- 578 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ANADİLİMİZ GELECEĞİMİZDİR
Türkçemiz bugün hiç bir dilin kaldıramayacağı kadar ağır bir istila altındadır. Bilim, hukuk, ticaret, siyaset, sanat, edebiyat, eğitim dili derken, en nihayet günlük konuşma dilimiz de esir edilmiştir. Her gün bir sözcüğümüz öldürülmekte veya İngilizce bir kelime dil vatandaşı kabul edilerek dilimizdeki Türkçe sözcük nüfusu dilimizde oransal olarak azaltılmaktadır. Bu gidişle Türkçemiz azınlık nüfuslar gibi koruyucu yasalar istemeye hak kazanacaktır.
Türkçede yaşanan sıkıntılar sadece bugüne mahsus değildir.Tarihte bu konuda sıkıntı yaşanmasaydı Kaşgarlı Mahmut’un “Divânu Lügati’t-Türk” adlı eseri ve Karamanoğlu Mehmet Bey’in o fermanı olmazdı.Ya da bizler gençlik yıllarımızda anadili üzerinden kavgaya tutuşmazdık. İsterseniz yakın geçmişimizde yaşananları yorumlayan bir köşe yazısının son paragrafı ile o dönemi bir hatırlayıp yorumlayalım önce:
“...
Balzac diyor ki: ’Millet, edebiyatı olan bir büyük topluluktur! ’ Edebiyatın temel malzemesi ise zengin bir dildir. Hâlbuki bizim Milli Eğitim Bakanlığımız onbinlerce ögretmenini seferber ederek ve trilyonlarca lira harcayarak çocuklarımızı bizim dilimizden ve edebiyatımızdan koparmaya çalışmaktadır. Açın okuyun bin yıllık edebiyatımızı ve lütfen bakın bütün Türk devletlerinin lügatlarina, oralarda bir tek: koşul, yasam, olanak, olasılık, saptama, özgürlük, yapıt, ulus, ulusal, örnegin, neden, sorun, içsel, dışsal, tinsel... Gibi kelime bulamazsınız. Ben, nice Türk öğretmenleri biliyorum ki tamamen Ermenice olan “örneğin” kelimesini kullanmayan öğrencilerine kırık not vermişlerdir. İşte o kafadaki öğretmenler, 40.586 çocuğumuzu sıfır derecesine düşürmüşlerdir. Yazık çok yazık! ’
Yavuz Bülent Bakiler"
05–08–2003 Tercüman
(BU YAZININ TAMAMINI ESERİN HİKAYESİ BÖLÜMÜNDE BULABİLİRSİNİZ)
Yukarıdaki yazıyı okuduğumda yazının her cümlesine katılmıştım. Şimdi de çok önemli, çok değerli görüşler içerdiğini söyleyenler olacaktır.Bense şairliğine, yazarlığına fikirlerine hâlâ hayran olduğum; edebiyat dünyasının ulu çınarlarından birisi olarak tanıyıp sevdiğim yazarın bu yazısındaki bazı görüşlerinin eskidiğini, bazı eleştirilerinde de fazla siyasî davrandığını düşünüyorum şimdi. Ancak Türkçeye onun kadar gönül vermiş, emek vermiş birisinin tüm fikirlerinin - ki bilhassa Türkçeyle ilgili olanlarının- dikkatle dinlenip irdelenmesi gerektiğine hâlâ inanıyorum.
Eskiyen ya da önemini kaybeden bazı görüşlerinden dolayı, tekrar anımsadım bu yazıyı. “anımsamak” kelimesini özellikle seçtim. Çünkü yazarın son bölümde sıraladığı sözcüklerden birisiydi bu kelime. Benim de büyük bir titizlikle kullanmaktan kaçındığım, yok saydığım sözcüklerden birisi. Ne yalan söyleyeyim, hâlâ da çok severek kullanmam.Ama söylenişi kolay, anlamını bulmak zahmetsiz, çağrışımı net…Yani Türkçe konuşup yazan ve önyargılardan uzak herkesin severek ve sıkıntısız hatırlayıp kullanabileceği bir kelime... Eskiden kızdığım öztürkçecilere şimdi saygı, hatta minnet duyuyorum. Neden? Çünkü ana sütüne karışan mikropları temizleyerek bizim daha kolay ve akıcı bir Türkçe ile konuşup yazmamızın yolunu açmışlardır onlar.
