İnanamıyorum
Sıradan, inançlı bir aile ortamında büyüdüm. Kuran kursuna da gönderildim. İlk olarak, ansiklopedi karıştırmaya meraklı küçük bir çocukken tanrıya dair sorgulamalara başladığımı hatırlıyorum. Gençlik dönemimde popüler bilime merak sardım. Allah’a inanıyordum. Ama sıradan dindarların baktığı açıdan değil, bilimsel açıdan tanrıya dair cevapları arıyordum. Allah’ı hayata dair çıkmazlarımı çözmesi için yalvardığım, sevdiklerimi kötülüklerden koruması için dua ettiğim bir sahip”gibi de algılıyordum.
5–6 yıl önce daha farklı bir açıdan tanrı konusuna bakabileceğimi fark ettim. Bana tanrının bir masal olduğunun ipuçlarını veren bilimsel kitaplar üzerine, Türkçe olarak Kuran’ı da okudum. Kuran’ı ana dilimde tarafsız bir gözle okuyunca, akla mantığa uymayan, sıradan mitolojik bir öğe olduğunu gördüm.
Bu yazı ile ilgili öncelikle dikkat çekmek istediğim nokta, ’Tanrı’ya inanmıyorum’ değil, ’inanamıyorum’. Din, tanrı, ölüm sonrası yaşam, kutsallık, ruh ve ibadet konularının tamamı bana mantıksız görünüyor. Nedenlerini bu yazı boyunca sıralayacağım.
Ateist düşünce, bir anda sahip olabileceğiniz bir fikir değil. Okudukça, araştırdıkça, düşündükçe ulaşmak zorunda kaldığınız bir sonuç. Kuran (vb. tüm kutsal kabul edilen kitaplar) insanüstü bir varlığın, bir tanrının yazamayacağı kadar sıradan. Kitaplar, edebi kaygılarla, olay örgüsüne dikkat edilerek, anlatım bozuklukları olmadan yazılır. Peki, gerçekten evreni yaratmış her şeyden üstün bir varlık, sıradan insanların anlaşılır bulamayacağı, fazlasıyla yorumlara açık, net bilgiler içermeyen, kendi içinde tutarlılığı olmayan, tüm tarih devirlerine uygun olmayan, tüm dünya coğrafyasına uyum sağlayamayan özensiz bir hitabet ile mi kendisine inandırma yolunu seçerdi. Bazı inananlar, Kuran’ın bu yönünü görmelerine rağmen ’mükemmel olsaydı herkes inanırdı, o zaman sınav olmazdı’, şeklinde cevaplar ile bu durumu mantığa uydurmaya çalışıyorlar. Hatta Kuran’da mucizeler olduğunu iddia ediyorlar. Kuran’ın içindeki sözde mucizelerin, herhangi bir kitaptan elde edilebileceği de defalarca kanıtlandı.
Dinlerin (özellikle İslam’ın) indiriliş hikayesi güvenilir değil.
Tanrı’nın milyonlarca insan içinden rastgele birini seçerek, tüm insanlığın kaderini, seçilen bu kişinin ikna yeteneğine bağlama senaryosunu inandırıcı bulmuyorum. Peygamber ve (gerçek olduğunu iddia ettiği) tanrısı arasındaki bu ittifaka, başka hiç bir üçüncü şahısın şahit olmaması, inandırıcılık dozajını daha da düşürüyor. İnananlar bu noktada peygamberlerin gösterdiği mucizelerden bahsedecekler. Eğer bir kaynak olarak alacaklarsa, Kuran’da hiç mucize gönderilmediği de açıkça yazıyor (Bknz: İsra 59). Anlaşılan o ki, Muhammed bir mucize sergileyememiş ve tanrının bu duruma dair bir açıklama sunduğunu iddia etmiş. (Mucize konusuna yazı içinde tekrar değineceğim.)
Allah, pis işleri için insanları kullanıyor.
