- 852 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KÂĞIT VE KALEM...
“Bir zamanlar kâğıt ve kalem adında iki âşık varmış. Bunların aşkı o kadar büyükmüş ki önlerinde hiçbir engel yokmuş onları durdurabilecek. Kalem kâğıda her vuruşunda "Seni Seviyorum" dizeleriyle dolup taşıyormuş kâğıt. Mutlulukları uzun yıllar sürmüş. Kalem kâğıda "Seni çok seviyorum asla bırakmayacağım" derken, kâğıt kaleme "Sen benim yaşam kaynağımsın sensiz ben bir hiçim" diyormuş.
-Bir gün kalemin ucu tükenmeye başlamış. Sevgisi giderek azalmış. Kalemin ucu köreldikçe aşk sözcükleri okunmaz hale gelmiş. En sonunda kalemin kâğıda aşkı tükenmiş artık yazamaz olmuş. Çareyi kaçmakta bulmuş, yeni aşklar aramaya koyulmuş.
Kâğıtsa yapayalnız kalmış, tek yapabildiği kalemin eski yazdıklarına bakarak kendini tüketmek oluyormuş. Baktıkça kendini tüketiyor dertlerine dert ekliyormuş.
Kısa bir zaman sonra, kırık uçlu kalem aşkı kalemtıraşta bulmuş, kalemtıraş kalemin körelen ucunu onarmış ona yeniden can vermiş. Kalem artık ölümsüz olduğunu düşünmekteymiş. Sürekli yeni sapasağlam ve güçlüymüş artık.
Kâğıtsa bu üzüntüleri arasında silgi adında biriyle tanışmıştır. Silgi onun tüm acılarını, kalemin yazdıklarını silip atmış, kâğıdın tüm acılarını hafifletmiş. Kâğıt silgiye minnettar kalmış onlar arasında yeni bir aşk doğmuş. Kâğıt silgiyle o kadar mutluymuş ki dertsiz tasasız bir hayatı olduğunu düşünüyormuş.
Günler geçmiş, aylar geçmiş. Ölümsüz olduğunu sürekli güçlü ve yeni olduğunu sanan kalem bir gün tükendiğini bittiğini fark etmiş. Kalemtıraş onun tüm artıklarını bir yana savurmuş.
Kâğıtsa yeni doğmuş bir bebek gibi tertemizmiş. Tek bir yazı bile kalmamış üzerinde. Ama ortada bir sorun varmış, kâğıt artık yıpranmaya başlamış. Silginin her darbesi ona acı veriyormuş. Her darbede kâğıt daha da parçalanmış. Sonunda yırtıkları etrafa saçılmış. Kâğıt silgiyi terk etmiş, kalemse kalemtıraşı.
Bir gün rüzgârda savrulan bir kâğıt parçası kalemin önüne düşmüş...
Kalem son gücüyle yırtık kâğıt parçasına bir dörtlük yazıvermiş;
"Bilemezdim ki, senden ayrılmamın ölüm olduğunu
Bilemezdim ki, asıl ölümsüzlüğün seninle doğduğunu
Bilemezdim ki, ben tükendikçe aşkımızın büyüdüğünü
Ama biliyorum ki; şu an ölüyor olsam da bu satırlarda seninle beraber sonsuza dek yaşayacağım…"
Yukarıda ki: Google’da de sizlerin bulabileceği yazıyı okuyunca aklıma Nabi ’nin aşağıda ki şu güzel beyiti geldi bu konuda var olan sesin hükmüyle kalemi kâğıdı buluşturayım bir şeyler toparlayayım var olan sesin hükmüyle bende bir şeyler yazayım, karalayayım, paylaşayım dedim ömrü vaktim tükenmeden:
"Kalem eğri dilli, mürekkep siyah yüzlü, kâğıt ikiyüzlü/ Şimdi kalkıp arzuhalimi yazmaya kimi mahrem kılayım?”
