, yılancı ile ejderha, deve, öküz ve koç’ gibi birçok hayvan hikâyesinin olduğunu biliyoruz. Hz. Mevlana, hikâyelerini şiir (beyit) formunda yazıldığını da biliyoruz. Bu da anlatımın daha çok akılda kalıcılığı ve çok daha geniş bir okur ve dinleyici kitlesine ulaşma imkânı sağlamaktadır. Çok çeşitli derleme kitaplarında hikâyelerin ismi farklı farklı adlandırılmıştır. Daha çok hikâyenin içeriğinin anlaşılması adına bir başlık konulmuş. ‘Deve, öküz ve koçun buldukları otun hikâyesi’ gibi.
Hz. Mevlana’nın nasihat içerikli anlatımlarını örnekleyecek olursak; bir sözünde şu şekilde bir tespitte bulunur ve nasihat eder. ‘Eşeğin de, öküzün de damağında şekerden tat alacak bir kabiliyet bulunmaz. Lakin olmayana verilen nimet de eşeğe şeker sunmaya benzer. Demek ki herkesin zevki ve hoşnutluğu kendi kabınca kabiliyetincedir’ Başka bir sözünde; ‘sap ve saman yeri olan dünya bir ahıra, ona gönül bağlayanlar ise eşeğe benzer’ gibi birçok nasihat içerikli özdeyişlere konu olmuştur.
Hz. Mevlana’nın hayvan hikâyeleri o devrin halk hikâyelerinden, dini menkıbelerden, Kelile ve Dimne gibi Hint hikâyelerinden alıntılandığı da görülmektedir. Bu hikâyelerde Hz. Mevlana’nın kendi anlatım özelliklerini ve yorumlarını da görmekteyiz. Mistik öğelerin önde olduğu hikâyelerde daha çok dönemin toplumsal yaşantısına ışık tutulmakta, hayvanların üzerinden insanlara dersler verilmektedir. ‘Bir kuşun kendi cinsinden olmayan bir kuşla beraber uçmasının ve tane toplamasının sebebi hikâyesi’; bir hekim dedi ki: ‘Çölde bir karga ile bir leyleği beraber gördüm. Bu hâle şaştım ve aralarındaki birlik, anlaşma nedir; bunu anlayayım diye hâllerine dikkat ettim. Şaşkın bir hâlde onlara yaklaştım. İkisinin de topal olduklarını gördüm’ diyerek hikâyeye devam ediyor. Karga ve leylek örneği üzerinden olayın tahlilini yaparak son sözü insanoğluna getiriyor. Bazen insanların ve hayvanların eksikliklerinin, birbirlerini bir araya getireceğine dikkat çekiyor.
Hayvan hikâyelerinde özellikle kuşların ayrı bir yeri vardır. Bunların başında kutsal ve efsane kuş kabul edilen zümrüd-ü anka (simurg) başta gelir. Başka bir hayvan örneği de papağan. Diğer adıyla dudu, Hz Mevlana tarafından tuti olarak adlandırılmış ve hikâyelerine konu olmuştur. Bu bağlamda kuşlar içerisinde özellikle bülbülün edebiyatımızda, kültürümüzde ayrı bir yeri vardır. On ikinci yüzyılda yaşamış olan İranlı Şair Feridü’d-dîn Attâr’ın Mantıku’t-Tayr (Kuş Dili) kitabını zikretmeden geçmek olmaz. Hz. Süleyman’ın kuşlarla konuşması mucizeleri gibi dini menkıbelere kadar giden geniş boyutları olan bir konu.