Yine Kuran’da görüyoruz ki, Allah, insanları hep birbirine düşürme derdiyle, kendisine inanmayanları, inananlara öldürtme emirleri yağdırıyor. Koca evreni yarattığı iddia edilen bir varlık, insanları birleştirici, yapıcı, sevgi ve saygıya yönelten bir formül üretmeyi başaramaz mıydı? Köleliği yasaklayamaz mıydı? Kadınları cariye (seks kölesi) olarak kullanmanın ve tecavüz etmenin yanlış bir şey olduğunu öğütleyemez miydi? Zengin-fakir arasında denge kurulmasını sağlayarak sömürüleri günah ilan edemez miydi? Tanrı, en azından çocuk istismarını, 50 küsür yaşındaki sapkın bir insanın çocuklarla ilişkiye girmesini, pedofiliyi yasaklayamaz mıydı?
Ama bahsi geçen tanrı, domuz eti yemeyi affedilmez saydı!
Basit insani değerlerin, ilkel kapasitede çiğnenmesi kutsal kitabın tanrı sözü değil, o dönem, kendini peygamber ilan eden kişinin bir uydurması olduğu izlenimini veriyor. Hatta, kutsal kitapta, peygamberin yatak hayatına dair detayların bulunması durumu da bu tezi destekliyor.
Çok fazla sayıda tanrı var.
Tarih boyunca insanlar, hepsi farklı isim ve özelliklerde binlerce tanrıya inandı. Hepsinin toplum içinde inanılma oranı çok yüksekti. Tüm tanrılar, dini önderlerce (rahipler, kahinler, büyücüler vs) korunup yayıldı ve inanmayan insanlar ölümle cezalandırıldı. Bu tanrıların, aslında ’tek bir tanrı’ olması gerektiğini düşünürsek (çünkü İslam inancı bunu söylüyor) neden tüm tanrıların inananları her daim birbirine düşmandı? İnanç şekilleri neden birbirinden hep farklıydı? Tanrı kullarına neden hep farklı şeyler söyleyip onları birbirine düşürdü? Tanrıların yaratıcısı aslında, inananlarının ta kendisi olduğu için olabilir mi?
Tarihin en büyük tanrılarından birkaçı: Ra, Zeus, Thor, Yehova, Shiva, Allah, Quetzalcoatl, Gılgamış, Vishnu, Gaia, Enki, Baal, Krishna, Ahura-Mazda, Enlil, Anu, Bast, Brahma, Inanna..
13.800.000.000 yıllık evrende, dünya’da sadece 3.000.000.000 yıldır canlı yaşamı var. Bu canlılığın da 50.000 yılında bildiğimiz anlamda insan var. Ve sadece son 15.000 yıllık dönemde tanrıya dair izler görüyoruz. İslam ise 1.400 yıllık geçmişe sahip. Geri kalan milyarlarca yıl, tanrının israfı mı?
Günümüzde insanların tapındığı her inancın, kendi içinde sağlam görünen temelleri var. Her inanç, diğer tüm dinlerinin yanlış inanç olduğunu iddia ediyor. Herkes ailesinin kendisine aşıladığı inancın gerçek olduğunu ve başka bir yerde doğmuş olsa bile yine şimdiki inancını seçeceğini savunuyor. Bu işte bir gariplik yok mu?
Tanrı, sıradan insani arzulara sahip
Tüm bu ’yaratıcılar’, kendilerini üreten insanların sıradan isteklerine sahipç
• Düşman toplumları alt etmek ve onlardan öç almak,
• İnananları itaatkar hale getirmek,
• Değerli toprakları ele geçirmek,
• Bazı ticari malları değerli hale getirmek,
• Kadınları erkeklerin hizmetine sunmak vs..
Gerçek bir yaratıcının egoist, obsesif, seksist tavırlar içinde olmaması beklenmez mi?
Tanrının tapınılma ihtiyacı var.
Evreni yaratmış bir gücün, değersiz insanlara sonsuz gelecek sunmak için ibadet edilme gibi basit bir ihtiyacı neden olsun? İnananlar burada ’ibadet tanrı için değil, bizim için gerekli’ şeklinde savunma yapacaklar. Ama ibadetlerin ilkel kökenlerine baktığımızda, kızgın tanrılarından af dilemeye çalışan insanlar tarafından bir çeşit özür dileme şekli olarak ortaya çıktığı görülüyor. Tanrı önünde eğilme (secde), Tanrı’ya kurbanlar verme, kendini aç bırakarak cezalandırma, kutsal ibadet alanlarına giderek tanrıya yakın hissetme vs., en ilkel inançlardan, günümüz inançlarına kadar değişim göstererek süregelmiş.
