- 546 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
LÜTFEN OKU !
Çok soru soran çocuklara ne olur kızmayın. Öğrenmenin en kolay yollarından birisi de merakla yöneltilen sorulardır elbette.
Bir çok anne ve baba bu sayede büyümüşlerdir. Çocuklarına mahcup olmamak adına da olsa öğrenmeye mecbur kalmışlardır.
"Bilmiyorum!..."
Evet " Bilmiyorum" cevabı çok zor gelir anne ve babalara. Umreden gelmiş bir arkadaşını ziyaretten gelen annesine merakla sormuştu Elif.
Belli ki oyun oynarken sohbeti dinlemişti çaktırmadan. O güzel ve çok özel yolculuktan dönen Aynur Teyze heyecanla anlatıyordu orada yaşadıklarını.
"Ayy! insanlar birbirlerini ezdiler. Kabir ziyareti yapmak böyle olmamalı diye düşündüm.
Hatta kadının birisi düştü kalkamadı. Son anda iki kadın ellerinden tutup yardım etmeseler ezilecekti zavallı. Yaşlı ve zayıf bir kimseydi zaten.
Allah’ım çok korkunçtu. Çok zorluk çektim. Medine ’de dört gün kaldık. Ve her gün ikişer kez ziyaret ettim efendimizi.
"Şükürler olsun Rabbime," derken gözlerinin içi ışıl ışıldı.
Çok huzurluydu. Dinimizde kabir ziyaretinin yeri ve önemi neydi? Sevap mı? Günah mı? Peygamber efendimiz bizlere bu ziyaretler nedeniyle cennet vaat etmiş miydi?
Hiç bir soru yoktu kafasının içinde. Hiç bir şey merak etmiyordu çünkü.
Elif bu anlatılanlardan ne anlamıştı peki? Yarım yamalak bir şeyler anlamıştı tabi ki.
Kafasının içi sorularla dolu olarak dönmüştü misafirlikten. Annesine soracaktı en kısa zamanda.
Yarım yamalak bilgilerle yaşamlarını sürdüren ve merak edip araştırmayı hiç bir zaman aklından geçirmeyen o kadar çok büyük vardı ki...
Çocuklar sormaktan hiç utanmıyorken büyükler neden utanıyorlardı peki. Duyacakları cevaplardan korkuyorlardı belki de.
Bazı şeyleri bilmemek daha kolaydı çünkü. Böylesi daha çok işlerine geliyordu zira....
Kabir ziyareti yapmak ve kısa yoldan cenneti garantilemek mesela. Ne kadar kolaydı.
Eğer bazı gerçekleri öğrenirlerse umutlarını da kaybedeceklerinden korkan bu insanlar, haklı olarak gözlerini ve kulaklarını sıkı bir şekilde kapatmışlardı.
Elif yarım yamalak dinlediği sohbetten etkilenmişti.
" Anneciğim neden insanlar birbirlerini eziyorlarmış? Yaşlı kadına yazık değil mi? Neden sırayla girmiyorlar? Biz okulda kantinde sıraya giriyoruz. Hiç kimse kimseyi ezmiyor. Onlar nereye girmek için birbirlerini çiğnemişler anne?
İnsanlara zarar vermek günah değil mi anne?
Annesi şaşkınlıkla baktı kızına."Dur kızım yavaş ol! Tek tek sor!" İçinden bu şekilde düşünürken dışından ise sadece gülümsedi.
Acı acı gülümsedi Elif’in annesi Özlem Hanım. Arkadaşının anlattıklarını koyun gibi dinlemiş ve arkadaşına hiç bir soru sormamıştı. Kendisine çok kızmıştı şimdi.
Parmak kadar çocuk bile merak etmişti. Öğrenmek için soruyordu. Peki kendisi neden hiç merak etmiyordu; hiç bir şeyi.
Öğrenmekten korkuyordu işte tüm büyükler gibi. Ne cevap verecekti şimdi kızına. İçinden kem küm etti durdu. Küçük Elif gözlerini dikmiş annesinin konuşmasını bekliyordu.
Açık olan pencereden baktı medet umar gibi. Bahçeden gelen çocuk sesiyle rahatladı Özlem Hanım:
"Eliiiff! Hadi bahçeye çık, oyun oynayalım!
Kızının arkadaşı Melisa’nın sesiydi bu. Elif sorduğu soruları çoktan unutmuştu. Ok gibi fırladı, koşarak çıktı evden.
Annesi yanılıyordu ama. Unutmamıştı Elif; sadece ertelemişti. Çocuklar bazı şeyleri asla unutmazlardı.
Soru sormaktan korkmadıkları gibi alacakları cevapları da kendi çıkarları uğruna öğrenmemezlik etmezlerdi hiç bir zaman. Sormaktan korkmazdı çocuklar.
Çok masumdu çocuklar. Büyükler gibi düşünmez, onlar gibi oyunlar oynamazlardı. Üç maymun oyunu tam da büyüklere göre bir oyundu.
Büyükler gibi içten pazarlıklı da değillerdi ve üç maymunu da oynamazlardı asla.
Çocuklar her şeyi öğrenmek istiyorlar büyükler ise işlerine gelmiyorsa cahil kalmayı yeğliyorlardı inatla.
Ve büyüklerin böyle olmasından çıkar sağlayan bir takım büyükler de yine üç maymunu oynar gibi yaşıyorlardı ömürlerini ve yaşatıyorlardı ne yazık ki...