Hayvan hikâyeleri anlatımlarında yer yer benzeşmeler gözlenmektedir. Burada kendinden önceki kaynakların okunması ve hayvanların özelliklerinin, yeteneklerinin, avlanma, korunma ve içgüdülerinin hep aynı olması etkilidir. Bu gün okuduğumuz hikâyeler ne kadar güncel gelmektedir. Kelile ve Dimne hikâyeleri iki bin sene önce bir Hint bilgesi olan Beydebâ tarafından daha çok ahlak ve siyaset konusunu ele alınmış ve bolca hayvan hikâyelerine yer verilmiştir. Eski çağların Brahmaları gibi o da öğütleri hayvanların dilinden vermiştir. Bu bağlamda Avrupa hatta dünya edebiyatında hayvanların konuşturulduğu masal motiflerinin kaynağı Hindistan desek çokta yanlış olmaz. Bu dildeki nükteli anlatım, hikâyenin gülme yanını avama, derinlik ve ders alma yanını daha çok seçkinlere, devlet ricalinin anlamasına cevaz vermektedir. Bu anlatımlarda hayvanlar daha çok mizahi bir dille ele alınır. Kelile ve Dimne hikâyelerinde hayvan motiflerini örnekleyecek olursak; ‘kudurmuş bir filden kurtulmak isteyen adam kendini kuyuya salmış, elleriyle iki dala tutunuyormuş. Ayakları içeride bir yerlere değiyormuş. Bir de ne görsün, dört yılan, başlarını delikten çıkarıyor. Ayrıca ejderha ağzını yay gibi açmış, adamın düşmesini bekliyor. Yan tarafta biri beyaz biri siyah fare iki dalı kemiriyor. Bir taraftan gözü bal dolu bir peteğe ilişiyor. O kadar tehlikeyi unutup tehlikeye tedbir almıyor ve balın tadıyla mest oluyor ve sonuçta canavarın ağzına pat diye düşüyor’ Burada kuyu, afetlere, kötülüklerle dolu dünyaya işaret ediyor. Dört yılan bedendeki dört karışıma, iki dal, bir gün mutlaka sonlanacak hayata. Siyah ve beyaz fare, eceli getiren gece ve gündüze. Bal ise insanın elde edebildiği fani lezzetlere işaret etmektedir.
Şadî Şirazî’nin Bostan ve Gülistan kitabında hayvan hikâyeleri bolca yer alır. Mesela dervişle tilki hikâyesinde tilkiye rızkın, Allah tarafından gönderilişi, dervişin rızka kolay ulaşma isteğini ve sonunda dervişin aldığı ders işlenmektedir. Mesela, ateşböceği hikâyesinde, ateşböceğini konuşturuyor. ‘Ey geceleri ışıtan mini böcek, gündüzleri nerdesin?’ Sorusuna ateşböceğinin, güneş ışınları karşısında görünmez olduğunu söyler. Başkaca hayvanlardan ibret almayı şu şekilde örneklendirir. ‘Tuzağa düşen kuşu gören bir başka kuş, artık yemlere yanaşmaz bir daha. Öncekilerin helâkinden ibret alırsan, başkası seni ibret almaz’ demektedir. ‘Katır boncuğu hikâyesi, deve yavrusu ve annesi hikâyesi, kocakarıyla kedi hikâyesi, yavrukurt hikâyesi, kedi ve köle hikâyesi’ gibi birçok hayvanları konu alan hikâyeleri vardır.