Ayrıca, evren ve olanaklar tanrı için sınırsız ise, her insana mutlu ve iyi kalpli olabilecekleri sonsuz hayatlara sahip olarak dünyaya getirmek, zor olabilir miydi? Neden kusurlu kullar yaratarak onları elekten geçirme ve cezalandırma ihtiyacı oldu bu yaratıcının?
Adem ve Havva bir elma yemiş, ceza olarak dünyaya gönderilmişiz. Aslında önceleri cennetteymişiz… Düşünmeyen insanları köleleştirebilmek için ne basit masallar.
Tanrı kavramı mantık çerçevesinde sürekli çelişkilere dönüşüyor.
Herhangi bir varlık mantıksal açıdan, hem her şeyi bilen, hem sonsuz, hem tek, hem her şeye gücü yeten, hem yaratma ihtiyacına sahip olamaz. Eldeki bu verilerin her birinin bir diğeri ile kıyaslanması paradoksal mantıksız durumlar oluşturuyor.
Örnek-1;
Hem her şeye gücü yeten bir tanrı, hem ölümsüz olamaz. Ölmüyorsa, ölmeye ya da kendini öldürmeye gücü yetmiyor demektir.
Örnek-2;
Her şeyi bilen bir tanrının her şeye gücü yetiyorsa, insan gibi bir varlık yaratıp kendini kanıtlama gibi bir dert sahibi olamaz. Bu durumda insan yaratmak gibi bir ihtiyaca sahip olmuş, ki bu konuda bir yetersizliği var demektir. Yetersizliği olan tanrı olabilir mi?
Örnek-3;
Her şeyi bilen, ama yaratma ihtiyacı olan bir tanrı da yine mantıksal olarak hatalı olur. Her şeyi biliyor ise, neden bir şeyleri yaratma gereği duymuş olsun. Kendine kendini mi ispatlamak istemiş, yoksa canı mı sıkılmış?
Bunlar gibi onlarca çelişki kolayca üretilebilir. Anlaşılan, var olduğu iddia edilen tanrı, bu mantık dengesini kuramayacak düzeyde ya da tanrı kavramını ortaya atan insanlar yeterince düşünmemiş.
Tanrı birçok konuda bilgisiz.
Basit matematik işlemlerini yapamayan, insan anatomisinden bihaber, dünya ve uzay algısı hatalı, eski kültürlerin efsanelerini bile doğru yansıtamayan, coğrafyadan, fizikten, biyolojiden, kozmolojiden, habersiz bir tanrı olabilir mi? Bir tanrının, sıradan bir ilkel çöl insanının bildiği kadar bilgiye sahip olması normal mi?
Yine Kuran’a kaynak olarak bakalım.
Kehf 86: Dünya’nın sonuna giderek güneşin balçığa battığını görebilirsiniz.
Şura 33: Gemilerin tanrı tarafından rüzgar ile hareket ettiği iddia edilir. Motor gücünün icat olacağı düşünülmemiş.
Tarık 7 : Spermin yumurtalıklardan değil de omurgadan çıktığı zannedilmiş.
Rad 13 : Paratonerlerin icad olunacağından da habersizmiş tanrı.
Hacc 65: Gökyüzünü (Uzayı) yeryüzüne düşebilecek bir şey sanıyor olmalısınız. Çünkü uzayın dünyaya düşmemesinin sebebi tanrıdır.
Bu örnekler onlarca, yeter ki Türkçe Kuran mealleri okuyun ve düşünün.
Tanrı ırk ve cinsiyet ayırt ediyor.
