yazı yazmak 2 olsun başlığımız da.. oldu mu acep, konuyla bir bütün mü?
Acıdığı kadar acıtır gönüller, diller. bazı büyük insanların da çekemeceği yükler vardır. Ne yükü bilinmez ki, kalp yükü diyebilir miyiz, elbette eşek değilse zihin, eşekten özür dilerim yine de, keşke bir anırsa da duysam, eşek de yok ki şehirde, neyse diyerek devam edelim; bu yükün ne olduğunu anlatan saçmalıklar değil aslında, geçmiş tarihin içinde söylenen sözler saçmalık mıdır, saçmalık demek bile yalan olabilir, Tanrı yükü demek ne derece doğrudur ki..
yazacak pek bir şey de yok aslında. aslında, asıl demektir. asıl olan nedir, sorusuna verilen cevapların değerini yitirdiği bir çağ yangınındayız. bu çağın çıkışı yok gibi, göremiyorum şahsen. neden, kör müyüm. hayır kör değilim. yazı yazabilen bir insan, kör olabilir mi?
peki sağır mıyım, cahil olabilir miyim, içimde bir canavar büyüyor olabilir mi üstad? belki.. lakin nasıl bir canavar ki bu, canavarlığına örnek yok, yoksa canavar bir gözle baktığı için mi, canavarlık göremiyor kendinde. canavar; anadoluda kurdun diğer ismidir. van gölü canavarımız da vardı bir ara basında. dinozorlar, canavar sayılır mı, sansarlar, sırtlanlar, domuzlar, belki horoz ve tavuktur bit pire veya soğulcan için.. sahi insanın canavarı ne olabilir? tanrı mı? yoksa diğer insan veya hayvan bitkiler veya bakteri virüsler mi bizim de canavarımız??
transfer olabilir futbolcular, bugün giydiği formanın yarın değişmesinin nedeni; para kazanmak mıdır? bilemiyorum.. yıllarca aynı formayı giymiş futbolcular aynı takımda jubile denen bir şey yapıyorlar, hayır hayır, yaptırıyorlar.. peki yaptıranlar kim.. futbolcu üzerinden dönen rantı ne ile açıklayabiliriz..? kazan kazan politikası mı?
sizlere bir sorum var, hayatta en ilginç bulduğunuz şey nedir?
kişiye göre değişir mi? bebek için farklı, çocuk için farklı, genç, orta yaş, olgun, ihtiyar için bu ilginçlikler değişebilir mi? belki, insanların düşünme kapasitesine göre de değişebilir yaştan ayrı olarak. hiç sordunuz mu kendinize? insan, neden; hayvan ve bitkileri taklit ederek yüzlerce yıllık bir kültür kurabildi ve hala bu kültürden kurtulamadık. daha hayvan ve bitkileri taklit ederek düşünüyoruz değil mi? onları anlamaya çalışıyoruz, çoğunu da yemek için kullanıyoruz aslında. sahi, cansız demek, ne demektir, azizim?
bir soru daha, belki geçmişte de mutlaka sorulmuştur, lakin cevabı alınamayan her soru insan için yeni sorudur. okunan her kitap ilk okunduğunda yenidir.. sonra eskir. eskimeyen kitap bulanabilir mi dünyada? Tanrı canlı mıdır, ölü müdür? canlılık belirtileri ile ölülük belirtilerini bana anlatabilir misin üstadım, dostum, arkadaşım, sitedaşım veya y Kuşağı bu soruya nasıl cevap verir, cevaplar da yaşa veya bilgiye göre değişir mi? elbette dediğini duyar gibiyim.. o zaman cevap değişikse, cevap vermenin veya aramanın nedeni nedir.
kör bağnaz diyorlar, itaat edenlere.. kim diyor ki bunu, yani neden itaat, kim sizden üstün olabilir ki, atanız, anneniz, kardeşiniz, eşiniz, çocuğunuz, hayalini kurduğunuz biri olabilir mi itaat ettiğiniz..
yine çıkmaz sokaklardan çıkış bulduk, daha doğrusu bulan bulduğunu sanıyor, lakin kendini kandırıyor sadece, belki de yaşamış, yaşayan ve ölen herkes kendini kandırıyor olabilir. ölüler nasıl kandırabilir kendisini veya sizi.. off çekmek sorun değil, zihnen bir off çekebilirsiniz, kalben de, dillen de..
yazı yazmak için yazdım. yazmış olmak için.. belki mış gibiydi yazım. yine burada -m harfi benlik çağırıyor.. lanet olmasın daha benliği, kendimi aşamadım mı ben. peki, siz kendinizi aşabildiniz mi efendim..
