- 359 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İki poğaça
Bazı şeyler hiç olmayacak gibi gelir, ulaşılmaz erişilmez olur. Biz ise ona aşk deriz ya aslında koca bir yanılgıdır. Bazı şeyler ise bizi korkutur ama tuhaf bir şekilde alışkanlık sağlar. Günümüzde örnekleri saymakla bitmez savaşlar, hastalıklar, cinayetler, tecavüzler vb. şeyler. İlerde torunlarıma nasıl bir zamanda yaşadığımı anlatmak isterim ama onların zamanlarından da korkmuyor değilim. Otuzlu yaşları es geçerim öyleyse ya da sonrasını da benim anlatacağım en güzel zaman çocukluğum. Herkesin öyle. Sanki şuan dünya da olup, bitenler o zaman yaşanmıyormuydu. Elbette durmaksızın var. Ama çocuktuk işte anlamıyorduk anlamak umrumuzda değildi. Başka dertlerimiz vardı oyun oynamak, sokağa çıkmak gibi. Hatta ben doğduğum yıl bir patlama olmuş nükleer patlama. Bir rivayete göre uzak doğudan gelen hava akımına karışıp ülkemize ulaşmış dönemin büyükleri "bu yıl doğan çocuklar, çok fazla yaşamayacak " demiş. ezcümle; otuz yaşına kadar gelmişiz. Yanisi bize "öleceksiniz!" Dedikleri de oldu şimdi ki çocuklara söylenenler gibi. Çocuk olmak böyledir işte yüreği neyi kabul ederse onu düşünür. Kabul etmezse yokmuş gibi davranır. Keşke o yeteneğe sahip kalabilseydik.
Sahip kalamadığımız azad ettiğimiz bir çok şey var şimdi. Biz büyürken kaybolan çocukluğumuzla birlikte yok olan. Saf temiz duygularımız yok artık. Ağırlaştırılmış arzularımızın mahkumu olmuşuz. Hedeflerimiz gün içinde kaç kere gökyüzüne bakmamıza müsade etmiştir. Sabah uyanınca sokağa çıkmak için can atan bizler usana, sıkıla yollara düşmeye mecbur kalmışızdır. Eskiden masumdu mecburiyetlerimiz bile ama bize çok fazla gelirdi okul çantamız dahi. Yaşımıza göre büyüktü elbet sıkıntılarımız ama onları alt edecek mutluluklarımız vardı. Şimdi mutlu olmak için para veriyoruz, para vermek için eşek gibi çalışıyoruz.
Hayat böyle tuhaf bir mücadeleye sürükledi bizi. Bir yaşam mücadelesinden daha çok hırs savaşına girdik. Saflığı küçümsedik hep gözü açık uyanık olma taraftarı olduk. Daha yükseğe en yükseğe ulaşma gayesiyle mutluluğun aslını unuttuk. Aslında insan sahip olduğuyla yetinmeyi bilse mutlu olmayı da başka bir hedefte aramaz. Ama biz her çıkışımızda nerden geldiğimizi unuttuk. Sonra zirve de o uçurum ya benimsin ya toprağın dediği anda şöyle bir geriye bakıp keşke dönebilsem demeyi biz kendimiz seçmiş bulunduk. Ne olurdu bu kadar hızlı koşmasaydık dursaydık sindire, sindire yaşasaydık hayatımızda ki her an’ı ... Kaçırmasaydık sabah güneşini izleseydik şehrin uyanışını, yağmur yağarken içine girecek bir avm aramasaydık. Doğaya saygı duysaydık yitirmeseydik güzelliklerini. Apartmanların yüksek dairelerine özenmeseydik. Şimdi kapatmışız kendimizi içinde herşey mevcut olan sitelere vermişiz ihtiyaçlarımızın listesini internete oturduğumuz yerden bir hayat yaşıyoruz. Tatil dediğimiz ise bir otelin belirli katlarından, havuzundan, saunasından ibaret. Oysa sokaklar öyle güzel ki. Doğa öyle umut dolu huzur verici. Özendiğimiz hayatla sahip olduğumuz tek şey tembellik, mutluluk bu değil. Mutluluk yorulup kazanılan bir şeydir. Hep özenirim mesela zamanında çalışmışımdır benzer bir ortamda. Hani bir fabrikanın dokuz çay paydosu olur ya çayla birlikte kahvaltı yaparsın, kahvaltın nedir; iki poğaça. İşte o poğaçanın tadını bir pastanede oturup yediğinde bulamazsın.
Dedim ya bulunmuşumdur o ortamda bir düğme fabrikasında işe başvurmuştum. O zaman lise mezunu olarak yine bir kademe üsttesindir. Şimdi fakülte oku açıktasın. Bende bana bir ofis işi verirler umuduyla gidiyorum ilk iş günüm. Konuştuk anlaştık tüm haklar tamam hatta maaşta iyi fena değil. Sonra ofis katına değil de makine katına çıkardılar beni düğme makineleri var dönüyorlar ben onlara onlar bana bakıyor. Usta ile tanıştırdılar işi göstersin diye iş "kalite kontrol" nasıl mı? Akşama kadar o makineleri dolaşıp çıkan düğmelerin kontrolünü yapıyorsun yuvalak taş şeklinde makineye atılan dökümler orda işlenip düğme oluyor. Eğer kırık yada deliksiz olduğunu fark edersen makineyi durduruyorsun. Ustalar gelip onarıyor.
Neyse dedim eğlenceli olabilir. İş seçme durumum yoktu. İki saat dolaştım kulağıma kulaklık takıp vakitte geçti hani. Sonra çay paydosu olmuş zil çaldı. Okul zili çalar gibi mutlu oldum. Çayın yanında poğaçalar enfes bir kahvaltıydı. Sonra öğle molasında yemeğe gidip fabrikanın çatısına çıkardım kalan vakitte ordan gökyüzüne bakardım belki şiir yazardım. Yorulurdum ama mutluydum da aynı zamanda. Bahsettiğim mutluluk böyle bir şey yaşamayan bilmez.
Sonrasında iş yerinde ki akibetim ne oldumu bir kaç ay sabrettim sonra kendime uygun başka bir iş buldum. Sabretmemin sebebi yani sabır gerektiren iş değildi uzunca bir süre çalışabilirdim orda. Hatta makinelerin lazerle düğmelere nasıl şekil verdiğini bilgisayarlarından nasıl şekillerin çizildiğini döküm bölümüne gidip döküm işini bile kavramıştım biraz daha dursaydım tek başına düğmenin kitabını yazardım ki insanlar sanırım işlerini ellerinden alacağımdan korktular. İki hanımdık bir toplantı yapıldı ve hanımları işten çıkarma kararı verildi. Ama ben pes etmedim pes eden onlardı.
Velhasıl o ortamda şükretmeyi öğrendim. Yediğim yemeye sahip olduğum o boş vaktime bedenime, sağlığıma her şeye.
İşte ulaşılmaz, erişilmez olan şeyler bizim için kıymetlidir. Çünkü çok nadir kavuştuğumuz için birikmiş mutlulukları yaşatırlar. Bazen ilişkilerde de bunu yaşayıp buna aşk diyebiliyoruz. Ama eğer bu aşksa ben o iki poğaçaya aşığım...
...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.