Bir tanrının başka inançlara sahip insanlar ile görüşmeyi yasaklamasının nedeni ne olabilir? Foyasının ortaya çıkacak olması mı? Peki nasıl bir yaratıcı, bir cinsiyeti, bir diğerinin hizmetine sunduğunu iddia edebilir? İşini bilen bir erkek insan tarafından üretilmiş bir tanrı mı? Hiç Allah’ı dişi ya da cinsiyetsiz olarak algılayan birini gördünüz mü? Tanrı figürüne bilinçli olarak hep bir erkek olarak algılanacak şekilde anlamlar yüklenmiş. Kadın cinsiyeti, genelde yarım-eksik insan olarak görülmüş.
Kadını aşağılayan bazı ayetler: Nisa 3 - 34 -128, Bakara 228, Nur 31, Ahzab 50 - 51.
Ayrıca, bilimsel olarak Erkek ve Kadın kadar doğal olduğu kanıtlanmış, eşcinsellik ve çift cinsiyetlilik için de dinlerin bakış açısı fazlasıyla hatalı.
İnanç, sıradan bir insanın rahatça öldürmesini sağlayabiliyor.
İnsanlara kendi ölümlerinden sonra dirileceklerini vaat ettiğinizde ve emirleri yerine getirirse, sonraki hayatlarında ödüllendirileceklerini söylediğinizde, onlara yaptıramayacağınız şey yoktur. ’Git şu düşmanı öldür, tanrı istedi, cennetle ödüllendirileceksin!’, bu kadar basit. Alın size tanrı sevgisi ve cennet aşkı ile dolu bir katil sürüsü. Tarih, bu katillerin yaşattığı acılarla dolu.
Ayrıca insanları katil yapmaya yetecek bir sürü ayet kutsal sayılan kitaplarda ve sahih hadisler arasında da mevcut.
Kuran’a kaynak olarak tekrar bakalım; Nisa 89–91, Bakara 191, Maide 33, Tevbe 5, Ahzab 60–61, Muhammed 4.
Eğitimli ve sağduyulu inananlar bu ayetleri bir şekilde ’farklı’ yorumlayarak katil olmaktan kendilerini kurtarabiliyorlar. Ama bu ayet ve hadisleri gerçekte yazıldığı gibi ’net’ anlayıp binlerce suçsuz insanı katleden inananlar da fazlasıyla mevcut hatta IŞİD gerçeği kapımıza dayanmış durumda.
Ayrıca, günümüzde de ateist düşünceye sahip insanları halen hedef gösteren ’din adamları’ fazlaca mevcut. Dinler güç unsuru olarak kullanılıyor. Gerçek hayattaki savaşlarda da insanları harcamak kimileri için bu kadar kolay.
Ne de olsa elinizde ölünce cennete gideceğini zanneden ve bu uğurda her şeyi yapabilecek bir katil sürüsü var. Toplumun güç sahibi kişileri bu sürüyü ’küçük işlerini’ halletmek için kullanmayacak mı? Age of Empires ve benzeri oyunları oynayanlar bilir, nasıl da ’ürettiğiniz’ sanal insanları karşı tarafı ele geçirmek için acımadan harcardınız? Sadece karşı taraf ile ticaret yaparak o oyunu oynayan var mı? Dinleri bir araç olarak kullanıp toplumları köleleştiren güç sahiplerinin de benzer çocuksu şımarık arzuları var. İsteklerini elde etmek için de din ile köreltilmiş, sıradan insanları harcamaya çekinmiyorlar.
Günümüzde de durum farksız. Cennet garantili ölümler sunmak, bir insanın yapabileceği en aşağılık davranış. Ölüm emri verenler, çok meraklıysa, gitsin kendisi ’şehit olarak’ cennetine ulaşsın!
Dinler, dünyayı her gün daha yaşanılmaz hale getiriyor.
Dinlerin iddiaları yüzünden, insanlar, tüm dünyanın ve diğer canlıların kendileri için yaratıldığını zannediyor. İnsanın, tüm canlılar içinde üstün olduğu gibi saçma bir izlenime kapılarak, her şeyi yok etme lüksüne sahip olduklarını düşünüyor. Tüm savaşların arka planlarında da tanrıların insanlığa dair vaatleri yer alıyor.
İnsanlık, tanrılarından kurtulmadığı sürece, dünyadaki acılar da son bulmayacak. (Tüm canlılar için)
Cevaplanamayan her sorunun cevabının tanrı olduğu sanılıyor.
