- 495 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TURNANIN FERYADI - 1
TURNANIN FERYADI ROMANINDAN (Henüz Basımı yapılmadı.)
...................
Gecenin ilerlemiş bir vaktinde, gözün gözü görmediği zifiri karanlıkta ağır adımlarla yürüyen dört kişi köyün dar sokaklarında ilerlediler. Yaz boyunca gökten tek damla yağmur düşmemiş, daracık sokaklar toz toprak altında kalmıştı. Görünürlerde hiçbir canlı yoktu, vaktinden önce canlısı cansızıyla uykuya dalmışlardı. Köy saman tozu ve gübre kokuyordu. Bir ahırdan at kişnemeleri geliyordu. Toz gübre kokusu büsbütün genzini yakıyordu insanın. Evlerin tümü iç içe geçmiş, sırt sırta vermiş toprak damlıdır. Tavukların gündüzden eşeledikleri çöplüklerin gübre kokusu da gece karanlığına sinmişti. Adamlar, Kirve Halit’in evinin önünde durdular. Evin köpeği uyuduğu duvar dibinden önce hırladı, sonra yüksek sesle havlayarak gelenleri karşıladı. Kısa sürede bir gaz lambasının cılız ışığı camdan göründü. Misafir odasının penceresi küçük ve tek kanatlıydı. Açılan pencereden fesli bir kafa uzandı, köpeğe seslendi.
“Hööşşt… höşt Bazın, höööşşşt….”
Beyaz tüylü yaşlıca Köpek, sahibinin tanıdık sesiyle havlamayı kesti, hırlaması devam etti. Tek kanatlı pencereden;
“Buyurun, bu gece vakti kimi aradınız?” Altmışlı yaşlarda görünen adam kalın ve yumuşak bir sesle:
“Vakitsiz gecede rahatsızlık verdik, kusura kalma. Biz Halit Ağanın evini arıyorduk, doğru mu geldik, acep?”
“Evet, ağalığı bilmem, ama Halit benim. Belli ki doğru gelmişsiniz.” Yaşlı adam yine mahcup bir ifadeyle:
“Gecenin ilerlemiş vaktinde çoluk çocuk uyurken rahatsızlık verdik, tekrar özür dileriz. Kusura kalma Halit Ağa, tanrı misafiri kabul eder misiniz?”
“Misafirin gecesi, gündüzü olmaz kardeş. Misafir her zaman misafirdir, baş üstüne yeri var, şimdi kapıyı açarız.” Derken tek kanatlı küçük pencereden çekildi.
Kısa bir süre sonra dış kapıdan paslı menteşe zırıltısı geldi, kapı açılmıştı. Kirve Halit’in küçük oğlu misafirleri içeri buyur etti.
“Babam sizi bekliyor, şöyle buyurun.” Gelenlere yol gösterdi, dar avlu küf kokuyordu, lambanın cılız ışığı hafif bir aydınlık vermişti. Odadan toparlanma sesleri geliyordu, misafirler ağırdan aldılar. Evin köpeği tekrar duvarın dibinde başını ayakları arasına sokarak uykuya dalmıştı.
Aynı saatlerde, Hacı Kadir’in misafir odasının kapısı iki pay geçmiş gecenin bir vaktinde üst üste çalındı. Mehtabın olmadığı geceye kör karanlık çökmüş, sokaklar ürkütücüydü. Ev horantası çoktan derin uykuya dalmışlardı. İlkin kimse duymadı, ahşap kapı bir daha çalındı, durdu. Az sonra bir lambanın cılız ışığı pencerede göründü. Hacı heyecanla uyanmış, karısını da uyandırmıştı. İkisi de telaşlıydılar.
“Hayrola, bu gece vakti?”
“Hayırdır inşallah, sen hele şu lambayı tut anlarız birazdan.”
Hacı lambayı yakmıştı, bir yandan da şalvarını, gömleğini giyiyordu. Kapıda bekleyenler ışığı görmüşlerdi. Hüseyin’in kara tüylü köpeği Belan evlerinin dış avlusundan çıkmadan seslere doğru havladı. Onun havlamasıyla Abdo’nun karabaşı da ürüdü. Şerif’in zağarı Gümüş incecik sesiyle geceye katılmıştı. Hacı Kadir içeriden seslendi.
“Buyur, kimsiniz?”
“Biziz Hacı, Mescitli’den”
“Adını bağışlamadın?”
“Ben Mescitli köyünden Mamo’nun oğlu Fadıl, yanımdaki de Kör Sılo’nun oğlu Rıza.”
“Hayırdır inşallah, bu gece vakti, gün çuvala mı girdi, Fadıl oğlum?”