Evet dostlarım kalemi kâğıda dokunduralım, iki sevgiliyi buluşturalım…
Kalem kâğıda dokununca________
Bir vecizeyi veya yazmak istediğimiz herhangi bir yazıyı ezbere bilsekte, bunu bir yere paylaşma şeklimiz: Google+ Copy+ Paste şeklinde oluyor.
Megabyte’lardan, Piksel’lerden muztar olmuş hayatımıza, az da olsa bir değişiklik yapıp, Nick/Avatar/Profil’e gizlediğimiz kendimize, biraz "gerçeklik" katsak nasıl olur?
Maalesef eski kalem, defter alışkanlığımız kayboldu...
Artık, kâğıt ve kalemi elimize alıp, o eski tadı hatırlamamız gerekmiyor mu?
Bence gerekiyor yani gerekmeli diye düşünüyorum.
Kalemin kâğıtla buluşması iki sevdalının bir birine kavuşması gibidir. Kâğıtsız kalem, kalemsiz kâğıt olmaz. Birbirlerini tamamlayan mütemmim cüz gibidirler…
Kalem bazen doğru bazen eğriyi düzelten bazen de eğriyi bizzat yazandır. Çünkü kalem sahibinin akılında olanı kâğıda ağlayandır…
Muhteremdir kalem, İlahi Kelam’ı yazdığı için.
Muhterem olan sadece kalem mi?
Bir de muhtereme olan vardır; Kâğıt.
Ve kalemin aşkı, denilebilir ki Leyla ile Mecnun’un aşkından daha kavidir. Hani Fuzuli’nin dediği gibi;
“Ben’de Mecnun’dan füzun âşıklık isti’dadı var,
Âşık-ı sadık benem Mecnun’un ancak adı var.”
’Elinize kalem değmişse, kalemle bir tanış olmuşsanız, kalemi elinize her aldığınızda efkâr bulutlarınızı dağıtıyorsanız, kalem sizi, siz kalemi sevmişseniz, düşürmezsiniz o kalemi elinizden.
Dünya kadar kalem çeşidi sayabilirsiniz. Ne isterseniz onu yazan kalemler vardır.
Ancak gönül kalemi her isteneni, her gönülden geçirileni yazan bir kalem değildir. O kalemi zapturapt altına alamazsınız. Her aklınızdan geçirdiğinizi, size dikte ettirilenleri onunla yazamazsınız. Elinizdeki kalem, nasıl olduğunu bilemediğiniz bir şekilde, kâğıt üzerine tek bir satır, tek bir harf yazmaz olur.
Gönül kalemi kendisine uzanan her elin parmakları arasına kesinlikle kurulmaz. Çok fazla bir gösterişi yoktur. Albenisi ise hiç!..
Mesela, sivri uçlu kalem, sivri dillidir. Sivri dilini açığa vuramayan, ucu iyice sivriltilmiş kalemi alır eline.
Kalemin merhameti, hoş görüsü, acıması yoksa neler yazmaz ki.
İçindeki kuşkuları, içindeki nefretleri, içindeki isyanları, içindeki çığlıkları döker beyaz kâğıtlara.
Bazen kağıtlar tahammül edemez bu ıstıraba, kalemin aktaramadığı duygu ve düşünceler uğruna nice kağıt buruşturularak atılmıştır bir kenara!..
Kalemler öfkeden kırılmış, yerlere çarpılmış, kalemi elinde tutanın ilham perileri bir türlü gelip omzuna konmamıştır!..
Bu neden böyle oluyor diye, geriye dönüp bakmakta kimsenin aklına gelmemiştir.’
Risale-i Nur Forum sayfasında okuduğum bir şiir (kimindir bilmiyorum) şöyle sesleniyor Kalem ve Kâğıt hakkında
“Kalem dokununca sevgilisi kâğıda
Gönül devreye girer hemen o anda
Zorlanmaz insan duyguları yazmakta
Kalem sevgilisi kâğıdına dokununca
Kalem kâğıda destanlar yazar
Gece gündüz demez serenat yapar
Duygular kâğıtta coşar ha coşar
Kalem coştukça kâğıt sinesini kaleme açar”
’Kalem, gönül kalemi olmalıdır ki, hakikati yazsın, doğrudan şaşmasın, güzelliği destanlaştırsın, hoş görüyü sunsun her cümlesinde. Kin kusmasın, öfkeyle saldırmasın, haklıyı haksız, haksızı haklı göstermesin. Birileri memnun olacak diye, dünya kadar insanı mağdur etmesin!
