- 455 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Toplum 10
El, üreten ilişkilerden beri; üretim nesnenin, yani mülk sahibi olma istemenin baskı ve basınç gücüydü. El’ in ilk çağrısı, mülk sahibi olmasını kabul etmenize, bir çağrısıydı.
Değilse El ‘in ilk çağrısı içinde uzun süre “evreni ben yarattım. Ekip dikmeyi size ben öğrettim. Yağmuru ben yağdırıyorum. Elmayı sizin için diledim” türünden sav ifadeleri ilk hitabının içinde hiç yoktur.
Bu ifadeler çok daha sonrası dönemde ahitlerini iman kıskacına almak için peyde pey söylenen etkilemelerdi. Yani El ilk çağrısı içinde evreni yaratmasına tanıklık istemiyor da “Rabbiniz kim?” diyerek ille de insan üzerindeki sahipliğe; “şüphesiz ki Rabbimiz (sahibimiz) sensin” demenizle sizin üzerindeki iyeliğine sizi tanık olarak söylüyordu. Buna El est meclisi (kalubela) tanıklığı diyorduk.
Dikkat ediniz El ilk ahdi içinde “evreni ben yarattım, buna da siz tanıktınız” demiyordu. Çünkü El ‘in “evreni ben yarattım” türü bu tip ilk söylemle güdeceği ve gözeteceği hiçbir anlam ve amacı yoktur.
El ‘in yaratıcı olmasına karşı yapacağımız tanıklıkla gözeteceği bir anlam olsaydı daha başta insan yeryüzündeyken “ben sizi ve evereni yaratan rabbim” derdi. Ayrıca El bunu deme gereği neden duyacaktı ki?
El, bu sözleri söylemeğe şunun için gerek duyacaktı. İnsanlık üreten ilişkiler içine girdiği zaman, kimi kişilerde giderek ve içten içe bir tutku (bir ihtiras) belirmeğe başlamıştı.
Bu tutku kolektif üretim gücüne ve buyuran kolektif iradeye olacak olası bir sahipliğe izafeten; “ben yarattım. Ben her şeyin ilk sahibiyim” deme gereğini duyacaktı! Yani üretim gücü olmasaydı El ‘in sahipliği aklına hiç gelmeyecekti.
El evreni yaratmasına tanık ve şahit istemiyordu. El mülk sahibi olduğuna bir öküzü bir zebrayı değil de illa sizi tanık yapmak istiyordu. El meclisinde “ben sizin sahibiniz olan rab, değil miyim? Diyordu.
Henüz doğmamış olan, insan denmemiş olan hemcinslerin ruhları da “evet sen bizim sahibimiz olan, yetiştirip terbiye edenimiz olan rabbisin” diyen insan bu ahit üzerinde El ‘in iyeliğine, El ‘n sahipliğine tanıklık edip teslimiyet veriyordu.
Ne diyordu El; “Ben El mülk, mülkün ve sizin sahibi olanım”. Başkanlığım içinde yapılan El estle (El meclisin de-El kurulun da) buna tanık olup iman ediyordunuz.
Böylece kolektif sahipliği olan gücün, yaptıran kapasitesi ile sesleniyordu. “Mülk benim. Ben mülküm içinde, mülküm olandan herkesin nasibini dağıttım” diyen söylemdeki “nasip” kelimesi içinden izafe edeceği anlama, imanı bağlayacaktı. Bu açık açık kolektif sahipliğe karşı, kişisi sahipliği bildiri olarak (deklarasyon-ittifak olarak) söylemekti.
Ön ittifaklarının totem gruplar hafızası içinde “temas etme” diyen totem tabuya karşı; “temas etmeyi ön gören” girişici dokunmanın kişiler üzerinde soku vardı. Kişi öznesi tabu karşısında ittifak eden, ittifak travmasının izleriyle doluydu.
Travma içindeki anlam ile bu ilk temasın, ilk ittifakın çok büyük anlam, sadakat ve bağlam etkisi vardı. Kişisi iyeliğe bağlı nasipleri dağıtma rızk olma illüzyonu ile ele geçirilen mülk içinde, mülkün El tarafından dağıtımı yapıldı. Bu takdirce dağıtımı içinde El “kimine az verdim. Kimine çok verdim” dedi.
Hatta “kiminin nasibini de kıstım. Yani kimine de hiç vermedim” dedi. Rızktan hiç pay vermemeyi de “çalışmak ayıp değil yeryüzüne dağılın mülk sahiplerine çalışın. Rızkınızı oralarda arayın” dedi. Süreci nereden nerelere bağlıyordu.
Eğer bir iman ahdi içinde olmuşsanız; düşünme referans rehberiniz bu anlamlar olmuşsa sonraki süreçlerde bu bağlamlar içinde çıkıp bir yol bulmak bir yol yapmak pek olası değildi. Bakınız kolektif süreç ve kolektif kapasiteli oluşum, ihtirasça bir hileyle bir tuzakla ve tutkun kurnazlığa nasıl da nasip edilip çıkmıştı.
İşte şimdiki süreç nasip edilen tuzak ve kurnazlığı inşa eden süreçti. Böyle olmakla nasipsiz kişi mal sahibi ya da para adamına çalışacaktı. Kibarca adına çalışma denen süreç mülk sahibi olmayan kişinin mülk sahibine emeğini satması olan köleci ilişkiyi meşrulaşma, aldatmasıydı.
Tarihte ilk kes insanlar kritik değerler üzerinde girişen kolektif birim zamanı, yardımlaşan iş bölüşümü yapan karşılıklı yüküm etme yerine mülk sahibine çalışma vardı. İnşa böyle başlamamıştı. Ama kişi özneli muhterislik süreci mülk sahibi kişiye göre odaklayan bir aldatma içine girmişti.
Kişiler ortamda para adamlığı olan, işvereni olan, fabrikası ve işyeri olan tuzaklı bir yapı öğretisi içine doğuyordu. Bu yapı kişiye, kendisini saltık olan diye veriyordu. Saltıklı algısı inşaca kurulu düzeni değişmez bir durum olmanın algısı gibi veriyordu. Böylece bu türden algı yanılması içindeki kişi kendi düşüncelerini yanıltmaktaydı.
Tekil durum içinde olan kişimizin doğaya doğru zorunlu bir sağlama yönelimleri vardı. Rastlaşan, zorunlu olarak denk gelmekle, kesişmekle birlikte olup birlikte giden ayrık eylemler oluştu. Bu eylemler, kritik değerli zorunlu eylemler olmakla karşılıklı yükümle ve karşılıklı sağlama, sağlatma ilişkisine dönüştü.
Bunlar gözden kaçınca, adına nasip denen; hedefi mülk sahibine çalışma olan büyücü (illüzyonlu) anlayışlar ortaya konunca EL: “Nasipten hiç verilmeyenler nasibini mülk sahibinin mülkü içinde çalışma yapma sureti ile arasın” dedi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.