“Hayırdır, hayır. Seninle acil görüşmemiz lazım, Hacı Amca.”
“Peki, az bekleyin.”
Odanın içi aceleyle toparlanmış, lambanın ışığı içeriyi aydınlatmıştı. Hacı Kadir kapıyı açtı, misafirleri içeri buyur etti. Gelenlerin yorgunlukları yüzlerinden okunuyordu.
“Buyurun içeri, şöyle oturun.” Yer yatakları aceleyle toplanmış, bir köşeye yığılmıştı.
“Kim bilir kaç saattir yoldasınız, şimdi acıkmışsınız.” Yemek konusu olunca başlarını öne eğdiler, Rıza iki sefer üst üste yutkundu.
“Daha fazla zahmet vermeyelim, Hacı Amca. Zaten gecenin geç vaktinde sizi uyandırdık.”
“Zahmeti yok bu işin Fadıl oğlum.” Karısına baktı, anlamıştı Nayde Bacı. Mutfak tarafından tabak kaşık sesleri geldi, tez elden bir şeyler hazırlamışlardı.
“Haydi, önce karnınızı doyurun sora konuşuruz. Misafir umduğunu değil bulduğunu yer, demişler.”
Küçük kızı Melike yeni kalaylanmış siniyle odaya girdi. Nayde Bacı tandır ekmeklerini siniye koydu, hazır yiyecekleri dizdiler. Misafirler sofranın etrafına halkalandılar. Gece durmadan yürümüşler, yorulmuşlardı. Testinin suyu serin kalmıştı, bir içen bir daha içti. Licenek gözesinin suyudur. Hacı Kadir vakitsiz misafirlerinin yemelerini bekledi. İlkin Rıza elinin tersiyle bıyıklarını sildi, ardından Fadıl sofradan çekildi.
“Ziyade olsun.” Dediler.
“Afiyet olsun. Şimdi anlatın Fadıl oğlum, şu vakitsiz gecede sizi buraya atan nedir?”
Fadıl sırtını halı yastığa dayadıktan sonra olgun bir kişiliğe bürünerek anlatacaklarını kafasında toparlamaya çalıştı. Bu soruyu bekliyordu. İri görünümlü kırklı yaşlarda karayağız bir adamdı. Arkadaşı Rıza daha otuzuna varmamış esmer, kısadan biraz uzun görünümlüydü. Ter kokuyorlardı. Bir tutam siyah saçları alnına dökülmüştü. Fadıl kendinden emin bir tavırla sakin ve anlaşılır cümleler kurarak anlatmaya başladı, sakin bir sesle;
“Biliyorsunuz, yaylamız Mirhasan dağının eteklerinde kurulmuştur, suları soğuk, çayırı çimeni boldur. Oralarda otlar geç kuruduğu için harmanlardan sonra köye ineriz. Yayladan dönme hazırlıkları yapıldığı günlerde, bir gece bağırmalar çağırmalar, küfürler yaylayı sardı. Ayyukalar Mirhasan tepesine ulaştı. Çoluk çocuk, herkes don gömlek uykulu gözlerle dışarı fırlamıştı. Heyecanla, sağa sola koşanlar, bağırıp çağıranlar… İlkin yaylayı eşkıyalar sardı sanıldı. Mehtap yoktu, gece karanlıktı, herkes bağırmaların olduğu tarafa koşuyordu. Durum anlaşılmıştı, yine kız kaçırma meselesi, köy yeri işte…”
“Kulağımıza çalınmıştı sanki.”
“Kaçırılan kızın nişanlısı askere gideli daha bir yıl olmadı.” Nayde Bacı merakla dinliyordu, sabırsızlıkla:
“Ne yani, kaçırılan kız nişanlı mıydı?”
"Evet, teyze, zaten işin kötüsü de orası. Bunca gürültü patırdı bu yüzden meydana geldi.” Hacı Kadir pür dikkat dinliyordu, misafirlerinin bu vakitsiz zamanda boşa gelmediklerini tahmin etmişti, olayların bütün detayları öğrenmeliydi.
“Oğlan askerde dedin, ya kızı kimler kaçırdı, oğlan tarafı mı, hani başlık parası vermemek için?”
“Hayır, Hacı Amca, başlık parasını almışlardı; bir tabanca, onbin lira para, beş bilezik, bir de rahvan at istemişlerdi.”
“Peki, mesele nedir?”