Ebu’l-Kâsım Firdevsî’nin (M.934-1020) onuncu yüzyıl’da kaleme aldığı, altmış bin beyitlik eseri olan Şâhnâme’de (Şahların Kitabı) yılan (Mâr), gösterişli at (Rahş) ve efsanevi kuş Sîmurg’a yer verdiği görülmektedir. On beşinci yüzyılda yaşamış olan divan şairi Şeyhî’nin Harname’sinde de hayvan hikâyelerine yer verilmiştir. Arap ve İran başta olmak üzere Orta Doğu halklarının masallarından olan Binbir Gece Masalları’nda; ‘eşek, öküz ve çiftçinin öyküsü, büyülenmiş genç adam ile balıkların öyküsü’ gibi. Özellikle ‘eşek, öküz ve çiftçinin öyküsü’nde ki anlatım ve tekniğinin Beydabâ ve Hz. Mevlana anlatımına ne kadar yakın olduğunu görüyoruz. Binbir Gece Masaları’nda daha çok köpek, kuş, yılan, maymun, katır ve balık gibi hayvanlara rastlıyoruz. Bu hayvanlar daha çok peri gibi, büyü gibi rollerde yer alıyor. Andersen Masalları’nda; ‘ördek çiftliği, kelebek, salyangozla gül ağacı, kurbağa’ gibi fabl örneklerini verebiliriz. Şinasi’nin ‘arı ile sivrisinek hikâyesi, eşek ile tilki, karakuş yavrusu ile karga’ hikâyelerini örnek verebiliriz. Bunların dışında eski Yunan masalcısı Ezop, Fransız yazar La Fontaine, Tanzimat dönemi yazarlarından Ahmet Mithat Efendi gibi yazarlar hayvan hikâyelerine (fabl) ürünlerinde bolca yer vermişlerdir.
Bir yerlerde kuş sesleri azaldığında nasıl ki orada yaşam değerini yitiriyorsa, hayvan dostlarımızın da olmadığı bir dünya elbette ki tasavvur edemeyiz. Bu bağlamda gerek Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sinde gerekse de öncesi ve sonrası birçok kaynakta özellikle doğada ve avcılıkta gözlemlenen hayvan maharetleri ele alınıp hayvanlar arasında kıyaslamalar yapılmaktadır. Bu anlatımlarda genel manada nasihat ve didaktik gayeler güdülür. Dinleyenlerin, okuyanların; hikâyelerin özünü anlaması, içeriğinin doğru yorumlanması ve mucibince amel edilmesi öncelenip olayların künhüne vakıf olunması arzulanmaktadır. Tarihten alacağımız tecrübe ve deneyimlerin mümbit örnekleridir bu hikâyeler. Tekâmül ve medeniyet olarak göklere çıkabilmenin yollarından bir tanesi de köklere inmekten geçtiğini unutmamak gerekir.
Kaynakça:
1. Şadî Şirâzî / Bostân ve Gülistân
Hazırlayan Osman Koca / Beyan Yayınları -2008
--
2. Kelile ve Dimne / Beydabâ-İbnü’l-Mukaffa
Çeviri-İnceleme Said Aykut
Şule Yayınları – Temmuz 2009
--
3. Mesnevi Hikâyeleri / Mevlana Celaleddin Rumî
Hazırlayan Şefik Can /Ötüken – 2003
--
4. Mesnevi’den Seçme Öyküler / İskele Yayınları - 2005
İlkay Coşkun
15.08.2020
YORUMLAR
Hiçbir konuda geçmişi yok sayamayız, çünkü her gelecek geçmişin üzerine inşa edilir. Bu, geçmişe nasıl baktığımıza göre değişir; ders almak ya da örnek almak!... Ama mutlaka geçmişten bir şeyler almak gerekir!..
Fabl'lar...
Edebiyatın vazgeçilmez ögeleridir.
İnsan dışı bir ögeyle insanı anlatmak, ona ders vermek, mesaj göndermek daha tehlikesiz ve belki de şık olduğu içindir ki yüzyıllarca bu yaklaşımla eserler verilmiş.
Bilinen en büyük gerçek: FABLLAR BASKICI REJİM DÖNEMLERİNİN ÜRÜNLERİDİR.
O nedenledir ki ( özellikle tek elden yönetimin olduğu dönemlerde ) kral - imparator - şah - padişah... eleştirilemeyeceğine göre ( ağır bedeller ödenecek çekincesiyle ) aslanla fare anlatılmış. Bir kralın gün gelip bir köylüye muhtaç olabileceği açık açık söylenemese de bu yolla hissettirilmiş.