Gönül kalemini her el tutamaz denmiştir.
Art niyetlilerin gönül kalemiyle neden işi olsun ki?
Hem herkesin kalemi kendine göredir.
Kalem tutan ellere, kalem tutan parmaklara hiç dikkat ettiniz mi?
İnsan ruhu o parmaklar arasında tutulan kalemin duruşuna yansır.
Gören görür, bilen bilir, hisseden hisseder.
Hangi kalemin hangi insanların parmakları arasında durduğuna iyi bakmalıdır.
Mesela, Gönül kalemi, gönlü temize yakışır denmiştir.
Kalem nereye yakışacağını, hangi el tarafından tutulacağını bilir, bildiği içinde kurulur, taht misali gördüğü parmaklar arasına!..
Nice süslü-püslü, caka satan, fiyakalı, kimi altından, kimi gümüşten kalemlerin yanında oldukça sönük bir duruşu vardır.
Birçok el, duruşa vurgundur.
Kalemin duruşu, işlek oluşu, yazısının kişiyi cezbetmesi kaleme doğru uzatır elleri.
Gönül kalemi ise, kendini tutacak eli arar. O el onu keşfedinceye, hissedinceye, buluncaya, bulduruluncaya kadar kalemler arasında bekler.
Kalem koleksiyonu yapanların, kalemleri içinde nadide sayılan, başköşelere konan bir kalem değildir. Kalem dediğin ele yakışmalı, methedilmeli, falancada öyle bir kalem var ki, mutlaka görmelisin diye anlatılmalı, ceplerde itina ile taşınmalı, duruşu ile sahibine iltifatlar yağdırmalıdır!..
Gönül kaleminin duruşla, alımlılık ve al beniyle herhangi bir işi olmadığı için ne böyle bir beklentisi, ne de böyle bir talebi vardır.’
Hz. Pir bu konuda bakın ne güzel buyurmuş; “Gönül kalemi, lûtuf ve kahır parmakları arasında gâh sıkıntıya düşer, gâh feraha çıkar. Ey kalem, ululuğa lâyıksan kimin parmakları arasındasın, bak da gör!”
’Gönül kalemini eline alan, hislenmedikçe, duyguları onu bir şeyler yazmaya sevk etmedikçe, değeri anlaşılabilen bir kalem değildir.
Gönül ehli, gönül kalemine ta ezelden vurgundur. O kalemi eline aldığında zaten kendisinin hiçbir şey yazamadığını, yaz diyen ilhamını vermedikçe bir hiç olduğunu iyi bilir.
Kalemi tutan el onun olsa da, yaz denildiği için yazmıştır, bazen neden yazdığını, hatta konuyu nasıl böyle açabildiğini bile anlamaz.
Öyle olduğu içindir ki, Gönül kalemiyle yazılanlar üç gün sonra unutulmaz, asırlar boyunca okundukça okunur.
Her okunduğunda, hiç okumamışa dönüyorsanız, bilin ki o yazılanlar gönül kalemiyle yazılanlardır.
O yazılanları, yazana bir yazdıranın olduğunu o zaman anlarsınız.
Kalem ne yazılması istenmişse onu yazmıştır. Ne bir harf fazla, ne bir harf eksik!...’
Ferideddin-i Attar’ın yazdıklarına, Hz. Pir’in yazdıklarına, Şems’in yazdıklarına iyi bir dikkat edin.
Onları anlatanlar, onlardan yazanlar dahi, bu satırlar bize ait değil, yaz dediler yazdım deme kadirşinaslığını ve mütevazılığini göstermişlerdir.