“Mesele; kız nişanlısını değil de başkasını seviyormuş, babası sormadan zorla vermiş, kız kabullenmeyince de abileri tarafından da dövülmüştü. Şimdi sevdiği delikanlıyla anlaşıp kaçmıştır.” Hacı, biraz düşündükten sonra;
“Yani mesele üçlendi öyleyse. Nişanlı tarafı, kız tarafını suçluyor, kız tarafı da kaçıranları suçluyor, desene.”
“Evet, aynı dediğiniz gibi, mesele üçlendi. Sabaha kadar kimse bir daha uyumadı, tartışmalar, sataşmalar devam etti. Sabah olunca nişanlı tarafı olayı namus meselesi haline getirerek sataşmalarda bulundular. Kız tarafı da kaçıranları suçladılar. Anlayacağınız kavga çıkınca yükler bağlı kaldı, o gün yayladan inemedik.
“Şu kavga meselesini baştan, anlaşılır şekilde anlatın, nasıl olsa zamanımız var.” Fadıl arkadaşı Rıza’ya baktı, boğazını temizledi. Yeniden bağdaş kurdu, bir yudum su içti, yutkundu.
“O gün yaylaya geldiğimizden beri en sıcak günlerden biriydi. Otlar kurumuştu, kenger çalıları hayvanların ayaklarına takılıyordu. Yayla adeta sıcaktan kaynıyordu. Geceden beri kimse uyumamış, evlerinin önünde güneşin altında olacakları merakla beklemişlerdi. Huzursuzluklar büyüdü, ama kim kiminle kavga edecek, merak konusuydu. Nişanlı oğlan tarafı namus meselesi yaptığı için akşamdan tetikte bekliyordu. Kızın annesi gece boyunca kızını kaçıranlara beddua etmiş, sövmüş saymıştı. Okların rüzgarı şimdi de kaçıranlara dönmüştü.” Durdu, Hacı’ya baktı.
“Sabah olunca kızın annesi küfürlerine bir daha başladı, sızlandı durdu. Karşı taraflardan ses seda çıkmadı, nişanlı tarafı sopalarıyla, silahlarıyla evlerinin önünde hazır kıta bekliyorlardı. “
“Ağaç lüleli çeşme, yıllardır yayla evlerinin orta yerine kendi halinde akıp durmuştu. Güneş üç boy yükselmiş, Mirhasan dağının gölgesi yaylanın üzerine devrilmişti. Kadınlar çeşmeden kovalarını doldurdular, bir daha gittiler, bir daha kovalarını doldurdular, üç beş kişi aralarında konuşuyordu, el kol hareketlerinden hararetli konuşmaları belli oluyordu. Çeşmenin başında kadınlar arasında suçlamalar başladı. Kızın annesi eline geçirdiği meşe çeperiyle çeşmeye doğru küfürler savurarak koştu. Çeşme evlerine onbeş - yirmi metre ötedeydi. Birden elindeki kalın çeper havaya kalktı, kovasını dolduran bir kadının sırtına indi. Kadın neye uğradığını şaşırdı, dönünce çeperin çalı tarafı kafasına geldi. Kaçıran oğlanların büyük geliniydi su dolduran. Genç ve güçlü uzun boylu bir kadındı. Yediği sopalara aldırmadan, kızın annesine saldırdı, saçlarından tuttuğu gibi yere çaldı, su dolu kovayı başından aşağı boşalttı. Nişanlı tarafın kadınları ve erkekleri uzaktan seyretmekle yetindiler, olacakları bekliyorlardı. Diğer iki tarafın kadınları arasında müthiş bir mücadele başlamıştı, saç başa düşmüşlerdi. Yerde sürünenler mi dersin, kafası kırılanlar mı dersin, araya kimseler girmiyordu.”
Fadıl önündeki bardaktan bir yudum su daha aldı, yutarken adem elması yukarı çıktı, tekrar indi. Nayde bacı heyecandan titremişti, ama merakından sözlerini kesmeyi düşünmedi.
“Evlerin önünden homurtular yükseldi. Erkekler birbirlerine bakıp başlarını sallıyorlardı. Orta boylu, ellili yaşlarda kırçıl sakallı tıknaz bir adam ortaya atıldı, alnının üst tarafında eskiden kalma bir taş izi vardı. Kız tarafına bağırdı;
‘Kadınlarınızı çeşmeden çekin, yoksa sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsınız.’