klavyeyi bıraksam yine bitmeyecek harflerin yan yana dizilmesi.. en iyisi klavyeyi kendi haline bırakmak.. lanet gelsin.. başı boş bir tanrı’nın işlediği suçların cezasını neden insanlar çekiyor. nereden biliyorsun tanrı’nın başı boş olduğunu.. Yalnız kalan başı boş değil midir dostlar. tanrı için de öyle derler, yalnızdır o.. atası anası belli değildir veya yoktur deriz.. lanet bir düşünce.. tümden gelim mi, tüme varım mı.. yine pat oluyorsunuz işte. yenişemiyorsunuz. o zaman bir dahaki sefere veya güne, aya, yıla, asırlara, on binler yüz binlerce yıla lanet olmuş olacaktır. ki olsun bence de...
bu arada daha-ki derken; -ki ayrı yazılmalı gibi duruyor ama bence dahaki; bitişik yazılmalı. çünkü daha kelimesinin ilgi eki oluyor bitişik yazınca veya sahipliği.. yani "dahaki" olarak yazılmalı. yanlış mıyım acaba.. lakin otomasyon pardon yazı bölümü ayrı yaz diyor. bu bilgisayarlar her şeyi doğru bilebilir mi? bilgiyi saymak, say say bitmiyor.. bu durumda da daha fazla uzatmaya gerek var mı.. "durumda da daha" 3 adet -da hecesi yan yana gelince okumak bile zor, şöyle ki anlayabileyim. -da rusçada, evet mi demekti.. bu sorunun cevabı da yes olabilir belki.. bilemiyorum ki..
neyi seviyorsun sahi kuzum, kurdum, kuşum.. neyi seviyorsun sen? söyler misin bana.. sevgi nedir efendim? daha şiddetlisine aşk deniyor.. yıkıcı bir tsunami veya her şeyi toz eden büyük deprem gibi aşk denilen sanırım..
aşktan gözü kararana ne denilir ki.. deli mi veli mi yoksa hiç veya her mi..
hadi berber fazla uzatma, bilgiyi kazıyalım zihinden.. mümkün mü?? yoksa cerrahlar mı yapmalı bu zihin kazıma işini..
bu kafa neden bu kadar ağır geliyor bana, bu gönül denen neden haddinden fazla ağır. neden eziyor insanı.. ne zaman biter bu işkence..
saygılarımla
iyi geceler.
YORUMLAR
Neşıldaşim bunca soruyla o zihin nasıl dinlenir ki...uyku da tutma tabii ki insanı..
Ben genelde şöyle düşünürüm; asıl soruyu, yani cevabını bulamadığın o asıl soruyu unutmak için başka başka daha gereksiz sorular türetiyor zihin. Bir bakıma kendini koruma mekanizması...
Sonra sorular çoğaldıkça cevapsizliklar çoğalıyor çünkü o soruların hiçbir zaman net bir cevabi olmayacak zaten...surekli değişen hatta kişiye göre, mekana göre, yaşa göre, başa gore değişen cevaplar...
diyeceksin belki de cevaplar böyle çok değişir mi....değişir be nesildaşım değişir...geçerliliğini kaybediyor her şey zamanla...
Diyeceğim o ki; senin zihnin bu haldeyken bile yazıyorsun ya asıl başarı bu bence..ben yazamam böyle karmaşıkken...uzaklaşıyorum, yabancılaşıyorum....anlami kalmıyor...
Yazsam ne yazmasam ne...okumaya geliyorum en azindan ucundan kıyısından hissedecek bir şeyler veriyor bana..
Işin sonunda ölümü bekleyen bir kuşağız sadece...
Sen yaz nesildaşım böyle karıştığı kadar vardır bu düğümü çözecek bir şeyler de. Kim bilir??? Belki kimbilir..
Sağlıcakla...
Yinsani
y kuşağından
Evrim, yani tek hücreli canlıların önce suda yaşama tutunması ve sonra karaya çıkması ve sonra da uçmasını içeren bir düşünce sistemi, bu düşüncenin üst modelinde insan var. Akledebilen, ayırabilen, bütünleştirebilen, sentezleyebilen bir canlı olarak,değiştirme gücüne erişmiş bildiğimiz en üstün varlık dünyamızda.
Evrime göre, insanın yapması gereken bir sonraki atılım, hem suda hem de gökte malzemeye, mekaniğe ihtiyaç duymadan yaşaması, bunun yanında karada giysiye gerek duymadan hava koşullarına adaptasyon sağlaması gerekiyor. Balık insan, kuş insan, yırtıcı veya yırtıcı olmayan hayvansı insan modeli. Bu gelişime bağlı olarak fiziki olarak sağlamlaştırılmış, çeliğe benzer bir deriyle kaplanması ve uzuvlarının mekanikleşmesi.
