- 733 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BENİM ANNEM
🌿OĞLUNDAN ANNEYE MEKTUP🌿
CANIM ANNEM
Ninem hep anlatırdı. “Ben, hep senin eteğinin ucuna tutunup yürürmüşüm...” Altın sarısı saçlarımla, minicik bedenimle seni kucaklamak için koşarmışım. Masumca gözlerini, ellerini, yanaklarını öpermişim. Sana şirinlik yapmak için, kimi zaman saklanıp, kimi zamanda gözden kaybolurmuşum!..
“Arkanda kocaman bir dağ olmak için, büyüdüm ben!”
Artık, koca bir delikanlı oldum...
“Yalnızlığını örtmek, kirpiklerinden akan yaşları silmek için var oldum ben...”
Var gücünle çabaladığın o “hederli hayatın içinden” nasıl çıktığını, bizi, “hem anne, hem de baba şefkatiyle” sardığın anlar hiç aklımdan çıkmıyor!...
Evlâtların için hayatını defa edişini, “gecelerini, gündüz edişini;” kimseye muhtaç bırakmadığını el aleme kanıtladın, benim cennet kokulu annem...
Kimseye “boyun eğmemek” için hayata direndin! Biz, hayata yenilmeden bugünlere geldik, iyi bilirim...
Bir sabah, güne uyandığında gün ışığını hissedemediğini; gökyüzü hüznünün üstüne çöktüğünü, gözyaşlarının damla damla yüzüne düştüğünü, bedenin seni taşıyamaz hale geldiğini, “ellerinin titrediğini” defalarca gördüm ben...
Ağır sancılarla uzak diyarlara, gurbet ellere kendimi verip, uzaklaştım nefesinden...
Bedenim, ruhum, o kadar yorgun ki, hissedebiliyor musun sana olan büyük özlemi mi?
Ben giderken uzak diyarlara, ruhun incinmişti; haykırmıştın içindeki özlemleri, göremez, duyamaz, konuşamaz hale gelmiştin!..
Gecenin ortasında, kuşların sessizliğini, karanlığın masum yüzünü çiziyorum içime; seni bırakıp gittiğim için “utanıyorum kendimden,” içim içimi yiyor, içimdeki dertli çocuğu hiç susturamıyorum anne...
Daha da eksildim hayattan, günbegün seni düşünürken; yalnızlığım üşümüştü, hatıralarınla boğuşmuştu benliğim.
“Ben, sahici gülümsemeyi unutmuşum anne...”
Ne olur! Uzağında olsam da, yanıbaşındaymışım gibi hisset; şu arsız zamanın kahrını “hangi gecenin” yazdığını, çekinmeden söyle bana!.. “Ben, o geceyi yakmak, yok etmek istiyorum...”
Kaybedilecek zamana inat, sabırla kendimi silkelerken, kalakaldım yorgun bedenimle. Morarmış yorgun göz kapaklarımla, gökyüzüne senin hayalini çizdim!.. Titremişti vücudum, yas tutmuştum katran gecelerin her sabahına.
Sensiz kaldım anne...
Sensiz kaldım...
Benimle konuşurken, sesinin hep titrediğini duydum!
Âh anne, âh!
İçindeki sızılar dinmemiş, alevler sarmış her bir yanını. Deniz, kara bulutların şahidi olmuş; martılar haber salmış güneşe, hüzün rüzgârı soğutmuş yüreğini, bilirim ben, bilirim...
Soluyorum aldığın her nefesi, içime doğru çekiyorum yokluğunu, sensizliğin acısı tıpkı “ölüm gibi,” bilesin...
Şimdi! Oturmuş maviyi gözyaşları içinde izliyorum. Hüzün akıtıyor gözlerim, boğazımdaki ateş benliğimi yakıyor, yüreğim parça parça kesik, “bağırsam bile artık duymazsın” anne...
Görüyorum, hüzün denizine demir atıyor gemiler, yüreğimin içinde kocaman acılar taşıyorum...
Uzaklaştık birbirimizden, uzun uzun tütüyor özlemin yüreğimde, ruhum ezik, canım sıkkın!.. Şimdi! “Bu gemilerden biri, beni sana getirse; ne olurdu derken, mesafelerin büyüklüğünden, dünyayı kasıp kavuran hastalıkların içinden, hayatın ağır koşullarından vazgeçtim sana gelmekten!..”