“Bu bir rica mıydı, yoksa tehdit miydi kimse anlayamadı. Kız tarafından homurtular yerine küfürler yükseldi, nişanlı oğlan tarafından da homurtular karşılık verdi. Kızın annesi kaçan kızına mı yansın, yediği dayaklara mı yansın bilemedi. Erkeklere doğru eline aldığı bir taşı fırlattı. Kavga kaçınılmaz olmuşu. Önce karşılıklı taş yağmuru başladı, ardından gözü kara delikanlılar sopalarla birbirlerine saldırdılar. Göz açıp kapayıncaya kadar kafalar kırıldı, yerde yatanları tekmelediler. Bağrışmalar Mirhasan dağını aşmıştı. Nişanlı oğlan tarafının delikanlıları bekledikleri yerde daha fazla duramadılar, sopalarla iki tarafa da vurdular. Hem köyün zenginleri, hem de gençleri çoktu. Kim kime vuruyor belli değildi, kavga bütün hızıyla devam ederken köyün yaşlı kadınları işin farkına vardılar, öldürülmeler olmasın diye beyaz leçeklerini başlarından aldılar, dövüşen erkeklerin ayaklarının önüne serdiler. Taranmamış ak saçlar ortaya çıkmıştı. Biliyorsunuz, Handris’te adettir, bir kadın saçlarını açarak beyaz leçeğini erkelerin önüne sererse, babalarının katili de olsa meseleyi büyütmezler. Sadi’nin karısı Zinne teyze iyi ki akıl etmişti, diğer kadınlar da ona uydular, leçeklerini serdiler. Kavga durdu, homurtular devam etti. Yaralarını sarmak için herkes evine çekildi.”
Fadıl konuşacaklarını anlaşılır şekilde bir çırpıda anlatmıştı.
“Ertesi gün apar topar yayladan tekrar köye döndük. Olaylar yenidir, yaralar daha sıcaktır. Köy yeridir biliyorsunuz… Hacı Amca, olaylar fazla büyümeden köyümüzün ileri gelenleri bizleri gönderdi, emirlerinizi bekliyoruz, bu vakitsiz zamanda gelmemizin sebebini anladınız, sanırım. Bizimle beraber iki kişi de Kirve Halit’in evine gittiler, bu mesele için..”
.........................
NOT : Sonuç merak edilecek, ama bu bir roman, mesele bayağı uzundur.
Mehmet AKIN
YORUMLAR
“Mesele; kız nişanlısını değil de başkasını sevmiyormuş, babası sormadan zorla vermiş, kız kabullenmeyince de abileri tarafından da dövülmüştü. Şimdi sevdiği delikanlıyla anlaşıp kaçmıştır.”
Merhaba hocam, bence romanınız sürükleyici olacak.. yukarıda kopyalayıp yapıştırdığım sevmiyormuş Aslında seviyormuş olması gerekiyor, düzeltirsiniz :)
Arada da olsa devamını okumak isterim.. Kolay gelsin, kaleminiz kavi olsun, saygılarımla..
Mehmet Burhan AKIN
İlginize ve dikkatinize çok teşekkür ederim. Bu sitede en sevindiğim taraf okurlar tarafından yazı yanlışlarımı bildirmeleridir., hemen düzelttim.
Kısmet diyelim, neden olmasın...
214. sayfadan bir pasaj sadece...
Gülsen Tunçkal
NOT : Sonuç merak edilecek, ama bu bir roman, mesele bayağı uzundur.
uzun da olsa ben okumak isterim
şu an okudum çok beğendim
seri halinde paylaşsanız ben memnuniyetle okurum
aylarca devam etse de
romanı okumayı çok severim
köylerimizi o güzel insanları nefis anlatmışsınız
Hacı amcalar Nayde bacılar siniyle gelen misafire yapılan ikram
çok uzun bir yorum yazmak istemiyorum
"Biliyorsunuz, Handris’te adettir, bir kadın saçlarını açarak beyaz leçeğini erkelerin önüne sererse, babalarının katili de olsa meseleyi büyütmezler."
böyle bir adet hiç duymamıştım
çok ilgimi çekti mesela
çok çok çok kutluyorum ve merakla bekliyorum
mutlaka almak ve okumak isterim
saygılar efendim...
Mehmet Burhan AKIN
Beğendiğiniz için teşekkür ederim, 214. sayfadan bir pasaj okudunuz, olayların tümü gerçektir, kahramanların isimleri değiştirilmeden işlenmiştir. Hacı Kadir öz babam, Nayde bacı öz annemdir, Melike kız kardeşimdir. Mekanları cennet olsun, babam Hacı Kadir mütevazi bir kişiliğe sahip olup, çevresinin ileri gelenlerinden biriydi.
Olay esnasında kadınların leçeklerini erkeklerin ayaklarının önüne sermeleri eskiden vardı, o esnada kavgalar durur, kadınların hatırı asla kırılmazdı. Ama şimdilik yoktur.
Tekrar teşekkürler, efendim...