- 418 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DİŞ BEDELİ
Gökyüzünün yeryüzüyle birleştiği ufkun yakın noktasına kurulmuştu Tibet Köyü. Uzaklardan bakıldığında irili ufaklı silik kaya parçası gibiydi toprak evler, sanki toprak damlar birleşmişti gökyüzüyle. Yuvasız kuşların ağaç dallarına sığındığı gibi evler de dağın eteğinin içine sıra sıra sığınmıştı. İlk bakışta evleri aydınlatacak pencereler yokmuş gibi zannediliyordu, pencerelerin varlığı içeriye girmeden anlaşılmıyordu. Evin herhangi bir bölümüne girildiğinde toprak damın üzerinde arı kovanı büyüklüğünde pencerelerin olduğu görünürdü. Köyün büyük bir bölümü dağlık, bir kısmı ormanlıktı, çok az kısmında ise tarım alanları vardı. Her köyde olduğu gibi buranın sakinleri de geçimlerini karın tokluğuna sağlarlardı, ahalinin ana geçim kaynağı hayvancılıktı.
Fazim Tibet köyünde bakkalcılık yapan Resul’ün dokuz çocuğunun beşincisi, beş oğlunun üçüncüsüydü. Resul, köyde diğer insanlara göre daha iyi bir yaşam içinde gibi görünüyordu ama o da zor geçiniyordu. Bakkalın dışında gelir getirecek başka meşguliyeti yoktu ancak geçimini sağlamak için iki büyük oğlunu ormanda, Fazim’i ise köyün çoban işinde görevlendirmişti.
Fazim henüz 11 yaşındaydı, tıknaz, esmer, seyrek saçlıydı. Fiziksel bir rahatsızlığından kaynaklı, alt çenesi üst çenesinden biraz daha öndeydi, ağzını kapattığı zaman alt çenesi üst çenesinin üzerine denk gelmezdi. Dişleri küçük kıl testeresinin ağzı gibi tırtıklıydı, sonradan çıkardığı dişleri önceki dişlerinin altından sürgün vermiş gibi üst üste bitişik çıkmıştı. Bu haliyle dişlerini her ne kadar temizlemek istese de tam anlamıyla temizleyemiyordu. İyi temizlenemeyen dişleri yoğun bir şekilde tartarla kaplanmıştı, tartarlar dişlerini çürükmüş gibi gösteriyordu. Fazim’in dişlerinin çürüklüğü kötü bir görüntü veriyordu bu yetmezmiş gibi ağzı da kokuyordu. Bir şeyleri yemek için ısırdığında dişleri kanardı. Çok okumak istemesine rağmen bu özelliklerinden olacak ki okula gitmek istemiyor kimseyle de arkadaşlık yapmıyordu.
Bir gün Fazim babasına okumak istediğini, bir an evvel dişlerinin tedavi ettirilmesini söyledi. Resul, oğlum zaten zar zor yaşıyoruz, diş tedavisi nereden çıktı ama yine de senin isteğini yerine getireceğim. Sürüyü sağ salim sonbahara çıkarman halinde hem dişlerini tedavi ettireceğim hem de seni okula göndereceğim. Resul biliyordu fire vermeden sürünün sonbahara çıkamayacağını, onun için mal mülk sahibi olmak daha önemliydi, eğitim ve sağlık daha sonra geliyordu.
Fazim çobanlık hakkıyla dişlerini tedavi ettireceğinin bilinciyle sürüye daha bir ihtimamla gözü gibi bakmaya başladı. Sabah erken kalktı, kuzuları sürdü köyün yaylasına, onları sevdi, bazılarını elleriyle besledi, birlikte oynadılar oynaştılar. Binbir çeşit çiçeğin mis kokulu ortamında mutluluktan içi içine sığmaz olmuştu, mutluluğuna kimse gölge düşürmesin diye de içinden yaratanına dua ediyordu. Öğleden sonra kara kara bulutlar gökyüzünden yeryüzüne göç etmek ister gibi yaylanın üzerine çöktü, insan gözünün kestirebildiği uzaklıkta ki her taraf kapkaranlık oldu. Hava soğudu, şimşekler çakmaya başladı eve dönüş zamanı henüz gelmemişti ama havanın hiddeti Fazim’i ürkütmüştü. Sürüye ıslığıyla yön verdi eve doğru. Nazar Boncuğu adını verdiği kuzusu Fazim’in isteğini anlamış gibi geçti sürünün başına eve doğru yol almaya başladı. Yine başladı şimşekler çakmaya, yıldırımlar atmaya. Her şimşek çakışında Fazim’in kalbi duracak gibi oluyordu, korkuyordu ama korkusu işe yaramıyordu, bir an evvel evine dönmesi gerekiyordu. Bir ıslık daha çaldı, acele edilsin eve çabucak gidilsin diye. Nazar Boncuğu yine anladı Fazim’in ne demek istediğini koşar adımlarla yön verdi eve doğru sürüye.