Belki o günün koşullarında bir takım hatalar ve aşırılıklar yapılmıştır. Ama ne olursa olsun, o günlerde dilimize ve kültürümüze ihanetle suçladığımız bu gurubun ben bugün Türkçemize hizmet ettiklerini düşünüyorum. Ancak bu hizmetin anadili sevgisiyle yapılmadığını da şimdi daha iyi anlıyorum:
Geçmişte dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma iddiasında olanların bugün iki misli çaba ile bu mücadeleyi sürdürmeleri gerekmez mi? Çünkü sadeleşme akımı ile dilimizden atılan sözcükler Türkçeye onların eliyle, diliyle sokulmadı. Üstelik sadeleşme kavgasının verildiği dönemde Arapça ve Farsçadan hatta doğu dillerinden belki tek kelime dilimize katan ya da katma çabası içinde olan yoktu. Ancak o günlerde de dilimize her gün beş - on tane sözcük batı dillerinden girip yerleşmekteydi. Bunlara göz yuman, hatta göz kırpan o günkü anadili sevdalıları, bugünkü yabancı dil istilasına çanak tutmuş olmadılar mı? Ya da o gün tarihî hataya savaş açanlar bugün neredeler? Kendi yaşadıkları dönemin sorumluluğunu taşıyamayanlar, geçmişte kalan, hatta bir nebze de olsa Türkçeleşmiş ve tarihimiz, kültürümüz olmuş kelimeleri ortadan kaldırmak için verdikleri mücadelenin bu gün yarısını bile verecek anadili sevgisini göstermeyenlerin, elbette dünkü verdikleri mücadelede samimi olmadıklarını düşünmeye hakkımız var.
Çünkü anadilimiz hiçbir dönemde olmadığı kadar bugün kirlenmiştir ve kirletilmeye de devam edilmektedir. Oysa bu istilaya karşı çıkan ortada birkaç dil bilimcinin dışında fazla bir kişi göremiyoruz.
Eğer “ses bayrağımızı” dalgalandıracaksak önce kirlenmenin sebeplerini tespit etmemiz gerekir. Bu yazı ilmi bir makale değildir; dolayısıyla sıralayacaklarım derin araştırmalar sonucunda ortaya çıkmış sonuçlar değildir. Bana göre, anadilimizin kirlenmesinin sebepleri:
1) Bilim ve teknolojideki gelişmeler,
a) Teknolojideki gelişme o kadar hızlı oluyor ki biz daha ürünün adını koymadan teknolojik ürünler o dildeki adıyla geliyor yerleşiyor ve hem dilimizde hem günlük yaşantımızda kullanılmaya başlanıyor.Hatta tüketimini teşvik etmek için yabancı dildeki karşılığı özellikle seçiliyor.Halk bilgisayar derken, pazarlamasını yapanlar “kompıtır”diyebiliyor.
b) Bilimin hızlı gelişmesi ve değişmesi, bu gelişmeyi takip eden Türk bilim adamlarının tembellik yaparak bilgiyi - kullanabileceği Türkçe terimler olsa dahi - yabancı dilden olduğu gibi aktarması veya gerekli terim bulma ve onu kullanma çabası içine girmemesi…
2) İletişim çağına girilmiş olması, hızlı iletişim kurma çabası ve iletişim sektöründe çalışanların çok iyi yabancı dil öğrenme ve kullanma zorunluluklarına, Türkçeyi de çok iyi öğrenme ve kullanma zorunluluğunun katılamamış olması… Ve bu alanda çalışanların anadili bilinciyle yetişmemiş kimselerden oluşması,
3) Özgüven eksikliği ve yabancılara ve dillerine duyulan hayranlık,
4) Turizmimdeki ve ticarî alandaki gelişmeler, (Dış alım ve dış satımdaki artış, çeşitlilik ve ticaretin önemli bir kısmının Avrupa ile yapılmış olması…)
5) Dünyada İngilizce dilinin ticaretinin yapılması ve bu ticarette kullanılmak üzere gönüllü veya paralı askerlerin yurdumuzda çok kolay bulunması; reklam sektöründe yabancıların ağırlığı,
6) Ulusalcılık ve devletçilik anlayışının hem yurdumuzda hem dünyada kan kaybetmesi,
7) Yabancı dil öğrenmenin ve kullanmanın gereğinden fazla önemli gösterilmiş olması ve eğitim dilinin Anadolu liselerinden başlayarak pek çok Üniversitede “İngilizce” olarak yapılmış olması,
8) Devlet adamlarının hainliğe varacak ölçüde anadili konusunda umarsız oluşları… sayılabilir. Bu konuya bir örnekle açıklık getireyim: Milli eğitimimizde gerçekleştirilen son program değişikliğinde yapılana bir bakalım: Çoğunuz biliyordur artık ödev notu yok, proje notu var; sözlü notu yok, Performans notu var. Bu adlandırma sizce tesadüf müdür?