Asırlar önce yer sarsıntısı, şimşek ve gök gürültüsü, yangın, yağmurlar, kuraklık, sel, güneş ve ay tutulması gibi sıradan doğa olaylarının sebebi bilinemiyordu. İnsanlar bu bilinmezliği açıklamak için ’cehaletlerine’ başvurdular. O çağlarda birilerinin, bilgisizlikten dolayı, korkuyla şöyle bir çıkarım yapması çok doğal: ’Tüm bunları yapan, görünmeyen üstün bir güç olmalı ve bu güç, insanların yaptığı kötülüklere ceza olarak tüm bu felaketleri yaşatıyor olmalı!’ ve biz insanları da o güç var etmiş olmalı”. Meteoroloji, tektonik, astronomi, kozmoloji, fizik gibi bilim dallarından haberdar olmayan insanların bu mantık dışı iddiaya inanmaları ve korkmaları da çok doğal. Günümüzde tüm doğa unsurlarının nasıl meydana geldiğini ve arkasında görünmeyen bir güç olmadığını net olarak biliyoruz. Bilimsel konuda yetkin bir insanı, ’fırtınaları tanrının çıkarttığına’ inandıramazsınız. Günümüzde de tanrı, bilimin tam olarak cevap veremediği konuların bıraktığı küçük boşluklara sığdırılmaya çalışılıyor. Kutsal sayılan kitapların içinden, cımbızla kelimeler seçilip, kelimelerin yan anlamları bilimsel bulgulara göre yeniden yorumlanarak açıklamalar yazılıyor. Bu kutsal kitabın aciz bir güncelleştirme çalışmasından başka bir şey değil.
“Bir şeye anlam veremiyor olmak, tanrının kanıtı değildir. Anlayış eksikliğinin kanıtıdır.” Lawrence Krauss
Tanrının varlığına dair kanıt yok.
Bilim insanları, bir çok keşif ile evrenin ve canlıların oluşması için bir tanrıya ihtiyaç olmadığını kanıtladı. Tanrı, gerçekten de evreni, kendi yokluğunu kanıtlayacak şekilde yaratmış olabilir mi? Diyelim ki yarattı, öyleyse, tanrının yokluğunu keşfedecek çabayı sarf eden insanlar, tanrıya inanabilecekleri bir kanıt bulamadıkları için cezalandırılacak mı?
Tanrının varlığına dair kanıt olarak kutsal saydıkları kitapları gösteren insanlar büyük yanılgı içinde. Çünkü, ejderhaların, devlerin, kurt adamların, vampirlerin, faytona dönüşen kabakların varlığından da bahseden kitaplar var. Ama kimse o kitapların kutsal gerçekler olduğunu iddia edecek çılgınlığı göstermediği için bu masal karakterlerine inanan çılgınlar da görmüyoruz.
Günümüzde de fantastik kurgu ürünler üretiliyor
Gandalf’a neden kimse tapmıyor acaba?
İnsanların bugün nasıl fantastik kurgu yapıtlar üretme ihtiyacı var ise, binlerce yıl öncesinde de bu ihtiyaç mevcuttu. Bu insani bir yaratma ve üretme güdüsüdür. Tolkien, günümüzde Gandalf karakterini yaratabiliyor ve bunu Orta Dünya’da geçen mükemmel bir hikayeye nasıl dönüştürebiliyorsa, geçmişte de bu karakterlerden binlercesi insanlar tarafından yaratıldı. Masalları da dilden dile anlatılarak yayıldı. (Günümüzde tüm bunlara mitoloji diyoruz.) Tabii ki o zamanın şartlarında bazı insanlar bu masalların gerçek olduğunu zannedip inandı. Bazıları da bu inançları, diğer insanlara acımadan kendi çıkarları için kullandı. Artık bu binlerce yıllık kandırmacanın peşinden gitmeyi bırakmanın vakti gelmeli. Gandalf ne kadar gerçekse, Allah ismindeki mitolojik karakterin de o kadar gerçek olduğu kabul edilmeli. İslam mitolojisi, sadece hak ettiği yere sahip olmalı, daha fazlasına değil!