Seninle, son konuştuğum gece, uykundan bir anda uyanmıştın; gecenin düş saatiyle boğuşmuştun, bir uğultu “ürpertmişti” içini, tümden titremişti dokuların, ağlamaklı olmuştun. Bilirim anne, bilirim!..
Anılar, içimi hüzünle dolduruyor, beraber söylediğimiz eski şarkılar aklına birden geliyor. Bazen, bir göl kenarında ve bazen de bir ırmağın yanıbaşında buluyorum kendimi. İçim sızlıyor, tüylerim ürperiyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyorum...
“Bir dağın tepesinde olmak, dakikalarca bağırmak isterdim yokluğunu evrene...”
İçimizdeki derin acılarla geçiyor zaman, tek tek kayıp gidiyor güzellikler önümüzden; hava kara bulutlara bürünürken, gökyüzü isyan ediyor, rüzgâr almış başını uzun uzun esiyor, kara bulutların getirdiği hüzün, yüreklere yapışıyor, sessiz ölümlerin hayali canlanıyor yanıbaşımızda, yıkıntılar başlıyor bedenlerde. “Neden, sevdiklerimiz göçüp gidiyor yanımızdan, anne, neden?”
Bir ölümün haberinde, tir tir titriyor vücudum; sırılsıklam ağlıyorum, bitkin bitkin halime, kafamdaki bir bir donmuş hayallerimi düşünüyordum, yüreğim ağlıyordu, gözyaşlarım dinmiyordu, bir hıçkırıkla anlamıştım bunu. Gülmeye suskun gözlerim durmadan akıyordu, yüreğim ağlıyordu o an, sanki “dünyanın sonu” gelmiş gibi...
Yazarken mektubumun son satırlarını, “yüreğinin can atışlarını, ruhunun nefes alışını,” hüzzâm bir şarkının ağlayışından uzak tut! Geçmişe “son noktayı koyalım” can bağımızın hatırına anne.
Annem...
Mehmet ÖKSÜZ
YORUMLAR
);
Mekanı cennet olsun cennet bahçelerinde beklesin sizi diliyorum
saygılarımla...
Mehmet Öksüz
İçten bir seslenişin acıyı kah örttüğü kah hırpaladığı yürekleri ve demlendiğimiz her minvalde tutunduğumuz anne sesi ve anne özlemi.
Bir milatsa doğduğumuz gün miadı doluyor da çoğu şeyin anne yokluğunda.
Öznemiz anne.
Özlem hep anne.
Yazarımın yürek sesinde kıvılcımlar nüksederken sevgiyi sevdiren de anne.
Varlığımızla yokluğumuzla...
Yüreğinizi ve kaleminizi saygıyla selamlıyorum dost yazarım.
Rabbim bizleri sevdiklerimizle sınamasın.
Rabbim başka acılar vermesin.
Ötesizliğin mazhar olduğu.
Keşke acılara ve kötü anılara ötenazi yapabilsek.
Mehmet Öksüz
Zaman geçiyor, yanımızdan göçüp gidiyor sevdiklerimiz, acılarla boğuşan yüreklerimizle uğurluyoruz. Kaç hüzünün hayalini yaşıyor gözlerimiz. Ellerimiz titriyor artık, boğazımızda düğümlenen hıçkırıklarla geride kalan kaç insan kaldı?
Yanınızda ki insan, sizi mutlu etmiyorsa, mutluluğu uzak diyarlarda arayın... Bu dünya devir teslim dünyasıdır. Elbette artılar eksiler yaşanır hayatta, önemli olan hata yapmamaktır. Hayata olan direncini kaybeden insan, umudunu kaybeden insan oluverir. Herdaim yüreğinizde sevgi merhameti yaşasın kötülük yok olsun güzel yüreklerde. O mükemmel yüreğinizle her daim güzellikler içinde varolun hayata yenilmeden. Huzur kapında nöbet tutsun. Yürek dostluğunuzla bin yaşayınız. Hep iyiden yana doğsun güneşiniz.