Özellikle Beydaba - Ezop - La Fontaine ve bizden de Mevlâna - Ahmet Mithat Efendi ile tarihsel bir çizgi oluşturduğumuzda Tanzimat'la başlayan özgürleşme, ve özgür düşünmenin ( bedel ödense bile ) söylenmesi sonucunda artık bu türler dünyada da bizde de pek verilmiyor.
Ama verilmiş örneklerden 'insanlık adına' çıkarılacak derslerden de kendimizi mahrum bırakmak, düşünce ve duyuş dünyamızın zenginleşmesine engel olmak demektir.
Emek verilen bir çalışma.
Paylaşımınız, yeterince yorum alamamışsa da okuyanların nasiplendiklerini ve bu dikkatle değerlendirdiklerini düşünmek istiyorum.
Açık ve duru bir dille ve çok anlaşılır bir anlatımla kaleme aldığınızı paylaşımınızı ve 'Günün Yazısı' taltifini kutlarım İlkay Bey.
Saygılarımla.
İlkay Coşkun
Edebiyat Defteri'nde çok aktif olamadığım için yorum alma sayım düşük evet.
Yazıların yorum alma sayısı genel anlamda düşük oluyor zaten.
Teşekkür ederim. Selamlarımla.
Yazının içinde adı geçen eserlerdeki bazı bölümlere aşinalığım var. Orijinal dilinde okumak da başka keyiflidir...
Yine şahsınıza münhasır, zarif, akıcı ve bilgi yüklü idi. Bunu daha önce dile getirdiğimi çok net hatırlıyorum ama olsun, sonuna kadar aynı fikirdeyim; en sıradan, en sıkıcı gibi görünen konular, siz kaleme aldığınızda, su gibi akıp gidiyor... Kavga, siyaset, dedikodu, aksiyon olsaydı, yazının altı yorumlarla dolu olurdu. Neyse ki seçki kurulu farkına varmış elit kalemin ve hakkını vermiş.
Sizi okumak, bir ayrıcalık!
Kutluyorum saygıyla...
İlkay Coşkun
Edebiyat Defteri yöneticilerine de teşekkür ederim.
Yazıları okuma zorluğu nedeniyle şiire göre, aforizmalara göre okunma sayısı genelde az oluyor. Bu da normal gerçi. Bilgisayar ekranından, kısa bir şiiri, aforizmayı kolaylıkla okunuyor ama özellikle uzun yazıların okunması çok güç oluyor. Ben daha çok keyif aldığım kitap, dergi üzerinden okuyorum. Bir de internet ortamında 'al gülüm ver gülüm' mantığı ister istemez uygulanıyor. En azından ilgilisiniz okuması bile yeterli. Selamlarımla.
İlkay Coşkun
'Mesnevi bağlamında fabl' yazı başlığım. Bu konuya altyapı oluşturacak kitaplar okudum. O doğrultuda yazımı yazdım.
Sizin bahsettiğiniz konuyla bir alakası yok bu yazının. Hani bir hikaye anlatılır. Bir kral, yaşlı insanların ülkesine yük olduğunu düşünmüş ve bütün yaşlıları öldürtmüş. Bir süre sonra yaşlı insanların tecrübelerine ihtiyaç duymuş ve öldürttüğüne pişman olmuş. Hep geçmişte yaşamak, hep mazi üzerine odaklanmanın yanlış bir tarafı elbette var ama gerek İslam medeniyeti, gerek Avrupa medeniyeti önceki medeniyetin öğretileri, tecrübeleri, birikimleri üzerinde büyümüştür. Bunu unutmamak gerekir.
Her hatayı, her bilgiyi yaşayarak tecrübe edecek kadar uzun hayatımız yok.
Hem geçmişin birikimlerinden hem de bu günün biliminden, kültüründen faydalanmak gerekir. 2020 yılını da, Cumhuriyeti de dünü de bu günüde yazmaya çalışıyoruz.