Ak ak şimşekler kara kara olup yeryüzüne düşmeye devam ediyordu. Gökyüzü gözyaşlarını dolu olarak bırakıyordu ikiz kardeşi yeryüzünün üzerine. Yeryüzü yeter artık bu kadar şiddetli ağlama dediyse de kardeşine söz geçiremedi. Fazim bir kayayı kendisine sığınak yaptı, ıslanmaktan kurtulmak için. Bir şimşek daha çaktı, yer gök ap aydınlık oldu, gökyüzü ile yeryüzü arasında ateşten yol oldu. Nazar Boncuğu kendini yere attı, debelenmeye başladı. Fazim, sığındığı kaya parçasının gölgesinden koşup geldi, Nazar Boncuğu’nun yanına. Kalk boncuğum kalk, kalk nazarım kalk, sevgili kuzum kalk, yalvar yakar konuştu, nazar boncuğum dediği kuzusuna söz geçiremiyordu. Nazar Boncuğu derinden ta içeriden için için nefes alıyor başını yerden kaldıramıyordu. Fazim başını okşadı, karnını ovdu, gözyaşlarını üzerine boncuk boncuk döktü bir çare olamadı. Nazar Boncuğu gözlerini kapattı, açmak istemiyordu. Bu dünyadan ayrılma isteği hayatta kalmasının önüne geçmiş yaşama sevincini kaybetmişti. Fazim bi çare ellerini ovuşturarak Nazar Boncuğu’nun etrafında dönüp durdu, sevdiği Nazar Boncuğu’na nasıl kıyacaktı. Bazen insanlar sevdiklerini kurtarmak için bazı şeylerden fedakârlık yapmak zorunda kalabiliyor ama Fazim neyin fedakârlığını yapacaktı? Yaratan Fazim’i sınıyor muydu? İnancı gereği eti yenilen hayvanların murdar olarak ölmesine izin verilmezdi. Nazar Boncuğu’nun murdar ölmesine izin verse babası onu akşam daha bir haşlardı, bunu da kaldıracak gücü kalmamıştı.
Nazar Boncuğu’nu helal olarak evine götürmek istedi, sağına soluna, çantasına baktı bıçağını bulamadı, o gün bıçağını yanına almayı unutmuştu. Aklını kaçıracak gibiydi, Nazar Boncuğu can çekişiyordu, onun daha fazla acı çekmesine izin veremezdi. Yere baktı ayağının altında sal taş buldu, sevdiğini kıbleye çevirdi görevini yerine getirdi. Karşısına bir sorun daha çıkmıştı, Nazar Boncuğu’nu evine nasıl götürecekti? Zorlanarak sırtına aldı beş on adım attı atmadı sırtından yere bırakmak zorunda kaldı. Sevdiceğini sırtında taşıyarak köye götürecek gücü kendinde bulamadı. Belinden kemerini çıkardı, Nazar Boncuğu’nun babasını yakaladı, babasının sırtına bağladı. Köye doğru sürüyü yönlendirdi, evleri görünceye kadar Nazar Boncuğu’nu babasının sırtında taşıttı. Fazim’in yüreği sızlıyordu ama gerçeği de haykırmak zorundaydı, başladı hem ağlamaya hem bağırmaya.
Fazim’in bir ihtiyacının olduğunu duyan köyden Ayfettin, demir kırat atını sürdü sürünün yanına hızır gibi yetişti. Nazar Boncuğu’nu babasının sırtından çözdüler, Ayfettin’in kucağına verdiler, köye gönderdiler. Resul, Nazar Boncuğu’nun cansız halini görünce, şivan düşürdü köyün içine. Kuzum da kuzum. Sen kuzuma nasıl sahip çıkamazsın? Artık dişlerinin tedavisini unut hem de okula gitmeyi. Sana ceza veriyorum, bir yıl daha çobanlık yapacaksın diye. Fazim, dişlerinin tedavisinin yapılmasını sağlamak, okula gidebilmek için biçare boynu bükük babasının emirlerine boyun eğdi. Resul, oğlunun zafiyetini sömürmeye devam ediyordu.
Sevgi bazen mal sevgisi, bazen yurt sevgisi, bazen de neme lazım dediğin şeylerin sevgisi olarak tezahür ediyor. Sevgiyi sömüren odaklardan uzak durmak dileğimle. Özer YILMAZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.