- 387 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GİUSEPPE UNGARETTİ
İtalyan şairi Giuseppe, 1888 yılında İskenderiye’de doğdu. Lucca’lı bir ailenin oğluydu. Öğrenim için 1942 de Paris’e gitti. Sorbonne’da Bergson gibi ünlü kişilerin derslerini izledi. Apollinaire, Picasso gibi sanatçılarla dostluk kurdu. 1914’te İtalya’ya dönerek ilk ürünlerini ’’Lacerba’’ dergisinde yayımlamaya başladı. Önce savaşa katılma propagandasına, sonra da savaşa katıldı. Carso ve Champagne cephelerinde 19. piyade alayında er olarak savaştı.
1916’da ilk yapıtı olan ’’Baltık Limanı’’ndaki şiirleri de içeren ’’Batmaların Sevinci’’ veya kısa adıyla ’’Sevinç’’ kitabı 1919’da çıktı. Ungaretti, 1920’de Roma’ya yerleşti. Bir süre geçim sıkıntısı çekti. ’’Baltık Limanı’’nın ikinci baskısı 1923’de Mussolini’nin bir sunu yazısıyla yayınlandı. 1931’de çıkan ’’İlahiler’’den sonra 1933’de ’’Zaman Duygusu’’ okura ulaştı. 1936’da Brezilya’nın San Paolo Üniversitesince yapılan çağrıyı kabul eden Ungaretti, İtalyan dili ve yazını dersleri vermek üzere San Paolo’ya gitti.1942 yılına dek kaldığı Brezilya’da, dokuz yaşındaki oğlu Antonietto’yu 1939’da yitirdi. 1947’de ’’Ağrı’’yı yayımladı. Aynı yıl Roma Üniversitesinde çağdaş İtalyan yazını kürsüsüne atandı. Shakespeare’den, Gongora’dan, Racine, Mallarme ve Blake’den dillere destan çeviriler yapan Ungaretti 1970 yılında Roma’da öldü.
Ungaretti’ye göre şiir, sözcüğe emen olunarak damıtılmış insanlıktır; altüst olmuş öz yaşamsal gerecin durmadan düşünülmesinin doruğudur. Böyle bir düşünce ve öz yaşamsal gerece egemen olma sürecinden sonra sözcük, liriklik dolu ve ağırlıksız olarak yüzeye çıkar. Sözcük, uzun bir sessizlikte ne kadar olgunlaşmış ve işlenmişse, o kadar pırıl pırıl ve yoğundur. İşte şiirsel söz diliminin kaynaklarına geri dönüyormuş izlenimi veren heceleme tekniği bu süreçten doğmaktadır. Aynı biçimde, her sözcüğün yoğunluğunu ve çağrışım ödevini koruyarak dizeyi parçalayan boşlukların, aralıkların değeri de buradan gelmektedir. İlk bakışta bir çoklarına kısa soluklu ve parçacı gibi görünen bu şiirlerdeki kısalık, aslında her sözcüğü yeni baştan bulgulayan yeni şiir dilinin yoğunluğunun bir sonucudur.
İşte Bedrettin Cömert çevirisiyle ’’Anısına’’ adlı şiiri:
Muhammet Şahap’dı adı
Göçebe emirlerin soyundandı
Ve olmadığı için artık vatanı
Seçtiği intihardı.
Fransa’yı sevdi
Ad değiştirdi
Marcel oldu
Ama Fransız değildi
Kahve içilip
Kuran
Ninnileri dinlenen
Ata çadırında
Yaşamasını
Bilmiyordu artık
Bilmiyordu
Demesini
Gurbetin
Ezgisini
Paris’te
Solgun bir inişte
Rue des Carmes sokağı numara 5’de
Birlikte kaldığımız otelin
Sahibesiyle
Uğurladık onu
Hep
Bozulmuş bir
Panayır
Günü
Yaşıyormuş gibi
Görünen mahallede
Yatıyor
Ivry gömütlüğünde
Belki de yalnız ben
Biliyorum
Yaşadığını
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.