İnananlar, cehaleti erdem sayıyor.
Tanrıya inanan insanların din haricindeki konulara ilgileri neredeyse hiç yok. İnsanlar ne kadar bilgisizlerse, tanrı inancına bağlılıkları da o kadar artıyor. Eğitim düzeyi yüksek, araştıran sorgulayan insanların ve bilim insanlarının dinlere inanma oranı ise neredeyse sıfır. Araştıran ve sorgulayan her insan, tanrının bir masal olduğu sonucu ile yüzleşiyor. Bir insan bilgisizliği ölçüsünde inançlıdır. Çünkü, inanmanın doğası, kandırılmış olmayı gerektirir.
Çocuklara küçük yaşlardan itibaren inandırma seansları yapılıyor.
İnsanları dinlere inandırmaya başlamak için nedense en kolay kandırılabilecekleri yaşlar seçiliyor. Hiç ’çocukları yetişkin olacakları yaşa kadar bilimsel bilgiler ışığında eğitelim, yetişkin yaşa geldikten sonra dini seçimlerini isterlerse yapabilirler’ görüşünü savunacak bir dindar ile karşılaştınız mı? Tam tersine, küçücük çocuklar tapınmaya özendiriliyor. Masallara inanan sağlıksız, uyuşturulmuş nesiller yetiştiriliyor. Böylece onlar da cennete gitme hayali ile zamanı geldiğinde bazı insanların amaçları uğruna rahatça harcanabilirler.
Çocuklar ’anlattığın bu saçmalığa neden inanayım?’, diye soramazlar. Onları inandırmak kolaydır. Çocukken inanılmış bir şeyin, gerçek olmadığını kabul etmek yaşınız ilerlediğinde zorlaşır. Çünkü, insan beyni, küçük yaşta edinilen deneyimleri yol gösterici olarak kabul edecek şekilde evrimleşmiş.
İnsanlığa en çok zarar veren uyuşturucu dindir. İnsanlar, küçük çocuklarına bu zehri en yüksek motivasyonla aşılıyor.
’Şükretme kültürü’ körükleniyor.
Toplumun el uzatılmayan fakir kesimi, sahip oldukları kötü konumun ’tanrı tarafından kendilerine bir test olarak sunulduğuna ve bu hallerine şükrederek öldükten sonra ödüllendirileceklerine’ inandırılır. Ne kadar şükrederlerse, öldükten sonra alınacak ödülün de o kadar çok olacağı iddia edilir. Bu sayede toplumda varlık sahibi olamayan ve sömürülen bu insanların haksızlığa karşı çıkmadan, varlık sahiplerinin rahatlarını bozmamaları sağlanır.
Dinlerin beni en çok rahatsız eden yanlarından biri de bu sömürüyü destekliyor olmaları. ’Şükret ve sitem etme, kabullen!’
’Din, fakirler zenginleri öldürmesin diye vardır.’ Napoleon Bonaparte
Kimse aslında dinlere inanmıyor
Hiç öleceği için sevinen bir dindar gördünüz mü? Oysa cennete gideceği için çok mutlu olmalıydı. En iyi arkadaşı ölüm döşeğinde olan bir dindarın şenlikler yaptığına şahit oldunuz mu? Sevdiği birini şehit eden düşmana teşekkür eden bir inananla karşılaştınız mı? Öyle ya, şehit olanlar cenneti garantiliyordu. Böyle bir insan gördüyseniz gerçekten inançlı biri ile karşılaşmışsınız demektir. Ben hiç karşılaşmadım. Çünkü insanların mantıkları da ölümden sonra yaşamı benimsemiyor. Dindarlar sadece kendilerine anlatılmış bu masalın gerçek olmasını umut ediyorlar. İnanmıyorlar.
Dinlerin insanlara öldükten sonra yaşamaları ve cennete gidebilmeleri için zorunlu tuttuğu şeylerden biri de inançtır. Tanrı’ya, kıyamete, cennete, cehenneme, meleklere, kısaca masalın büyüsünü size yaşatacak her şeye inanmak zorundasınızdır. İnanmazsanız da sonsuz acıya tabi tutulmakla korkutulursunuz. Çünkü, bunlardan birinin ne kadar mantıksız olduğunu fark ettiğiniz anda ipler çözülür. İbadet de insanları bu masalın içinde meşgul tutmak için uydurulmuş harika bir kurgu. O kadar çok ibadet edin ki, masalın içinde kalın ve köle toplumun itaatkâr kuzularından biri olun. Birileri de sizi dilediğinde kurban edebilsin. Tabii ki tanrılar için!
