- 1019 Okunma
- 4 Yorum
- 4 Beğeni
CAN ÇİÇEĞİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
CAN ÇİÇEĞİ
Nurşen KAYGISIZ.
Elinde yeni tomurcuklanmış beyaz bir gül dalı tutuyordu. Yeni koparılmış. Henüz açmaya bile fırsat bulamamış. Gözleri ondaydı. Baş ve işaret parmağı ile güle dokunuyor hafifçe okşuyordu. Biraz sertçe dokunsa gül parmaklarını parçalayacak kanatacakmış gibi.
Onu uzaktan görenler mutlak birini bekliyor hissine kapılabilirdi. Biri gelecek ve ona kötü bir haber verecekti. Dalgınlığıyla kafasında uzun uzun hesaplar yaptığı, boyunu aşan bir soruna çözüm arıyordu sanki.
Sağa doğru kararsız adımlarla ilerledi. Şaşkınlıkla atılan adımlar duruverdi. Yerde şubat ayazına aldırmadan birkaç güneşli havaya aldanarak açmış mor menekşeler vardı.
“Bunları da seversin sen” dedi.”Bunları da seversin.”
Daha birkaç ay önce kitapları arasında kuruttuğu çiçeklerin arasında görmüştü. Merakla sormuştu. Rengi çoktan uçup gitmiş çiçekler için.
“Ne çiçeği bunlar? Ne renkti sen kurutmadan evvel?”
Mor menekşe, demişti. Mor menekşe. Doğadaki en biçare çiçek zannımca. Kadın gibi çocuk gibi yaşlı gibi bir şey benim gözümde. Hem bak mor oluşu da destekliyor bu düşüncemi. Mor ne ağır bir renktir. Biraz kül çokça ateştir. Yanmışlık, yanılmışlıktır ateş. Hep bir geri dönme isteği, pişmanlıktır. Çekilen acı çoktan soğumuştur, bir yara morardı ise şayet. İçten içe tükeniş, acıyı bir başına yaşamadır mor.
Duyduklarına sebep gülümsedi. Eğilip bir yaprak kopardı çiçekler arasından.
-Gülümsüyorsun, dedi. Gözlerin kapalı kirpiklerin ince bir çizgi gibi. Bir işaret yüzüne takılıp kalmış. Tellere takılı kalan bir uçurtmada bir çocuğun gülümsemesi gibi. Yüzünde bir gülümseme.
Bir anda elindeki boşluğa baktı. Ne beyaz bir gonca ne de yemyeşil bir menekşe yaprağı. Hiç biri yoktu. Parmakları açık ve gergindi.
-Neler oluyor? diye söylendi kendi kendine. Islanmış gözlerini elinin tersiyle kuruladı. Önce küçük odanın zeminini taradı. Hiç yaşanmışlık hissi yoktu ortalıkta. Her yer temiz ve boştu. Ardından kireçle badana edilmiş duvarlara çevirdi gözünü. Bir işaret aradı. Bir iz. Ardından tavana baktı uzun uzun. Kapıya yönelen bakışları bir süre dondu.
-Kimseler yok işte. Kimseler yok.
Sanki bir el değse kapıya, kapı açılsa içeriye başka bir dünya dolacaktı.
Herler boş ve sonsuz göründü gözüne.
Kafasının içini dolduran karmaşık başı ve sonu belirsiz düşünceler biraz daha birbirine karıştı. Aradaki ayrıntılar gittikçe silikleşiyor rengini, biçimini kaybediyordu.
Gözleri tekrar kirpiklere takıldı. Okumaya çalıştığı fakat anlamakta zorluk çektiği çok belli bir yüz ifadesi vardı şimdi.
-Ne güzel uyuyordu. Yanakları al aldı.
-Seni hiç böyle güzel görmemiştim, dedi.
-Sahi mi söylüyorsun? deyip sıcacık gülümsedi kız. Kirpikler aralandı yavaşça. Ardından bal rengi gözleri açıldı. Gülümsüyordu.
-Elbette öyle olmasa neden böyle söyleyeyim ki? Her zamankinden daha güzelsin. Daha sıcak. Daha muzip. İstersen biraz yürüyelim. Sohbet ederiz. İstersen dolmuşa bineriz yürümeyiz. Sen eğer istersen inebilirsin birkaç durak önce. Yahut oturur bir dut ağacı dibine henüz yeşillenmemiş dalların arasından gökyüzüne bakarız. Birlikte gülümseriz. Hep maviye çalar şarkılarımız. Bir sonsuzu işaret edercesine.
Belki de bir şiir okursun. Ayakkabılarımızı elimize alırız, istersen. Aldırmayız şubatmış soğukmuş ne gam.
-Az bekle o halde. Üstüme bir hırka alayım. Ayaklarıma bir çorap daha geçireyim. Çok sürmez. Hemen hazırlanırım ben. Senin gibisi bekletilmeye gelmez zaten bilirim.
Bir süre bekledi. Kafasındaki renkler, şekiller, sözler, şiirler kaybolup gitmişti. Saatler mi durmuştu. Anlamıyordu. Hissizleşmiş, katılaşmıştı her şey. Elini, kolunu, ayağını kıpırdatacak mecali yoktu. İsteği de.
Bekliyordu.
-Hala hazır değil misin Can Çiçeğ?.
-Az kaldı. Üç beş dakika daha. Hemen asma suratını. Kaşlarını yıkma. Gülümse hadi…
Kapıya yaklaştı. Ayak sesleri sessizliğin içine bir uçuruma düşen kayalar gibiydi. Koca boşluğu aralıklarla dolduruyordu her bir adımda çıkan sesler. Sert ve aralıklı.
Orta yaşlı, kalın siyah kaşlı bir kadın. Kapıyı açtı. Dışarıdaki tüm soğuk hava içeriye dalga dalga yayılıverdi. Ardından birkaç kişi onu takiben açık kapıdan içeri girdiler. Sessiz adımlar çoğaldı. Sessizliğin sesi kanatlanmıştı. Her çırpınış eline, yüzüne değip kanatıyordu. İnce kırmızı çizgiler halinde kan sızıyordu bu dokunuşlardan.
Sessizliğin uzattığı bir kısa yola girdiler hep beraber. Yedi sekiz adımda bitti yol. Ardından bir kapı açıldı. Bir kapı daha. Her kapının metal ve gri renkli soğukluğu da ekleniyordu her seferinde.
-Can Çiçeğim. Seni bekliyorum hala.
Yorgun bitkindi. Gözleri çoktan kapanmıştı. Elleri içinde bulunduğu sonsuz boşluğu şekillendirmek, resimlendirmek, seslendirmek için kıpırdıyordu.
Neydi saydığı; renklendirdiği, resimlendirdiği kimse bilmedi.
YORUMLAR
Daha önce beğeniyle okuduğum yazılarınız olmuştu, güne geldiğinizi görünce aynı beklentiyle açtım sayfanızı. Önce birkaç kez okudum, ara verdim, bir daha okudum!..
Her zamanki gibi duru yazı diliniz ve güçlü tasvirleriniz önce beni çekti, sonra ne okuduğumu sorgulamay başladım! Giriş - gelişme - sonucu ayıramadım, neden - sonuç ilgisinini de kuramadım!...
Sanırım, ilgim dağınık!... :(((
Yazı dilinizi kutlarım...