O gece bir rüya görmüştü Özlem Hanım.
Çoook geniş uçsuz bucaksız bir yer, ve her yer çiçeklerle kaplı. Papatyalar...
Bembeyaz papatyalarla dolu bir kırda bir sürü insan çiçeklerin üzerinde koşuşturuyorlar.
Çiçekler eziliyor. Ezilen çiçeklerden feryat sesleri yükseliyor gökyüzüne.
İnsanlar hiç ama hiç umursamıyorlar. Bu insanların tek bir hedefi var. İlerde çok uzakta bir yerde yeşil bir bez asılı ve o beze dokunup öpmek için birbirleriyle itişip kakışıyorlar. Tek amaç bu.
Çiçekler ezildikçe kan akıyor yeşil yapraklarından. Bembeyaz papatyalar kıpkırmızı bir renge boyanıyorlar.
Özlem Hanım aynı şey için yani yeşil beze hiç olmazsa bir defa elini sürmek için koşmaya başlıyor.
Ama küçük bir el tutuyor eteğinden. Koşamıyor geriye dönüp bakıyor. Kızı Elif ağlayarak:
"Anne ezme insanları!
"Hayır kızım bak! Onlar sadece çiçek! Gitmem lazım. Dokunup bir kez öpüp geleceğim. Sen beni burada bekle tamam mı?
"Hayır anne! Onlar çiçek değil ki! Bak ne olur. Tekrar bak! Onlar insan!
Tekrar bakıyor ve yerde kanlar içinde yatan insanları görüyor. Şaşkınlıkla bakarken inkar ediyor.
"Hayır! Onlar sadece çiçek..!
Koşmaya başlıyor. Yeşil bezin üzerinde bir yazı beliriyor o sırada. Yazıyı okuyor ve kızına dönüp bakıyor. Kızı ağlayarak haykırıyor:
"Anne bak! Yazıyı oku anne! Bana dokunun, beni öpün yazmıyor! Bak anne iyi bak..!
"Oku Yazıyor..!
Özlem Hanım tekrar okuyor yeşil bezin üzerinde ki o yazıyı.
Yerlerde papatya başlı insanlar elleriyle aman dileniyorlar üzerlerinde koşuşup duran insanlardan.
Rüya böyle devam ediyordu. Lakin hiç kimse duymuyordu ve görmüyordu.
Sadece hedefe ulaşmaya çalışıyorlardı. Ayakları altında patyalar ezilirken kızının sesi yankılanıyordu kulaklarında...
"Ne olur anneciğim; Lütfen OKU..!
...
YORUMLAR
Asude Hocam Kaleme aldığınız "Lütfen oku !" yazınızı Diyanet İşleri başkanlığı online sitelerinde paylaşın!
Paylaşın, bir emir bir rica değil sadece samimi bir dilek. Kutsal Topraklara gidenler, bilimsel araştırmalardan habersiz inanç turizmine katıldıkları için, orada yaşananlar gerçekten içler acısı.
Halbuki bilim Mekke'nin sırrını çözmüştür. Araştıran oraya çözülen sırrı bilerek giden asla birbirini ezmez.
Elbette ben burada o bilimsel sırları yazmayacağım. Onu Atatürk'e "lanet eden" Erbaş açıklamalı.
Şunu ifade etek isterim ki, bilişim çağında, insanlarımız orta çağdaki insanlıktan çok çok daha geride.
Kaleme aldığınız yazı harika şeyler anlatıyor okuyan ve anlayana. Sizi yürekten kutlarım.
Saygımla
asude_vuslat
Saygımla"
demişsiniz
yazımı
ne demek istediğimi anlamanıza çok sevindim
yorumunuz benim için çok önemli
değerlendirmeye alacağım
teşekkürler...
Ders alınması gereken bir yazı...
Hani şu çocuklardan beklenmeyen sorular konusu beni çocukluğuma götürdü...
İlkokulda tarih dersinde Romalılar ve Hristiyanlığın doğuşu konusu geçiyordu.
Bir çocuk parmak kaldırarak sordu öğretmene.
"Öğretmenim, Hristiyanlığın esasları nedir?"
Hani İslamın 5 şartı var ya... Hristiyanlık da bir din olduğuna göre onun da öyle şartları olmalıydı.
O zaman çocuktuk ve bir çocuğun böyle bir soruyu akla getirmesine şaşmıyorduk.
Ama şimdi şaşıyorum.
İlkokul çocuğunun psikolojisi ise öğretmenlerinin her şeyi bildiği şeklindedir.
Öğretmen bu güveni zedelememekle yükümlüdür.
Aklımda kaldığı kadarıyla öğretmenin verdiği cevap: "Hristiyanlık da ilk geldiğinde İslam gibiydi. Yani İslamın 5 şartı onlara da gelmişti. Daha sonra bu bozulduğu için yeni bir peygamber geldi."
Paylaşım için teşekkürler...
asude_vuslat
yorumunuzla yazıma destek olmanız benim için çok önemli
saygılarımla...
Evet maalesef pek çoğumuz çocukları dinlemiyoruz çünkü çocukların Tabula rasaları boştur ve gòrerek öğrenerek bunu dolduruyorlar o bellekte güzel bir yerimiz olsun istiyorsak çocuklarımıza doğru cevaplar vererek onların faydali kişilikler kazanmasına vesile olmuş oluruz. ..güzel anlamlı yazınızı Tebrik ederim Asude hanım
asude_vuslat
beğenmeniz beni mutlu etti
saygılarımla...