- 387 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Kibir ve Sanat
Kibir ve Sanat
Övülmeye, okşanmaya, değer görülmeye meyyal olan insan için kibir her an yanı başında bir boy aynası yakınlığında bulunmaktadır. Ayna kadar yakındır kibir. Üstü başı, saçı sakalı düzeltme araçsallığında beliriverir yanında. İnsan, ayna da kendini her daim görmek isteyecektir. İlk gelişi şeker tadında tatlı bir şurup lezzetindedir. Bu durum özne olmaya meyyal olan insan için bulunmaz bir fırsattır.
İnsan üzerindeki tekâmül araçları olan eğitim, kişisel gelişim, sosyalleşme, para, imkân gibi olgular da kibri tetikleyen hatta besleyen nedenlerden biri olduğunu söylesek çokta yanlış olmaz. Bunların insanı geliştiren unsurlar olduğu kadar alttan alta benlik, kibir, haset gibi duygularında besleyicileridir. İlle de bu kötü sonuca ulaşılacak diye bir şey yok ama kibir olgusunun bir cihetiyle zemin bulduğu alanlardan birisidir. Kibir olgusunda daha çok içgüdüler, seciye ve karakter aktiftir. Nasıl ki ateşin, topraktan daha değerli olduğu kibrine düşen meleğin, şeytanlaşması gibi insanoğlunun bir tarafında bu olumsuz hastalık her zaman kendine bünyeler bulabilmektedir. Bu bağlamda içgüdüler, insanı daha çok esir etmeye çalışırken, erdem, akıl ve şuur insanî hasletlere yaklaştırıyor. Akıllı insan kibre düşmeden, yeteneklerini, sezgilerini insanlığın hizmetine sunar.
Kibir duygusunu tasniflemek, belirli alanlara hapsetmek doğru değil. Kibir, az veya çok hayatın birçok alanında yaşamaya elverişli bir alan bulabilmektedir. İnsanlığın beynelmilel bir hastalığı olduğunu belirtsek çokta yanlış olmaz. Hani şunu söyleyebiliriz, insanların aktif üretim yerlerinden olan zanaat, sanat ve hükmetme alanlarında daha belirgin olarak görüldüğü bir gerçek. Çünkü şartlardan biri en azından gerçekleşmiş demektir. Gerçekte kibir, yanılsamalı kötü bir ruh hâlidir. İnsanoğlunun yaralarından biridir. Haset gibi olumsuz hâl, kibir ile daha çok yan yana kendine yer buluyor.
Kibir gibi olumsuz bir insan duygusunun ele alınmasında yazar daha çok kendisinin bu duygulardan ne kadar uzakta olduğunu gerekçeleriyle yazdığına şahit oluruz. Bu kötü hâli kendine yakıştırmadığı bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Kolay kolay hiç kimse ben kibirliyim demeyeceği ve dışarıdan öyle göründüğü teziyle bu hâl yumuşatılarak servis edilecektir. Erdem gibi insani bir değeri yazan yazarında içten içe, kendisinin erdemli olduğuna dair bir pencere aralaması da böyledir. Neyse bu konumuzun farklı bir boyutu geçelim.
Kibrin çok çeşitli varyasyonları vardır. En hoyrat hâliyle de karşımıza çıkabilir. Sezdirerek inceden inceye ben buradayım da diyebilir. Aşırı bir tevazu kılıfına dahi bürünebilir. Tevazu hasletini perdeleme yaparak, kibri şirin gösterebilir. Ehil olmayı, büyük olmayı örnek göstererek kibri, kaprisi hak görenlerde çıkabilir. Kibir konusu öyle çok öğretilerde, güzel sözlerde işlenmiş ki. Mesela, Ledrıc Dumont şöyle demiş. ‘Öyle horozlar vardır ki öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar’ sözüyle işin ahmaklığına çok anlamlı bir vurgu yapılmıştır. Hacı Bayram Veli, kibri şu şekilde ele alır. ‘Kibir bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulabilir’
İştiyak, hırs gibi adrenalini yüksek duyguların yaşandığı alanlar, ayak oyunları, haset, kibir gibi kötü duygulara bir zemin teşkil ettiği de bir vakıa. ‘Kişi tavır ve çehredir’ diyen Tanpınar bir nevi insanın özetini çıkarmamış mıdır? Başka bir taraftan sanat çalışmaları olmazlandıkça sanat erbabı sinirlenip, hırslanabilmektedir. Bu hırs yanlış yollara evirilebilmektedir. Sonradan görme hamlığıyla da ilintisi vardır. Her başarı kibri getirmez ama bazen sanatçı sanatını icra ettikten sonra ben yaptım kibrine pekâlâ düşebilmektedir.
Acizliğini bilen, kendini tanıyan insan kolay kolay kibir ve gurur bataklığına düşmez. Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sinde anlatılan kibirli fare ile sabırlı deve hikâyesinde ki fare, kendisinin küçüklüğünü, suya atlama sırasında idrak etmekte ve devenin büyüklüğünü görmektedir. İlahlık iddiasında bulunan Nemrud’un kibrinin nasıl sonuçlandığını ve nasıl ceza bulduğunu biliyoruz. Yine Mesnevi’de anlatılan, eşek sidiğinin üzerinde yüzerken, saman çöpüne konan sineğin kendini kaptan görmesi misali ahmaklık birçok alanda yaşanıyor. Kendini oldu ve yaptı gören ahmağın herzelerinin ve zırvalarının yanında hastalıklı benlik duygusunu görüyoruz. Bu kötü duygulara karşı panzehirler geliştirip ‘gölge etme başka ihsan istemem’ diyen Diyojen gibi farklı felsefelerle dünyaya bakmak gerekiyor.
Yazar olsun, sanatçı olsun, bilim insanı olsun bütün özgün dâhilerde amiyane tabirle hep bir arızanın olabileceği, böyle olumsuzlukların nüksedebileceği de önemli bir vakıa olarak karşımızda duruyor. Bu duygular, kapris ve kibir şeklinde nüksediyor. Kibir duygusunu taşıyan sadece kendini yazar, şair, sanatçı görebiliyor. Kendisinden daha güzel yazan birinin çıkacağına inanmıyor.
Yeryüzündeki güzellikleri anlama çabasında olan sanatçıların bir kısmı maalesef ki kibir ve haset hastalığına yakalanarak perme perişan olmaktadırlar. ‘Dünya aydınlık olsaydı, sanat olmazdı’ diyen Albert Camus, sanat ortamının çetinliğinin yanında keşmekeşliğinin de dikkatini çekmiştir. Estetik gayesi güderek bediî zirveyi amaçlayan sanatçı, sanatını icra ederken, Allah’ın yaratma gücüne hâşâ yaklaştığını düşünebilmektedir. Ayrıca sık sık övülme durumu, kibir hastalığının mayası hükmündedir. Şöhret tutkunluğu da kibrin başka bir türüdür. Benlik ve iddia, insanı saran bir ur gibi vücutta kendine yer buluyor. Şartlar olgunlaşınca da nüksediyor.
İlkay Coşkun
07.08.2020