Burada Evrimin, Tanrıyı da bir canlı olarak görüyor düşüncesine ulaşabiliriz. Tanrı’nın da evrimleştiği hipotezinde bulunabiliriz ancak şimdilik kanıtlayamayız.
Tanrı evrimleş midir? Tanrı nedir?
Sorularına cevap arıyorum. Sadece düşünsel olarak. Benim şahşi düşüncem ise Tanrı’nın öldüğü ancak sisteminin bir şekilde çalışmaya devam ettiği.
**
Bilgisayar teknolojisine ulaşmamız belki de 50 bin yıllık bir zaman aldı güneş takvimine göre tabii ki. Çoğu makalede ve anlatımda evrim için belirtilen milyon ve milyar yıllar içinde çok çok küçük bir zaman dilimi. Sonuçta leyleklerin bizi getirmediğini biliyoruz ve insan üretimi üzerinden çalışıyoruz binlerce yıldır.
Yapay zekaların ve robotların sisteme girmesi ise insanı atıl duruma veya bir alt tür konumuna getirecek gibi bir endişe var. Birey için yersiz olan bu endişe ise, insanlık için ise gerekli bir endişedir. Yapay zekanın kendi enerjisini üretmesi ( ruh ve öğrenme) insanı tamamen devre dışı bırakacak.
İnsan beyninin daha haritalandırılmaması veya haritalandırılamaması ise en büyük eksikliğimiz. Düşünüyoruz ancak nasıl düşündüğümüzü bilemiyoruz. Akıllı, mantıklı, vicdanlı bir cahiliz aslında. Tüm gerçek buna çıkıyor.
**
Kutsal kitap okumalarından ise karşımıza çıkan sonuç; insanın devamlı hataya meyilli ve vahşi olduğu. Kutsal kitaplardaki; düşünmüyor musunuz, akletmiyorsunuz hitabı ise sanki kedinin fareyle oyunu gibi bir oyun çıkarıyor karşımıza. Sanki dünya denen gezegende kobay varlıklarız hissini siz de yaşamıyor musunuz hiç? Tanrı oyuncağı bir dünya, içinde doğa, bitki, hayvan. Kutsal kitaplar bize peygamberlerin bir nevi öğretmen olduğunu anlatıyor, seçilmiş ve aramızdan çıkan öğretmenler. Bu seçimin ise neye göre yapıldığını bilemiyoruz çünkü bilinen tarihlerde herhangi bir sınav metodu veya ayırma, eleme metodu yoktu. Tanrı seçti birilerini, bir ilaç verdi ve ilacı olan diğer insanlara göre daha fazla öngörüye sahip oluverdi. Ve tabii ki Tanrının insandan istediği, kulluk. Yani itaat, sınırları belirlenmiş bir davranış ve sözler kümesi içinde yaşam. Bu kümenin dışında ise, zulmün olduğu söyleniyor. Kutsal kitaplarda, nasıl düşünmemiz gerektiği anlatılıyor. Lakin düşüncemizi, kendimizi geliştirmemizin yolu gösterilmez. Buradaki sorun Tanrılık egosu olarak karşımıza çıkıyor. Ben de bunları yazarken aslında, Tanrıyı eleştiriyorum. Yaratılan, yaratanı eleştiriyor veya suçluyor yani. Ancak kutsal kitaplarda vrilen düşünce sisteminde daim olarak insnaın kendini eleştirmesi istenir? Ben nerede yanlış yaptım, ben Tanrımı neden anlayamadım, neden dinlemedim gibi bir muhasebe.. Son iki din özelinde de buna, günah çıkarma veya tövbe deniyor.
**
Sonuç olarak; Kısa bir ömür süresinde ne evrimi ne de dinsel düşünceye tam tamına kavuşabilmemiz imkansız. O yüzden yaşamı uzatma çalışmaları yapıyoruz. Karın doyurmaktan ziyade, doyrulmaya ihtiyacımız kalmayan bir yaşam formu düşlüyoruz. Çalışmak yok, uğraş yok ancak daha iyi ve yüksek bir tür olma çabamız var. Bunu da insanın düşünme kapasitesini artırarak yapabiliriz.
İnsanın zayıflıkları nelerdir?
Acı hisseden bir deri.
Yeme ve boşaltım isteyen ve deriyle kaplanmış bir beden.
Sınırlı bir duyuş, görüş ve düşünce içinde hapsedilmiş bir tutuklu, mahkum.
***
o bana desin ki
sen de bana de ki:
*