’Gönül kalemi tutan ellerin yazdıklarında ben yoktur, şöhret beklentisi yoktur, ne kadar para-pul kazanırım diye bir tasa ve bir endişe yoktur.
Gönül kalemi eline tutuşturulanlar, daima O’nu yazar, O’ndan yazar. O bu dediklerini yazan ellere emanet ettiği gönül kalemleriyle yazanları şereflendirmiştir bu dünyada da, öteki dünyada da…
Gönül kalemi istemekle edinilen bir kalem olsaydı, aç gözlülerden, hırsı aklı önünde gezenlerden, insanlara tepelerden kuş bakışı bakanlardan, okumadan Alim, yazmadan katip olanlardan sıra gelmezdi!..
Her parmak o kalemi tutamaz, eli ve parmakları titrer denmiştir.
Ben yazdım diyenin, ben düşündüm diyenin, bu cümleler bana aittir, bu fikirler benden doğdu diyenin, ben kelimesiyle yatıp, ben kelimesiyle kalkanların, gönül kalemiyle zerrece ilgisi ve alakası yoktur.
Gönül kalemi o kalemi tutan eli, bazen feraha bazen sıkıntılara sokar da, gönül kalemi elinde olan, gece-gündüz, şükraneler yazmaktan alıkoyamaz kendini.
Gönül kalemi dışında kalan kalemler ellerinde olanlara, sıkıntı ve dert gelse, isyanların, küfürlerin bini bir paradır.
Beni mi buldun derler. Bu kadar kalem salladım. Geceler boyu uykusuz kaldım, Şu kadar cilt kitap yazdım. Falanca şu kadar para kazanırken, ben onun kadar niye kazanamıyorum. Benim neyim eksik filandan, falancadan!…İlmim büyük, adım yüce. Kalemime derman yetmez!
Gönül kalemi elinde olanın böyle bir talebi olmadığı için, aynı insanlar, fena yazmıyor ama hiç bir şeyde gözü yok. Okuyanı az. Ne uzuyor, ne kısalıyor. Hiçbir şeyin sahibi olamadı. Adamın hırsı yok ki, birader derler.’
İşte bu gün buraya kadar dostlarım bu yazılanlardan ben dersimi alalı çok uzun yıllar oldu ama hala ders almaya devam ederim. Ve her zaman derim ki kalemim var olan sesin hükmüyle yazar yani ben bir hiçim ve hiçlik tarlasında gezerim, deryada bir damlayım. Rabbim bir kalem bahşetmiş ve hiçlik tarlası kâğıdım. Var olan ses yaz der hiçlik tarlasına yazarım.
Ve sonunda dile gelir yazılanlar. ‘Rabbim izin verdi ben yazdırıldım.’ Marifet var olan sese kalem olmakta, sevgilisi kâğıda yürekten dokunmakta… Kalemde Rabbimden yürek de Rabbimden
Bu günlük buraya kadar dostlarım. Sabırla beni okuduğunuz için minnettarım sizlere…
Görüşünceye dek hoş kalın, hoşça kalın. dostça kalın ama hep sevgiyle kalın. Sevgi Dünyanın var oluş kaynağıdır.
Bunun için derim ki dostlarım; sevin, sevilin, muhabbetle sevmek, sabırla sevmek bu dünyadaki en büyük güzelliktir...
Hadi şimdi kahvenizi alın, oturun bir köşeye. Ruhumuzu keşfe çıktık, sizde de katılın bu serüvene...
Güne katılacak en güzel şey sevgidir diyerek sevgilerin en güzeli ile ‘Gününüz hep aydınlık’ olsun…
Ve unutmayalım ki; bu ülkenin sahipleri de yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerindir…
Sevgi dolu, umut dolu hayatı sevin… Bu günü ve gelecekteki günlerinizi mutlu, umutlu, sevinç, neşe acısız, gözyaşsız, sağlıklı günlerde geçirmenizi dilerim...
Sevgi ve muhabbetle...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.