- 504 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
sen dev ben cüce
Zaman bizi yaşıyor...
Ben cüceyim...
Sen bir devsin...
Nietzche ‘’en azından bir kez dans etmediğiniz her günü yitirilmiş; hiç olmazsa bir kahkahanın eşlik etmediği her hakikati sahte saymalıyız’’ diyor...
’Ben geleceğimden gittim, sen geçmişinden gelemedin aşka...’ Bir yüreği taşa çevirecek kadar muhteşem bir cümle...
Zamanın tanrısı karşımda ve bana gülüyor... Aşk bir yoksunluk, yoksunluğun sızısı, özlemin yürekte tortulaşma hali diyor...
Dans etmek istiyorum ben...
‘’Son günlerde çevremdeki her şey öyle kirli ki... Boğuluyorum... Sevgi temiz kalsın istedim... Onunda kirlendiğine inanırsam yaşayamam...’’
Koskoca bir kahkaha kulaklarımı sağır ediyor sevgili...Duyuyor musun sen de...
Gülmek ve ağlamak... Acı ve sevinç ne çok iç içeler yine... Tıpkı ölümle doğumun ikiz kardeşliği gibi işte...
‘’Gökyüzüne baktım, açık, pırıl pırıl. Yüreğimin gökyüzü ise tek renk... Simsiyah...
Deniz, aynı deniz... Yüreğimin denizleri ise kupkuru... Çöl gibi... ‘’
Gitarın telleri ağlıyor işte...
Sevgili;
Yaradılış öyküsünde ikinci gün, üzüntünün ve ağlamaklı halin yoğun yaşandığı, bir hafta sürecek uğraşın en önemli anıdır... Tanrı hoşnutluğunu ‘’ve iyi olduğunu gördü’’sözleriyle dile getirirken, sadece ikinci gün suskundur... Kendisiyle kozmik bir savaşın eşiğindedir... Tanrı, melek Rahab’a; yukarıdaki suları aşağıdaki sulardan ayırmasını söyler... Sözü dinlenmez tabi... Öfkelenir tanrı... Gök kubbenin yaratılması için suların ayrılması gerekmektedir... Bu işi tanrı kendisi üstlenecektir... Gökyüzünü yeryüzünden ayıracak bir kemer yükseltir... Bu kemere ‘’gök’’ adını verecektir...
‘’Bir daha bakmayacağımı biliyorum gökyüzüne, denize... Yavru göllere...Bitti... Yağmurlarım yağamaz ki artık...’’
Sen devsin,bense bir cüce...
Ellerinin vücudumda sabırsızca gezinişlerini, dilinin dilimle dansını, bedeninin bedenimin üzerindeki devinimlerini, gözbebeklerinde kendimi görmeyi özledim birtanem...
Tanrı biliyordu böylesi güzel sözleri... Bundandır aşkın içine duyguların tüm renklerini doldurdu... Ve bundandır ben hep cüce kaldım... Sense kocaman bir dev sevgili...
Sevgili;
Hüzün ve mutlulukta neden yağmurun valsi vardır bilir misin? .. Gök ve yer birken hani... Her şey tekti ya önceleri... Eril sular yukarıya, dişi sular aşağıya çekildi ya sonra... İşte büyük bir özlem ve aşk başladı tanecikler arasında... Masal gibi,bizim,başkalarının masalları gibi...Yağmur yağınca sular yeniden kavuşur ya birbirine hani... Toprak döllenir ve hasat mevsimi başlar ya işte... Hüzün ve mutluluk birlikte yaşanır bu anda sevgili... Döllenme doğumu, hasat ölümü taşır içinde... Tıpkı insanın gülerken, gözlerinde yaş gelmesi gibi işte...
Yağmurlar hep yağar ki sevgili... Yağmazsa aşk biter o zaman, yağmurların aşkı biter... Yavru göller susuz kalır mı hiç... Biz bitirsek bile, tanrı buna izin vermez ki sevgili...
Bir çocuk; yaşama merhaba dediğinde ağlar... Küçük bir zaman dilimi sonrasında ise gülümser ya hayata... Ve ilk gülümseme anları, uykusundadır çocuğun sevgili...
İlk Mısır tanrısı önce kaosla yüzleşir... Onu kahkahasıyla uzaklaştırır... Kaos ağlarken, ışığın içine sevinç ve coşkuyu koyarak salar dünyaya... Dünya uyku halindedir çünkü...’’Tanrı güldüğünde yedi tanrı dünyaya gelir... Kahkahaya boğulduğunda Tanrı; önce ışık oluşur... İkinci kahkahada sular, yedincisinde de ruh doğar...
Gülmek tanrısal bir edimdir sevgili... Bundandır; daha sonraları gülme hoş karşılanmamıştır kutsallarda... Aslında gülen bir yaratıcı vardır hep... Ama iktidarlar, gülmenin bu yanını bildiklerinden, korkmuşlardır bu eylemlilik halinde işte...
İnsanlar neden ve nelere güler hiç düşündün mü sevgili... Kaosa güler bence... Doğru gitmeyen, aksayan şeylere güler... Tökezleyen birine güleriz mesela... Düşen birine... Çünkü beklenenin dışında bir oluşumdur o anlar... Ritm bozulmuştur... Karşıda acı vardır belki de...Ve biz acıyan bir insanın haline de güleriz... Gülmekte çokça da ironi olmalı bence...
Herhalde tanrının bizleri yaratırken gülmesi bundandır... Gülerken gözlerden yaşların akması, başka nasıl açıklanabilir ki...
Çok uzaklardan bakıyorum zamanın üç haline... Karşımda kocaman bir dev, ayaklarının ucunda nokta bir cüce... Zamanın üçüncü hali karanlık gözlerimde...
Sevgili;
İktidarlar her türlü dalavereyle yönetebilirler ülkeyi... Çeşitli yöntemlerle, daha yaşanılır bir dünya arzumuza yaklaşabiliriz belki de... Ama onu bir darbede paramparça edecek olan şey gülmedir... Son yaşanan gençlik hareketinde iktidarın çaresiz kalması... Polisin boş gözlerle, karşısında tebessüm eden, ona kitap okuyan, esprili dille mizah yapan gençler karşısındaki çaresizliği başka nasıl açıklanabilir ki sevgili...
Dün geceden kalma bir Chaplin filmi zamana meydan okuyor beynimde... Her kahkaha, diktatörlere meydan okuyor... Güçlü bir imge; mimik ve jestlerle yerle bir ediliyor... İktidarın elbisesini üzerine giyen Chaplin, kırmadan ve dökmeden alaşağı ediyor her şeyi...
Hüzün var elde...Kemanın telleri ağlıyor...Birazdan kahkahalar eşlik edecek belki de...
‘’Nasıl isterdim sevgilim, güzel zamanlarımın çok olduğu dönemde karşılaşayım seninle... Ne yapayım, içimde dip yaptığım an’lardayım hep. Buna rağmen beni seviyorsun ya. Tüm sitemlerime, mutsuzluklarıma rağmen... Bana öğrettiğin sevgide bir olabilmeyi kaybetmek istemiyorum... Sensiz tek başıma ise beceremiyorum...’’
Gidemeyeceğim kadar uzaktan bir ses beni çağırıyor... Doğum ve ölüm anı, zamanın iki dudak arasında... Havada şaklayan, bir kemendin ucuna asılı kalmış yağmur tanecikleri...
Her cüceleştiğimde bir Chaplin filmi izleyeceğim...
İşte karşımda yine...
Gülümse... Sen devsin...
Bense bir cüce...
Ve tanrı gülüyor bizlere...