Dünya genelinde ilkel toplumların hepsi, cevap arayıp bulamadıkları şeylerin doğaüstü görünmez varlıklar, güçlü tanrılar tarafından yapıldığını zannetme refleksi gösterdi. Kimileri hemen her güç için de ayrı tanrılar uydurdu. (Can alma tanrısı, şimşek çakma tanrısı vs..) Ya da aralarında hiyerarşik yapılara sahip bir tanrılar kadrosu hayal ettiler. Belki de tek tanrıya inanmayı sıkıcı bulmuşlardı.
Sonunda, ’insanlar arasından bir elçi seçmiş tek tanrı olduğunu ve o seçilmiş elçinin de kendisi olduğunu’ iddia etmenin, diğer çok tanrılı inançlara oranla daha kârlı olduğu keşfedilmiş olmalı. Bu fikirden ilhâm alan, aynı coğrafyada (Mekke ve Kudüs civarları) kendini peygamber ilan eden onlarcası çıktığını, çoğunun halk ya da diğer peygamber olduğunu iddia edenler tarafından öldürtüldüğünü görüyoruz. (İsa dâhil!) (Maslama ismindeki peygamber, Muhammed tarafından öldürtülmesi gibi) (ayrıca, Musa ve İsa’ya dair inanç, onların ölümünden çok sonraları inananlarını bulmaya ve yayılmaya başladı. Bunun nedeni de çok bariz değil mi?)
Koca dünyada tüm tantana şu küçük dairenin içinde kopuyor!
Bu tek tanrılı din iddiaları coğrafyası dışında, bahsi geçen tanrının diğer kıtalarda insanları uyarmak üzere gönderdiği elçilerinin olmaması garip değil mi? Neden Güney Amerika’nın bir peygamberi yok? Neden, Sibirya halkı tanrı tarafından uyarılmamış? Avustralya’ya inen kutsal kitap nerede?
Dindarlar bu çılgınlığın farkında değiller.
Dinlerin insan uydurması masallar olduğunu fark ettikten sonra, dindarları istemsizce akli dengesini yitirmiş insanlar olarak görmeye başladım. Gerçekten, öylesine saçma bir hikayeyi hayatlarının parçası haline getirmiş ki bu insanlar, onlarla herhangi bir işe girmeyi, aynı ortamda bulunmayı bile risk olarak görüyorum. Din çılgınlığının içindeki insanların, insanlığa faydalı olmasını beklemek mümkün mü? Ben kendimce hayata dair bir çok faydalı şey yapmaya çalışıyorum. Ama dindarlar sadece din adına fayda gösterme çabası içinde. Ne büyük bir gereksiz harcama, gerçek israf budur.
Bir de, sırf çocukken kendilerine ’tanrının var olduğu’ söylendiği için ona inanan, dua eden, ama Kuran’da ve hadislerde akla sığmayacak, günümüz toplumunun ahlak yapısına uymayacak bir sürü zırvanın olduğunun farkında olmayan çok büyük bir inanan kitlesi de var. Bu yazıda bahsettiklerimin hepsi, yine o insanların sorgulamaya yönelmediği konular. Ulaşacağınız tüm yanıtlar araştırma, düşünme ve sorgulamada.
İnançlı insanların oluşturduğu toplumlara baktığımızda teknoloji, bilim, sanat, hukuk gibi konularda çağı yakalayamadıklarını ve halen ilkel çağların bilgilerini doğru sandıklarını görüyoruz. 1970’lere kadar dünyanın düz olduğu ısrarla iddia ediliyordu. Günümüzde de durum pek farklı değil. Bilgi sahibi olmaktan çok, inanmayı tercih ediyor dindar toplumlar.