Yani bugünkü kirlenmeden hem devlet erkânı, hem aydınlar, hem ticaret erbabı, hem medya mensupları, hepimiz sorumluyuz....Ve dün siyasî amaçları için, göstermelik dahi olsa anadili savunucuları vardı. Bugün onlar da yok ortada. Üstelik dünkü bozulma hem dilbilgisi kurallarını bozacak kadar dilimizde büyük yıkımlar getirmemiş; hem de halkın kelime dağarcığına zarar vermemişti. Bugünkü yıkım çok büyük ve işin kötüsü ses bayrağımız sahipsiz.
Çünkü yalnız aydınların ve devlet erkânının dili değil halkın dili de İngilizcenin istilasına altındadır. Buraya bir takım örnekler alarak zaman kaybetmek ve o sözcüklerin yaygınlaşmasına katkı sağlamak istemiyorum. Sizin o örnekleri kafanızın içinden geçirdiğinize eminim.
Üç beş duyarlı bilim adamı ve anadili sevdalısı ile Türkçemize sahip çıkmak olası değildir. Dünün sağcısı veya solcusu gibi milleti veya halkı ya da insanlık için savaşan idealist gençlere ihtiyacı var anadilimizin… Aslında bu gerçekten küçümsenecek bir dava olmadığı gibi zor gerçekleştirilecek bir ideal de değildir. Biz yaşlardaki (kırk beş ve üstü yaşlardakiler) iyi bilir. İdealist olmak insanı yücelten insanı insan yapan belki de en önemli kişilik özelliğidir. Hayatını merkezine anadilini koymak da olmayacak, zorlama bir ideal olmasa gerek. Aslında ideal yerine “ülkü” demek daha hoş olacak, ancak pek çoğumuzda eskiden kalma korkular ve çekinceler vardır diye kullanamadım.
Anadilini koruyup geliştirme ülküsünü seçen gençlerimiz bilsinler ki yüksek bir amacı dava edinmişlerdir. Çünkü ulusun birlik ve beraberlik içinde tutulması önce anadilinin yaşatılmasına bağlıdır. Bir an önce ulusunu taşımak istediği siyasî, kültürel ve ekonomik hedefleri ve bunu gerçekleştirirken kullanacağı dili seçmek zorundadır. Güvenli rahat ve huzur içinde yaşayabileceği, çağdaş bir hayat kurabilmesi ancak dilini koruyup geliştirebilmesiyle mümkün olacaktır
Demek ki dünün düşman kardeşleri bu davada birleşmeli ve bugün İngilizcenin yaygınlaştırılıp yaşatılması üzerine kurulu ticari, kültürel, siyasî düşünceleri ve yapıları en azından sallayabilmelidirler. Bunun için kullanacakları araçları yol ve yöntemleri kendileri belki benim yukarıda sıraladığım dildeki bozulmanın sebeplerini iyi inceleyerek çıkarabilirler.
Ancak çözüm için:
A) Ekonomik yaklaşımlar,
B) Kültürel yaklaşımlar
C) Siyasî ve yapısal yaklaşımlar, ana başlıklarına bağlı kalınarak alt başlıklar geliştirerek işe başlamalarını önerebilirim.
Unutulmamalı ki çözüm yasaktan değil, psikolojik mücadele başta olmak üzere bilgiden, eğitimden, kararlı duruştan geçer. Ben bu konuda ilk adımımı atıyorum ve diyorum ki; ilk seçimde - hangi parti olursa olsun- Türkçemize sahip çıkacağını duyurup bu konuda kararlı duruş sergileyen bir parti çıkarsa reyimi ona vereceğim.
