YOLCULUK
Y0LCULUK
FATMA Sarıkaya RAVLI
Yaşlı adam çaresizce odalarda dolanıyor ne yapacağına bilemiyordu. Valizini günler öncesi hazırlamıştı. Evi toplamış, buzdolabını boşaltmış, bütün vanaları kapatmıştı. Aslında yapılacak bir şey yoktu. Birazdan araba gelecek ve yolculuk başlayacaktı. Bu evi, anıları geçmişi terk edecekti. Boğazına koca bir yumruk oturmuştu. Ağlamak istiyordu bağıra bağıra hıçkıra hıçkıra.” Yapma Rıfkı yapma metin ol, bunu sen istedin “diye kendini teselli etmeğe çalıştı. Kızı çok yalvarmıştı, gitme bizimle kal! Evde zaten bakıcı var, sana da bakar. Hem torunlarınla olursun “diye ısrar etmişti. Kızına yük olmak istememiş en iyi seçenek bu gelmişti. Artık kendine bakamıyordu. Huysuz bir ihtiyar olmuştu. Gelen bakıcılar bir haftadan fazla kalmıyorlardı. Orada yaşıtları vardı, iki laf edeceği. Karar vermeden önce gidip görmüş onlarla konuşmuştu. Elbette evlerini özlüyorlardı. Bazı sıkıntıları vardı. Bilmiyorlardı ki ev dedikleri yer ailen, komşun, arkadaşların yoksa hapishaneden farkı yok yalnızlığın ne kadar zor olduğunu dört duvara bakıp kapının, telefonun zili çalacak mı diye beklemenin, o ağır ezikliğini, Hiç olmazsa orada insan var, ses var. Çoğu zaman bir kelime konuşmadan geçiyor, Kapısını çalan olmuyordu. Düşüp kalsa kaldıracak kimse yoktu.
Necla bu eve gelin gelmişti. Annesi babası iki kardeşi hep burada yaşamışlardı. Çocukları bu evde doğmuştu. Bu ev, gelenler den çok gidenler için ağlamıştı. Önce iki kardeşi evden ayrılmış. Biri evlenip, diğeri gurbet de rızkını aramak için gitmişti... O zaman annesinin, babasının üzüntüsünü tam anlayamamıştı ta ki biricik kızı gelinliği ile kapıdan çıkarken boynuna sarılıp ağladığında işte o zaman yüreğine bir ateş düşmüş cayır cayır yandığını zannetmişti. Oysa o yanmak değilmiş. Sonra babası çıkmıştı, bu kapıdan bir daha dönmemek üzere. Üç çocuk babası olmasına rağmen sırtını dayadığı dağ yıkılmış, altında kalkmış gibi hissetmiş. Aylarca kendine gelememiş, herkes onu teselli etmişti.” Bu kadar üzülme, o yaşadı yaşayacağı kadar. Allah eli aya düşürmeden emanetini aldı.” . Diyorlardı da Rıfkı korkuyordu babası gibi baba olabilecek miydi? Babalığı, aile reisi olmayı becerebilecek miydi? Öğretmemişlerdi, öğrenmesine de fırsat vermemişlerdi. Askerden geldikten sonra annesi, babası karşılarına almışlar “Ailenin en küçük oğlu sensin biz seninle, sende bizimle yaşayacaksın. İşin gereği hep dışarıda olacaksın haftalarca evine gelemeyeceksin. Evlendiğinde ise karın, çocukların tek başlarına ne yapacak sensiz, Evlenme zamanında geldi gönlünde biri yoksa biz sana uygun bir kız bulduk.” Demişlerdi. Necla naif, sessiz bir kadındı. Annesinin kızı, babasının gelini, çocuklarının anasıydı. Peki, Rıfkı’nın karısı mıydı? Necla isteksizdi, gönül rızasıyla evliliğe evet dememişti. Büyüklerin kararlarına boyun eğmişlerdi, Rıfkı da mutsuzdu. Necla