- 395 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
KİTAPLAR DA AĞLATIR
KİTAPLAR DA AĞLATIR
1967 yılında ilkokul üçüncü sınıfta iken kendi harçlığımla aldığım ve kitaplığımın baş konuğu olan kitabı halen saklıyorum.
Ülkemizin semalarında çoğu dönemlerde kara bulutlar hiç eksik olmadı. 1970 li yılları felaket olarak bilinen ülkemizin kaybolan yılları olarak her zaman hatırlayacağım. Bölgemizde yaşadığımız sıkıyönetimler nedeniyle öğrencilik yıllarımda köyümüzün "Nayde Bacısı" anamın tandırı veya odun sobası korku salan kitaplarımız tarafından ısınırdı. Sağ ya da sol fark etmez yaşadığım bölgede "kitapsa yasaktır" anlayışıyla ülkemizin güçlü yazarlarının emeğiyle okuyucuya ulaştırılan kaç defa yüzlerce kitaplarımız yok edildi. Tandırda yanan kitapların alevi halen yüreğimin bir köşesini yakıyor.
Kitaplarım hiç kalmamıştı...
Ülkenin düzlüğe çıkması mümkün görünmüyordu, yine aldık okuduk, okudukça kitaplar da çoğaldı, evin bir köşesinde yığılı kaldılar. Ben Yüksek okula gidince, evimizi yine bir korku sarar, yüzlerce kitabımı büyük ablamın evlerinin çatı katına saklarlar. O zaman onüç yaşında olan ablamın oğluna gün doğar, her gün bir roman alıp sinemanın önüne götürür, kitabı bir bilet karşılığında satar. Okullar tatil oluncaya kadar çatıda sadece yarısı fareler tarafından kemirilmiş, Yaşar Kemal’in "Ağrı Dağı Efsanesi " kitabı kalmıştı. Siz olsanız ne yapardınız?
Öğretmenlik mesleğine adım attıktan sonra kitaplarımız yine çoğaldıysa da ardından 12 Eylül rüzgarını arkasına alan sıkı yönetim sayesinde yine kitaplarımız sobalarda yandı ve toprakta gömülü kaldı.
Ve… aradan yıllar geçti…
Gerek kitaplara olan düşkünlüğüm olsun, gerekse kitap okuma alışkanlığım nedeniyle orta çaplı bir kütüphane kurmak içimde bir ukde olarak kaldı yıllarca. Görev yaptığım ilin en büyük okulunun yöneticiliğini yaparken Okul Aile Birliği yardımıyla, boş olan iki dersliği birleştirerek içine binlerce kitap barındıracak cam kapaklı modern raflardan oluşan bir kütüphane kurma imkânımız oldu, zamanın birinde.
Sırada kitapları toplamak ve raflara dizmek kalmıştı. Örnek olsun diye evimdeki kitaplığımdan tam yüz yedi kitap hediye ettim ve arkası gelmeye başladı. Binlerce eski ve yeni kitaplardan oluşan kütüphanemizi zamanın Valisi tarafından da destek gördü. Masalarımız Milli Eğitim Müdürlüğünce sağlandı, sandalyelerimiz ise İmam Hatip Lisesi müdürü hediye etti. Kütüphanede okuma düzeni sağlandıktan sonra sıra okuma alışkanlığına gelmişti. Kütüphanede bizzat memurluk görevini uzun süre üzerime aldım, işler rayına oturunca öğrencilerime devrettim. Okulumuzda görevli olan seksen bir öğretmenin elinde ya da çantasında mutlaka bir kitap olmalıdır, mecburiyetini getirince, bir yıl içinde bütün öğrencilerimiz de çantalarında roman ya da hikaye kitabı taşımaya başladılar. İkibin öğrencimizin tümü kitap okumaya başladılar, kız öğrencilerimiz daha duyarlı davranıyorlardı.
Söz konusu okulda yirmi yıl idarecilik yaptıktan sonra yönetmelik gereği başka okula atamam yapıldı. Üç yıl sonra da emekli oldum, bir gün eski okulumu ziyaret etmek geldi içimden. Bazen görmek istemediğimiz bir şey için;
“Keşke ayağım kırılsaydı da oraya hiç gitmeseydim, gözlerim kör olsaydı da olanları hiç görmeseydim.” Denilmez mi?
Kütüphaneye gittim, gördüğüm manzara karışında olduğum yere yığılmadan, sadece sırtımı duvara yasladım. Önce donuk gözlerle bön bön bakmışım, sonra gözlerim kendiliğinden nemlenmişti. Ben koca adam, yavrularını kaybeden bir baba gibi acep hüngür hüngür ağlamalı mıydım? İçim daralmıştı nefes alamıyordum, nutkum tutulmuştu konuşamıyordum...
Sırtımı dayadığım duvarda öylece kalmışken, zamanında benimle görev yapan iki hanım efendi öğretmen meslektaşım kolumu tutup kendime gelmemi sağlamaya çalıştılar. Biri elimi tutup öperken, diğeri beni sakinleştireceğine kendisi göz yaşlarına hakim olamamıştı. Bin bir emekle kurduğumuz kütüphanenin yerinde yeller esiyordu, ne bir kitap ne de bir raf vardı...
Üç dört yıl içinde okumak amacıyla götürülen kitaplar yerine konulmamış, defterler tutulmamış, kalan bir kısım kitapları da başka bir okula göndermişlerdi. Sevindirici taraf da bir kısım da olsa başka bir okula gönderilmiş olmasıydı. Raflar ne yapılmıştı sormadım bile...
Beni öğrenci olarak kabul etmeyen bu okulda tam yirmi yıl yöneticiliği yapmak nasip olduysa da, bir daha eski okulumu ziyaret etmek içimden gelmedi…
19 Ağustos 2020
Mehmet AKIN
YORUMLAR
SESSİZİM
Kızardım, yıkardım ortalığı.
Bir kitabım hırpalandığında, yırtıldığında.
Kızamıyorum şimdi.
İhtiyarlayınca mı böyle oldum,
Torun sevgisinden mi.
Yoksa babaannesinden korkumdan mı,
Çıkmadı hiç sesim...
Tebrik ederim.
Mehmet Burhan AKIN
Olgunluk çağlarımda binlerce iyi dostlar gibi çevremi sardılar,
Ve şimdi bir evlattan öte torun sevgisini bağışlamaktadır kitaplarım...
Hasan Bey,
Yazımızı tamamlayan güzel yorumunuzdan istinaden yukarıdaki cümleleri sizinle paylaşmak istedim..
Saygılarımla, Efendim...