- 513 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
-ANLAMINA VARMAK AMA NASIL?-(4)
Günlük düşünce akışımıza bağlı sandığımız hususların bir tarihsel serüveni var. Kendi dışımızda pek çok insanda da karşılığının olması aktüaliteyi aşar zaten.
Ne nereden gelip nereye gidiyor şeklinde bir sualimiz, kaygımız yoksa eğer, hayatı günlük yaşıyorsak bir biçimde zıt hatta farklı düşüncede insanları yadırgamakla kalmaz, “kerameti kendinden menkul” biçimde kızarız da.
Hep arz ettiğimiz biçimde sosyolojik etki tepki, geleneksel ifrat tefrit bağı vardır siyasi tarihi hadiseler arasında. Oysa çok kez papatya falı kalıbının dışına çıkmaz, seviyorum sevmiyorum ikilemine hapsolup kalırız. Dünya görüşümüze göre kimleri sevip sevmeyeceğimiz koşulludur da. Fasit bir daire oluşturur benliğimizde. Meşhur deyişle “insan bilmediğinin düşmanıdır” da. Yasak bölgelerden uzak durur, tehlikelerden korunuruz böylece.
Ülkemizde aşağı yukarı birbiriyle çarpışan, çatışan iki ana siyasi ideolojik damar bulunmakta. Kemalizm ve Osmanlıcılık. Birini yorulmak bilmez idealizmiyle ilerici diğerini ise iflah olmaz bir gerici belleyenler olduğu gibi, birini milli, yerli diğerini ise gayrı milli, ecnebi bulanlar da vardır.
Her iki bakışında haklılığı, haksızlığı hatırı sayılır çaptadır. Her yapı da diğerini kökü dışarıda görür. Bu toprağa yabancı bulur. İnsan şaşmaz mı böylesine dersiniz de, gerçekçidir özünde. Karşıtını negatife almaktan beslenen kapalı devre ideolojik politik yapılardır bunlar.
Her ikisi de kökü dışarıda olmayıp, biri milli diğeri ulusal, biri vatansever diğeri yurtsever olmaktadır özde. Kalkış noktaları farklı olduğundan finalleri de farklıdır. 1960’ların Yön dergisi muhitinde cereyan eden 3’üncü dünyacı Kemalizm bu toprakta köklenir, filizlenir mesela. Yoksa günümüzün Şişli Nişantaşı zamparalığı değil. Yine Büyük Doğu’da bu toprağa ayak basmaktadır. Rahmetli Cemil Meriç ne zaman ki gözleri görmez, gönül gözü açılır, her iki muhitten de nasiplendiğini söyler. İçimizde yalnız o görmüyordu elbette. Aykırı yönleri de olan marjinal bir fikir adamıdır aynı zamanda. Ülkemizde birey ve toplum arasında sarmallanan paradoksal yapının kavşak noktasında durmaktadır, bilir misiniz? Hataylıdır Cemil hoca. Evet Hataylı. Büyük Atatürk Hatay’ın ana vatana katılmasının arefesinde etrafındakilere sormakta: Hatay’ın vatanımıza katılmasını ne olarak görüp anlıyorsunuz? Salt bir toprak ilavesi mi? Gazi Hatay’ın Entegrasyonu meselesinden söz eder. Hatay’ın Entegrasyonunun temel bir mesele olduğunu Atatürk’e, Kemalizm’e taban tabana zıt argümanlarla fikir hayatımıza iştirak eden Cemil Meriç göstermekte bizlere.
Kemalist yapılar kızarlar üstada ekseri. Ünlü şairimiz Melih Cevdet Anday bir yazısında Osmanlıcı solcularımız kusura bakmasın şerhi düşerken en çokta Cemil hocaya dokundurur sanki. Kuşkusuz Kemal Tahir’de nasiplenebilir bu ironiden. Söz gelimi, Yalçın Küçük erken dönemlerinde Kemal Tahir’de insan sevgisi olmadığından yakınır sık sık. Yaşları, dönemleri, aynı dönemlerde bulundukları ortamlar bireysel dünyalarının kesişmesini mümkün kılmaz halbuki. Ulan ideoloji nelere kâdirsin sen! Deme de dur şimdi. Kemal Tahir’de insan sevgisinin olmamasının Türkçesi üstadın giderek Osmanlıya çark etmesi, sosyalizmin yerli versiyonlarına baraj koyması olmasın sakın? Üzüldüğüm nokta Küçük öyle böyle değil sıra dışı bir zekâdır. Cumhuriyet döneminin yetiştirdiği özgün kafalardandır. Takıntıları var. Ülkemiz gerçekliğinde ağır bir yüktür o zekâ. Yalçın Küçük bir değerdir. Aforizmaların adamıdır o. Ne ki, derin psikolojik alt üst oluşların adamıdır da.