hayallerinin kızı değildi. Evlilikleri zorunluluktu, Necla, onu seviyor muydu, o Necla’ yı seviyor muydu? Necla ne ister, neyi sever, hangi renkten hoşlanır diye düşünmemiş, umursamamıştı. Uzun yol şoförüydü, kamyonu vardı. Yükünü alınca günlerce evden uzakta kalıyor, evli olduğunu bile unutuyordu. Eve geldiğinde anası ve karısı onu rahat ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Necla bir istekte bulunacak olsa anası hemen “ rahat bırak oğlanı uzun yoldan geldi. Dinlensin” der sözünü keserdi. Necla yüzü düşer, susar kabuğuna çekilirdi. Onun anası tarafından dokunulmazlığı vardı. Uzun yoldan gelmişti, çünkü para kazanıyordu. Bu adam karısını çocuklarını özlemiştir diye düşünmüyor, hemen koruması altına alıyor çocuklarını bile yanına yanaştırmıyordu. Çocuklarının babalığını, babası yapıyordu. Hangi okula gitmişlerdi, dersleri nasıldı, arkadaşları kimdi hangi oyunları seviyorlardı, onlar hakkında hiç bir şey bilmiyordu. O sadece uzun yola gidiyor, yük taşıyor para kazanıp geliyordu. Ailenin küçük oğluydu sanki. Yoldan geldiği günlerde arkadaşlarıyla buluşuyor geziyor tozuyordu. Bazen babası” Rıfkı, kendine gel ne oluyor oğlum öyle bekâr adam gibi gece yarıları eve sarhoş gelmeler...” Diye kızıyordu. Bekâr adamım ben. Hani benim karım, şöyle bir akşam çilingir sofrası hazırlayıp giyinip kuşanıp, saclarını yapıp karşımda oturup, Bana sevgi dolu bakan bir karım mı var? Hani babam gelmiş diye heyecanla koşup boynuma sarılan çocuklarım mı var. Onlar hep senin dizinin dibindeler, baba. Çocuklarım bir kez dondurma bile istemediler benden. Ne bekliyorsun benimde dizinin dibinde oturmamı mı? Diyememişti. İşine de gelmişti. Sorunsuz bir hayatı vardı. Anası, babası sayesinde, sadece para kazanıyor anasının eline sayıyor, gerisine karışmıyordu. Anacığı babasının emekli maaşını da katıp pişiriyor kotarıyordu, Babası da evin ihtiyaçları çekip geliyordu. Necla da çocuklara bakıyor onların her şeyleri ile ilgileniyordu. Zaten Necla’nın bütün dünyası çocuklarıydı, onların eğitimleri için canla başla çalışıyordu. Rıfkı için bir problem yoktu hayat gayet güzeldi…
Annesinin ölümün den sonra sudan çıkan balığa dönmüşlerdi. Rıfkı aile reisi, baba olmayı öğrenmesi gerekiyordu, fakat bu çok zordu. Bütün bu zorlukların sorumlusu Necla imiş gibi ona yükleniyordu. Yıllarca mutfağa sokmadıkları kadından çeşit çeşit yemekler yapmasını, eline hiç para verilmeyen kadının evi idare etmesini çarşı, pazar dolaşmasını istiyordu. Bu durum Necla içinde çok zordu. Eskisi gibi uzun yola çıkamıyordu. Kamyonu genelde şoför kullanıyor, o büroda işleri takip ediyordu. Sağlık durumu iyi değildi, belindeki sancı bütün keyfini kaçırıyordu. Doktora göre meslek hastalıymış, uzun yıllar aynı pozisyonda oturmak bel fıtığına neden oluyormuş. Dikkat etmesi gerekiyormuş. Bu durum Rıfkı’nın işine gelmişti. Fakat Necla isyan ediyordu sık