’İnanmak istemiyorum, bilmek istiyorum.’ Carl Sagan
Türkiye’de de AKP’nin iktidara gelmesi sonrasında gericiliğin el üstünde tutulup bilgisizliğin körüklenmesi ve bunların ’özgürlük’ adı altında paketlenip cahil halka yutturulması üzerine daha önce pek ses çıkarmayı yeğlemeyen bir çok ateist birey, dinlerin insan uydurması olduğunu, çeşitli kanallardan seslendirmeye başladı. Benim de içimde bir çok şüpheyi gerçek anlamda sorgulayıp bana inandırılan ve her şeye rağmen tutunmaya çalıştığım masalların, boş inançlar olduğunu fark etmem, ateist düşünceye sahip insanların bu seslerine kulak vermemle başladı. Onlara teşekkür ediyorum.
Sonrasında ben de toplumun din karanlığına tutulmaması için kendime düşen görevi yapmam gerektiğini düşündüm ve bu yazıyı yazmaya karar verdim. Yazının paylaşılması ve insanlara ulaşması görevimi başardığımı hissetmemi sağlayacak.
Tüm bu ipuçları ışığında yaşayabileceğim tek hayat, bir yalan üzerine harcanmamalı.
Hayat kısa. Tek hayatım var. Masallardaki gibi öldükten sonra yaşam yok. Bedenim fonksiyonlarını yerine getirecek güç bulabildiği sürece yaşayacağım. Bu hayatı, binlerce sene öncesinden uydurulmuş masallar uğruna neden harcayayım?
Şunun gibi bir sözü ateist düşünceye sahip herkes, dindar kişilerden defalarca duyar: ’Tanrı yoksa biz bir şey kaybetmeyiz. Ama varsa, siz sonsuza kadar cehennemde yanacaksınız.’
Bu yazıda anlattığım düşüncelerim üzerine bu soruya karşı, şu soruyu yöneltirim.
Ne kadar çok düşünürsem düşüneyim, bir tanrının var olma ihtimali, mantığıma uymuyor. Her düşündüğümde dinlerin insan uydurması olduğuna emin oluyorum. Bu durumda sizin düşüncenize göre (inanamadığım) cennete gidebilmek için; inanmadığım tanrıya inanıyormuş gibi yaparak, inanmadığım tanrıyı kandırmaya mı çalışayım?
Bir çelişki daha mı? Evet, Paradoks!
Yetişkin olmanın kurallarından biri anne-babalarımızdan ayrı yaşamaya başlamaktır. Ailemizi terk etmek ne kadar boşluk içinde hissettiriyorsa, ’tanrının insanları köleleştirmek için uydurulmuş bir masal olduğu gerçeği’ ile yüzleşmek de başlangıç aşamasında bir boşluk oluşturabilir. O boşluk daha çok bilgilenerek, daha çok sorgulayarak kolayca dolduruluyor.
Sarılacak bir tanrı kalmadığında, okuyacağınız kitaplar, izleyebileceğiniz binlerce film, düşünebileceğiniz- tartışabileceğiniz- öğrenebileceğiniz fikirler, dinlenecek müzikler, tanıyacağınız insanlar sonsuz bir deniz misali önünüze serilecektir.
Ayrıca tanrının var olmadığına (daha doğrusu var olması gerekmediğine) dair binlerce bilimsel kanıt mevcut. Günümüzde, kuantum dalgalanması ile maddenin nasıl yoktan var olabildiğini ve evrendeki bunca maddenin nasıl oluştuğunu açıklayabiliyoruz. Abiyogenez sürecini yaptığımız deneyler ile kanıtlayarak canlılık oluşumunun nasıl gerçekleştiğini açıklayabiliyoruz. Canlı çeşitliliğini sağlayan doğal seçilim ve evrim süreci karşı çıkılamaz bilimsel gerçekler. Mucizevi görünen organlarımızın ve yaşam döngüsünün nasıl bugünkü haline geldiği hakkında bilimsel kanıtlara ulaşmamız da artık teknoloji ve internet sayesinde çok kolay.
Bunca bilgiye rağmen, tüm bilimsel külliyatı reddederek, bir tanrı varmış gibi davranmak da çılgınlık olmalı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.