- 408 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KÜLLERİMDEN DOĞUYORUM
Her bitişte güçleniyorum, güçlendikçe güçsüzleşiyor, güçsüzleştikçe güçleniyorum. Her yanışımda kül oluyor ve sonra küllerimden yeniden doğuyorum. Kaybettiklerim oluyor her yanışımda, elbette. Havada uçuşan, yavaşça başka diyarlara yol alan küllerim asla geri dönmemek üzere selamlıyorlar beni. Bazıları daha sadık uçup kaçan dostlarına göre, yanımda savaşmaktan ve ne olursa olsun yenilmekten hiç korkmuyorlar, güveniyorlar bana, çünkü biliyorlar eski benden de daha güçlü olacağımı. Doğrusu minnettarım yanımda benimle kalanlara, yoksa onlar olmadan nasıl yeniden doğarım ki ben…
Minik ellerini yavaşça gezdirdiğin ellerimin arası boş artık. O araştıran güvendiren, usulca dokunup hassas tenimde dans eden baş parmağın nerede? Ya dans ederken şakırdadığın o güzel, ince sesli melodi ya o? Kim bilir neler anlatıyordu, neler haykırıyordu bana farkında olmadan. O ruhumu derin bir uykuyla dinlendiren sesleri de yok artık ellerinin kulaklarımda. Bir insana benzetiyorum elleri’ni, bizim bir parçamız ne de olsa, konuşuyor, hissediyor, seviyor, seviliyor, korkuyor… Bazen sımsıkı sarılırlardı birbirlerine, kulaklarına fısıldarlardı “Beni asla bırakma.” ve her sarılışlarında, daha da bağlanırlardı birbirlerine kulaklarındaki seslerle birlikte. “Beni bırakma, beni bırakma.”
İnsanın doğuşundan gelen yalnızlık korkusu ayrılık korkusuyla birleşiyor ellerimizden vücudumuza sinsice yayılıyordu. Küçük, küçücük bir dokunuşla ya da masumane bir bakışla hiç bu kadar anlamlı şeylerin anlatılabileceğini tahmin etmezdim. Bir bakış hatırlıyorum ki, vücudumun her bir hücresinde şiddetle hissettiğim sesleriyle “Beni bırakma” diye haykırıyor ve çığlıklarla yankılanan sesleri yavaşça yok oluyor bakışlardaki çaresizlikle beraber. Yalnız kalma, bırakılma korkusu asla bırakmıyor insanın peşini. Sevgi ipine tutunabildiği zaman düşmekten de kurtuluyor insan bu karanlık kasvetli kuyuya.
Her bedende yeni bir dokunuş, her dokunuşta yeni bir beden gördüm ben. (Aldandım belki de) çünkü geçmişin izleri, bizim göremeyeceğimiz, dokunamayacağımız kadar derinlere saklanmış hep, kandırılmışız, yanılmışız istemeden, geçmiş geçmişte kalır sanmışız. Her dokunuşta, her bedende yanılmışım aslında, aldatılmışım. Ya da ben kendimi böyle avutmuşum, şu gerçeği hep saklamışım kendimden; insanın bir yılan gibi derisini değiştiremediğini görememişim. Bu yüzden hiçbir zaman silinmiyor aslında izler, bu yüzden silinmiyor sesler, sözler, bakışlar, dokunuşlar, öpüşler…Sadece saklanıyor kimsenin inemeyeceği düşünülen bir yerlere. Ve kimse de buralara inemiyor zaten, inse de indiğini, nerde olduğunu bilmiyor. Belki en kötüsü de bu, farkında olmadan orada olmak, onlara dokunmak, onlarla delicesine sevişmek, en büyük tutkularımızla çılgınca sarılmak.
Bilmezdim tanık oluncaya kadar geçmişin ruhunun buralarda saklandığını, bencilliğimin güçlü ruhuyla anlamsız bir savaş verdiğini. Evet bir savaş var ortada ve fakat galibi yok bu savaşın. Hiçbir zaman da olamazdı. Bir ruh başka bir ruhu öldüremez yok edemezdi ki…Yine bedenim erir, yanar kül olur, binbir parçaya ayrılır soğuk rüzgarlarla, bir sıcaklık, bir kıvılcım bulabilmek için sıcak bulduğu her şeye sarılır yeniden doğardı. Her bitişte güçlenir güçlendikçe güçsüzleşir güçsüzleştikçe güçlenirdi. Her yanışa yok oluşa inat soğukta titreşen alevlerin arasından bir ses yükselirdi, duyuluur duyulmaz “Beni unutma, beni hatırla!..”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.