Örneklerle mevzu dağıldı mı yoksa? Şunu da sormak gerekir kanımca. Kemalizm vaatlerini tutabildi mi, tuttuysa eğer anlatabildi mi? Kısmen tuttu bence. Ne ki, tuttuğu kadarını anlatamadı. Pazarlama noktasında bir tıkanıklık muhakkak. Demem şu ki, Monarşik bir tarihten ve onun uzanımı olan İttihat ve Terakki geleneğinden gelerek bir kalemde demokrasiye geçilemeyeceğini, çok partili dönem tarihimizin Modernist bir evre üzerinde şekillendiğini anlatamadık bir şekilde. Neden acaba?
Tek parti dönemi politikaları haddinden fazla maziden kopuk cereyan eder çünkü. Altı ok sipsivri kazıklara dönüşür toplumsal bünyemiz ve sosyal psikolojimiz üzerinde. Bırakalım efendim, çok partili dönem üzerinden karşı devrimcilik hikâyelerini. Karşı devrim ülkemizde 1938’den itibaren başlar. 1950-60 arası farklı bir zemin ve üslupta devrimcidir yine. 27 Mayıs sonrası Neo karşı devrim süreci olmaktadır. Statükocu her evre karşı devrimcidir gerçekte. Atatürk ve Menderes inkılapçı, İnönü ve askeri dönemler statükocudur.
Ülkemizde devrimcilik Atatürk inkılaplarının Türk inkılabı başlığıyla yorumlanmasında hayat bulur. Siz hiç Fransız ihtilaline Robespierre devrimi dendiğini gördünüz mü? Duydunuz mu? Oysa yapılışında, en azından yapılışında kelimenin tam manasıyla böyledir. Vikipedi notuna başvurursak eğer; “Robespierre ve öteki Jakobenlerin terörden umdukları, geçici bir diktatörlükten sonra Aydınlanma Çağı felsefecilerinin öngördükleri bu doğal düzene ulaşmaktı.” Tümcesiyle karşılaşırız. Peki, Fransız ihtilali sonrası ne kadar zamanda taşlar yerine oturur? Yüz elli yıldan erken olmadığı o kadar açık ki.
Evet, ne diyordum? Ha evet! İnkılabın milli ya da ulusal kimliği. Atatürk inkılabı değil de Türk inkılabı dahi psikolojik, sosyolojik, felsefi düzlemde çok daha anlamlı olmakta. Elbette lider, öncü, önder Mustafa Kemal’dir de o da Türkçü değil mi? Efendim! İşin Türkçesi; Atatürk milliyetçisi değilim, Gazinin de mensubu olduğu biçimde Türk milliyetçisiyim diyen ekşi sözlük kullanıcısı haklı.
İşte Osmanlıcılık bizde, yüzyıldır kavramların içinin boşaltılması, etkin ve işlevsel kılınmaması neticesinde anakronik bir duruşla tarihselliğe ve zamanın ileri, yalnız ileri doğru akması gerçekçiliğine meydan okumakta hatta posta koymaktadır.
Hani derim ki, Modernist evremizi tüm yanılgı ve zaaflarıyla beraber devrinin yurt ve dünya gerçekleri içerisinde anlatma, anlatabilme noksanlarımız ya karın ya baş ağrıtmakta, kimse kusura bakmasın!
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Minnetle ve şükranla yad ediyoruz kahramanlarımızı.
Teşekkürler dost yazarım.
Devamını bekliyoruz da.
Selam ve saygılarımla...
Hayatın satır aralarına neler yığıyoruz ve yürekte neler saklıyoruz bu anlamda yorumsuz kalan yazı ve şiirler sessizce bekliyorlar.
Hayat, zaten bir bekleyişten ibaret değil mi?
Hakkını ödeyemeyeceğimiz insanlar bile unutulurken bizler unutulmuşuz, çok mu?
Yüreğiniz dert görmesin, dost yazarım
levent taner
Işık hızına yetişmek mümkün mü?
Ses duvarını ancak aşmışken
Hay Allah! Mahcup düşmek yine benim üzerime vazife
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duyduğumu söylememe gerek var mı sanki!
Sağlıklı, huzurlu bir ömür dilerim size ve sevdiklerinize
Saygı ve selamlarımla...
Gülüm Çamlısoy
Bazı şeyler ve bazı insanlar mevcudiyetine ve yürekteki iyi niyetine ve umuduna ve de değerlerine sahip çıkmak zorunda hem yeteri kadar maskeli yüzler ve nefret dolu bakışlar varken varsın kendi güneşimizi yanmaktan ve ışık vermesinden alıkoymayalım.
Asıl ben mahcup oldum ki taviz vermediğim değerlerin başında gelir içtenlik ve hakkaniyet.
İlk günden beri olan desteğinize minnettarım.
En derin saygı ve selamlarımla değerli Levent Bey.
Çanakkale Savaşlarının kutlu aşamalarından 10 Ağustos 1915 Anafartalar Zaferinin 105'inci yıl dönümünü tebrik ederken; başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Milli Şairimiz Mehmet Akif ERSOY ve harpte emeği geçen tüm Mehmetçiklerimizi saygı, şükran ve rahmetle yad ediyorum...