Acizdi
saçlarının altında bulunan derinin altındaki kemiklerin ortasına yayılmış yer ile düşünüyordu. oraya beyin diyorlardı, beynin içinde zihin olduğu varsayılıyordu.
insanlar çok küçük ve gelişmemiş canlılardı. çok çabuk hasta oluyordu, çok çabuk birbirlerine saldırarak birbirlerini öldürüyordu, yaşayan öleni gördüğü halde yaşamaya devam ediyordu. kendilerinden hakir gördükleri hayvanların bir başka türü olduklarını kabul etmiyorlardı.
uzayın kenarında bir dünyada yaşıyorlar, ne uçabiliyorlar ne suda yüzebiliyordu, bunları yapmak için ekstra bir şeylere ihtiyaç duyuyorlardı. kimisi eksik doğuyor, kör, topal, sağır, kambur, fiziki yetersiz olabiliyorlardı, kendileri güçlendirmek için on binlerce yıldır birbirleriyle oyun oynuyorlardı. ve bu oyun kan üzerindeydi daha mutlu huzurlu, birbirlerine saygı ve sevgi dolu olarak bir ömür geçirseler bile yine de çok kısa yaşıyorlardı.
kendilerini tanrı ve kendi uydurdukları kutsallar ile aldatıyorlardı. oysa o yetinmiyordu bu çaresizliği kabul etmek zorunda değildi, o da çaresizdi. çaresiz olduğunu hissetmek onu tüketiyordu. tükenip tükenmemek de mesele değildi. asıl mesele bu küçük ve vahşi dünyadan kaçamamasıydı.
kaçtığını sanmak için hayal kurması onun hapiste olması gerçeğini değiştirmezdi. hayal yetmiyordu, beyin ise hep enerji yiyordu, yediği enerjinin de ne olduğunu bilemiyordu. dünyadaki yaşamda bir lanet vardı. dünyada ilk insan kimse ve nerede nefes alıp yaşamaya başladıysa lanetin kökü orada olmalıydı. ilk insanın bebeklik ve çocukluk devri olmadığı düşünülüyordu acaba yanılıyor muydu sonradan insan olanlar veya insan doğanlar.
hiç bir kitap gerçeği yazamıyordu, hiç bir kutsal gerçekte kutsal değildi. insanlar kendilerini kutsal sayıyordu oysa bunu da kendilerini kandırmak için uydurduklarını içten içe biliyorlardı. bu yanlış bilgilerini de çocuklarına doğru diye anlatıyorlardı.
on binlerce yıldır ne başardıysa insanlar, insanlık adına daha bir şey başarmış sayılamazlardı. o yüzden onlara bir dokunuş gerekliydi. kim dokunacaktı, neredeydi.
onu bulmaya gitmeliydi, gitmek için ölmesi mi gerekiyordu, bilmiyordu, kimse de bilememişti.
incaz acizdi, eksikti, yoksundu, en latif halinde bile vahşiliği görülebiliyordu.
milyarlarca yaşayan ve bir o kadar da ölmüş insan vardı, hiç bir şey bilemeden yaşıyor ve ölüyorlardı. buna son vermek için ne yapılması gerektiğini hepsi bir araya gelse bile bilemeyecek bulamayacak gibiydiler. ki geçmişlerinde bir araya da geldikleri görülmemişti.
insanlar dünyanın çeşitli yerlerinde aynı anda yürümeye başlamış olabilirdi, ilk insan söylentisi koca bir yalan da olabilirdi, ancak bunu kabul etmeleri de zordu, çünkü alıştırılmış bir çaresizlik öğretisi içinde tutuklanmıştı zihinleri.
belki her şey bir kafatasının içinde saklıydı, saklı olanı şimdiye kadar bulamamışlardı. insanlığın ortak mirası olan öğrenme macerası içinde bulundukları evrende belki de en dip çukur yerdi.
insanlar ölürken içlerinde kaybolan bir şey vardı, ona ruh diyorlardı ve onu daha tutmayı başaramamışlardı. o tutulacaktı ve zihinleriyle oluşturdukları tüm bilinmez yollar herkese açıklanacaktı.
peki, ne zaman?
YORUMLAR
Ruh kaybolmuyor,sadece o bedeni terkediyor.Kısa süreliğine ölmüştüm,ruh bedenden çıkmış (kalp krizi diyorlar,)bir yerlere gitti orada da farklı bir şekil ve karşılanıyorsun,sonra arkadan biri sesleniyor yanlış gelmiş, gönderin.Ruh tekrar bedende ve kaldığın yerden devam
Ruh bedene girmese ne olacak tı,ertesi gün cenaze olacaktım,bedenim gömülecek ben enerji olarak kendi cenazemi görecektim.
Ruh kalıcı,sadece bedeni terk ediyor.
Yazılarını beğeniyorum,
Ellerine sağlık ,güzel paylaşım.saygıarımla
Yinsani
ölmek istemek suç mu??
yani gerisi ne kadar önemli, öz çevreden geniş çevreye kadar var mı cevabı..
cevaplar bile cevap bekliyor günümüzde..
eksik olmayın.
Hüznümün Hüznü
Bu konuya soru bulabilmek bile ne kadar önemli,felsefeci olmasam da ölüm ile yaşam arasındaki çizgi çok ince.
Bu dünyada mesafe önemli,insanlar arasındaki boyut farkı işin içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Bundan sonraki yaşam ölümden zor gibi görünüyor.saygılar efenim
Var olmanın dayanılmaz ağırlığıydı ve asla hafiflemeyecekti....
Cevabi olmayan bir şeyi arar gibiyiz sanki...belki de cevap sorunun kendisiydi...
Başarısız bir deneydik belki de zaten baştan beri olacağımız buydu..
Normal olanı sormak mıydı yoksa öylece susmak mı...ne susan buldu ne de konuşan bildi...
Bu döngü hep başka bir örtülü döngüyü uyandırdı içine dalan bir daha da güneşi göremedi...
Çok mu dramatik oldum ama başka bir yolu ben de bulamadım...
Sağlıcakla nesildaşım artık ne kadar mümkünse.
Yinsani
bilimkurgu, sanal gerçeklik, komedi, romantizm, eksi çağ film ve dizileri varken...
gerçeği neden görmek isteyelim ki y kuşağı olarak??
evet ruh veya zihin transferi, önceki veya sonrali yazıdaki yorumun muydu? neydi ??
yani ben kısa devre...
bizi her türlü gömülüşten kurtaracak bir transfer gerek..
eksik olma..