Necip Zeybek
Emekli Türkçe Dersi Öğretmeni
Hikayesi:
YAVUZ BÜLENT’TEN TÜRKÇE ÖĞRETİMİ ÜZERİNE GÖRÜŞLER “Milli Eğitim Bakanımız Hüseyin Çelik’in açıklamasına göre bu sene, Fen ve Anadolu liselerine girmek için 600.289 öğrenci sınavdan geçmiş. Bu öğrencilere 100 soru sorulmuş. Sadece 2 öğrenci 100 sorunun 100’üne doğru cevap vermiş. İddiaya göre 40.586 öğrenci bu sınavdan sıfır puan almış. Geçer not alan öğrenci şayisi sadece 108.548 imiş. Bir büyük faciayla karsı karşıyayız Bir lise imtihanında, 40.586 öğrenci nasıl sıfır puan alabilir? Bana göre bu korkunç hezimetin sebebi Bakanlığın uyguladığı çarpık Türkçedir. Bu kuru, bu ruhsuz, bu köksüz, bu kurbağa viyaklamasına benzer cüce kelimeler kumkumasıdır. Namık Kemal merhum diyor ki: ’Bir insanin zekâsı, bildiği kelime sayısıyla orantılıdır. Bir kimse, ne kadar çok kelime bilirse zekâsını o nikbette iyi kullanır. Söylenenleri rahat anlar. Kendini rahat bir şekilde ifade eder. Önüne konulan kitabi okumakta, anlamakta zorlanmaz. Osmanlı Devleti’nin duraklaması ve gerilemesi, medreselerimizde zengin bir Türkçe ile eğitim yapmamamızdan ileri geldi. Balkanlar’da öyle mektepler, medreseler vardır ki, muallimler, ilmi Arapça okurlar talebelere Rumca anlatırlar. Namık Kemal, yüzde yüz doğru söylüyor. Batı’da insan hayatında, zengin bir dilin büyük önemini bilen ilim adamları, sekiz yillik eğitimden geçirdikleri çocukların ders kitaplarını, 71.000 kelimeyle yazıyorlar. Bu rakam Japonya’da 44.000, İtalya’da 33.000, Türkiye’de ise 6–7.000’dir. Ve bizim çocuklarımız da bu 6–7.000 kelimenin %10 ile düşünüp konuşmaktadırlar. Bu bakımdan Bati, çocuklarını zengin bir dille yetiştirip onları geleceğe, lider gücünde yetiştirmektedir. Bizim Milli Eğitim Bakanlığımız ise çok geri, çok zavallı bir taassupla, dilimizi durmadan budamakta, Kurban Arapça indirildiği için, Arapçaya anlatılmaz bir düşmanlık duymakta ve bin yıldan beri konuşa konuşa Türkçeleştirdiğimiz kelimeleri, yasaklama yoluna gitmektedir. Uyduruk- kaydirik kelimelerle güdük nesiller yetiştirmeye çalismaktadir. Balzac diyor ki: ’Millet, edebiyatı olan bir büyük topluluktur! ’ Edebiyatın temel malzemesi ise zengin bir dildir. Hâlbuki bizim Milli Eğitim Bakanlığımız onbinlerce ögretmenini seferber ederek ve trilyonlarca lira harcayarak çocuklarimizi bizim dilimizden ve edebiyatimizdan koparmaya çalismaktadir. Açin okuyun bin yillik edebiyatimizi ve lütfen bakin bütün Türk devletlerinin lügatlarina, oralarda bir tek: kosul, yasam, olanak, olasilik, saptama, özgürlük, yapit, ulus, ulusal, örnegin, neden, sorun, içsel, dışsal, tinsel... Gibi kelime bulamazsınız. Ben, nice Türk öğretmenleri biliyorum ki tamamen Ermenice olan “örneğin” kelimesini kullanmayan öğrencilerine kırık not vermişlerdir. İşte o kafadaki öğretmenler, 40.586 çocuğumuzu sıfır derecesine düşürmüşlerdir. Yazık çok yazık! Yavuz Bülent Bakiler 05–08–2003 Tercüman