2
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
824
Okunma
Eskilerin Bob Ross’u vardı.
Kıvır kıvır saçlı, kısık gözlerle bakan, sevimli, sevecen bir adam. Yumuşacık bir ses tonuyla anlatırdı resimlerindeki her fırça darbesini.
Öylesine tatlı bir üslup ki birdenbire sizi resmin içine çeker, inancınızı güveninizi arttırır. Resim sevincine boyanır, yaşam sevinci ile dolarsınız.
Adamın her fırça darbesinden biri
Sevgi…
Biri
Dostluk…
Biri arkadaşlık
Biri inanç
Biri güven…
Bu birilerini uzatmak, ucuna başka şeyler eklemek mümkün elbette.
Bundandır belki onu anımsayan her insanın yüzünde kocaman bir gülümsemenin oluşması…
Gelin
Birlikte bir resim yapalım.
Önümüze koyalım. Renkli kalemlerimizi yahut boyalarımızı rengarenk. Bir elimizde fırçamız, bir elimizde paletimiz, geçelim tuvalin önüne.
Hayal edelim ve boyayalım. Unutmayalım, elimiz en çok hangi renge uzanırsa tabloda o renk öne çıkacaktır.
Her hayal, bir fırça darbesiyle tuvale akacak.
Sarılar, maviler, pembeler, morlar.
Her biri resimdeki yerini alır. Ressam, hangi rengi tercih etti ise resim o renge bürünür. Aynı resim atölyesindeki farklı kişilerin yaptığı resimlere bakınız. Birbirinden ne kadar da farklıdır.
Rengarenk boyalarla dolu bir palet ve boş bir tuval gibidir yaşam. Aile, eğitim, toplum bazı renkleri ileriye çıkarırken bazı renkleri de geri plana düşer.
Her birimiz bir ressamız. Çocuklarımızı, ailemizi resimliyoruz.
Bazılarımız kıskançlığı, kabalığı, riyayı, yalanı öne çıkarıyor. Besliyor günbegün bu olumsuz duyguları. Kimi bencilliği kimi nankörlüğü, hak yemeyi.
Sevgiyi, dostluğu, kadirşinaslığı, güveni, barışı, kardeşliği öne çıkaran da var elbet. Biz güzel duyguları besleyen ve çoğaltanların daha gayretli olmasını umut edelim. Onlar çoğalsınlar.
Sevgi, dostluk ve umutla.