- 680 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
GELİN BUNLARI KURBAN EDELİM
GELİN BUNLARI KURBAN EDELİM
Zaman; dizginleyemediğimiz ve farkına varamadığımız hızıyla akıp giderken... Geçtiği her ömürde derin izler bırakırken... Yaşadığımız çağın, üzerimize sindirdiği sarhoşlukla yaşadıklarımızı fark edemezken... Bilerek veya bilmeden; geçirdiğimiz her an, yaptığımız her iş, söylediğiniz her söz; “bizden ve etrafınızdan bir şeyleri alıp götürürken”... Ve... Tam da kurban vakti gelmişken…
Bencilliğimizi; etrafımızda yaşayanların ve yaşananların sayesinde değer kazandığımızı bilip, “yalnızlığın ise sadece Allah’a ait bir haslet” olduğuna inanarak, “ biz olmaya”...
Hırslarımızı; dünyanın, içindekilerle birlikte bizim olsa, her şey bizim hizmetçimiz olsa, sınırsız isteklerle donatılmış “nefsimizi” ve baktığı her şeye sahip olmak isteyen “gözümüzü”; “ ancak bir avuç toprağın doğuracağını” düşünüp, “ bize yetecek kadarını istemeye”...
Cimriliğimizi; ne kadar fazla mülk sahibi olursak olalım, yiyecek ve içeceklerimizin “ bir mideyi doldurmaktan öteye gidemeyeceğini”... Yaşayacağımız ömrün, diğer insanlardan çok da uzun olmayacağını... Son durak olan yeryüzündeki mekanımızın, “ ayaklarımızı uzatıp yatacağımız kadar” bir çukurdan büyük olmadığını... Belki de en acısı da “ cepsiz bir kıyafetle” uğurlanacağımızı akıl ederek, “ kazandıklarımızı paylaşıp temizlemeye”...
Adaletsizliğimizi; bizi iki cihanda da mutlu ettireceklerin başında, elimizin altındakilerle iyi geçinmekten, son nefesimizi vermeden evvel onların rızasını almaktan, onlarla helalleşmekten, onların hayır dualarını almaktan... Kısacası; üzerimizde “ kul hakkı” bırakmadan, “iyi bilirdik” denerek uğurlanmak olduğunu hatırlayıp, “ hakkaniyetli olmaya”...
Yalancılığımızı; şakasının bile haram olduğunu bilerek, “ Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” gibi “fitne yüklü” sözlere rağbet etmeyerek... Barıştırmak, bir araya getirmek ve savaş hilesinin dışında ağzımıza dahi almayarak, “ doğru ve dürüst olmaya”...
Sevgisizliğimizi; “şu kısa dünya hayatının, birbirimizi üzmeyecek kadar kısa olduğunu”... Etrafımızdakilere, “bizden bir şeyler katmadan” yaşanabilir olmayacağını... Gülümsemenin bile, “ancak karşılık bulduğunda anlam kazanacağını” unutmadan... Arkadaş, eş, dost, evlat ve yakın veya uzakta olsun; tüm insanlara; “ karşılığını kendi cinsinden” yani “sevgi” olarak beklediğimizde mutlu olacağımızı bilerek, “ sevmeye, sevilmeye”...
Hoşgörüsüzlüğümüzü; gergin, kırgın bir surat gördüğümüzde... Bize acı veren bir hal veya hareketle karşılaştığımızda... Kasıtlı olmadığını düşündüğümüz bir haksızlığa uğradığımızda... Karşımızdakinin, bunları “bizim bilmediğimiz bir sebeple” yapmış olabileceğini... Belki de; yaşadıklarımızın şerrimize gibi görünse de, hayırlı neticeler çıkacağını... Farkında olsa yapmayacağını düşünerek, “ içimizin güzelliklerinde eritmeye”...
Çıkarcılığımızı ; karşılaşılan ilk problemli iş veya zor zamanda yarı yolda bırakılacağımızı, satılabileceğimizi... Beraberliğimizin “ güzel günlerin ötesine” gidemeyeceğini... Oysa karşılık beklemeksizin kurulan dostlukların “ kalıcı kazançlara” eriştireceğini... Meşhur deyimle; “ pazara kadar değil mezara kadar” sürecek ahbaplıklar kazandıracağını düşünerek, “ gerçek dostluklar kurmaya”...
Hani inancımızın gereği; Allah’ımızın bizleri yaratmasına, mükemmel bir nizamla devam eden her şeyin, ikram edilen tüm nimetlerin şükrü olarak... Ya da gizli- açık, bilerek- bilmeyerek, büyük-küçük işlemiş olduğumuz hatalardan dolayı, “ üzerimize bulaşan” günahlara kefaret olsun diye,“ canımızı kurban etmemiz” gerekir... Fakat, yine Mevla’mızın acıması ve ihsanı ile; insan canı yerine kurbanlar keseriz ya…
Gelin! Az bir düşünme ve gayretle; “istemeden de olsa içimizde beslediğimiz”, neticesinde insanlara eza verdiğimiz tüm bu kötü duygularımızı “güzelleriyle değiştirerek”, onları iyi olanlarına kurban edelim.