sık tartışıyorlardı. Gene tartıştıkları bir gün Rıfkı ya “Her şeyin üstesinden gelmeğe çalışıyorum ama yetişemiyorum. Artık şoförlük yapmıyorsun, eskisi gibi de yorulmuyorsun ama bir işin ucundan da tutmuyorsun, bütün gün benden hizmet bekliyorsun. Para vermekle her şey hal olmuyor. Bak oğlanın dershanesinden çağırıyorlar git görüş durumu ne bir öğren bu sene üniversite sınavına girecek çocukla biraz ilgilen” dediğinde, “ Kazık kadar herif ne ile ilgilenecekmişim ders çalışmayı mı bilmiyor.” Diye bağırmıştı. Hep bağırıyor sinirleniyordu .Necla söylendikçe, bir şeyler istedikçe kaçıyordu,. Sorumluluklarından, karısından, çocuklarından kaçıyordu. Eve Onlar yatınca sarhoş geliyor usulca odasına çekiliyordu Necla artık bir şey istemiyordu. Aynı evin içinde iki yabancı gibi yaşıyorlardı. Küçük oğlan da üniversiteyi kazanmış başka bir şehre okumağa gitmişti. Büyük oğlan zaten yurt dışında okuyordu. Kız çoktan gelin olmuş evden uçmuştu. Evden herkes gidiyordu. Büyük oğlan yurt dışından gelmeyeceğim burada güzel bir iş fırsat yakaladım. Dediğinde Necla yıkılmıştı. Bir gün çocuklarının tekrar döneceği umudu ile yaşıyordu.
Rıfkı hiç düşünmemişti bir gün bu evin sessiz ve kimsesiz kalacağını, annesi babası sağken gelen giden hiç eksik olmuyordu. Hafta sonları kardeşler, yeğenler doluyor sofralar kuruluyordu. Necla ile annesi mutfaktan çıkamıyorlardı. Evin içinde hep bir telaş, koşuşturma oluyordu. Annesi babası mutluydu, çocukları torunları yanındaydılar. Necla ile onun evi değildi sanki orası. Ortak bir arkadaşları yoktu, gelip gidecek. Çocuklarıyla baş başa oturup sohbet etmemiş oyunlar oynamamışlardı. Babası annesi öldüğünde ise çocuklar büyümüş çoktan kendi yollarını çizmişlerdi. Necla ise ondan tamamen uzaklaşmıştı.
“ İnsanın hatalarından ders almaması ne kadar kötü. Önceleri işime gücüme sığınıp sorumluluklarımdan kaçmam. Sonrada hastalığımı bahane ederek Necla ya sürekli yüklenip onu üzmem, küçük oğlan okulu bitirip iş sahibi olana dek sürdü. Bir gün Necla “ Gel bakalım Rıfkı efendi. Seninle bir konuşalım.”dediğinde onu hiç bu kadar kararlı ve net görmemişti “ ”Ben senin otuz yıllık karınım. Şimdiye dek senden bir şey istemedim. Şimdi senden beni boşamanı istiyorum. Sana, bu eve geldiğimde küçük bir kızdım. Her şeyi bu evde öğrendim. Ömrümü annene, babana, ailene, çocuklarına hizmet etmekle geçirdim. Şikâyetçi değilim. Öğle olması gerekiyormuş, öyle yaşandı. Babanın gelini, annenin kızı, çocuklarının anası oldum. Fakat senin karın olamadım. Ben, senin için neydim Rıfkı? Hep bekledim gözlerimin içine bakıp beni sevdiğini söylemeni, Hasretle yolunu gözlediğim o günlerde şöyle bir içten karım diye bağrına basmanı, koluna takıp sokağa çıkarmanı, bir şeye ihtiyacın var mı Necla demeni hep bekledim. Baban annen sağ iken ev kalabalıktı, ondan dedim bekledim. Öldüler, çocuklar büyüsün diye bekledim ama sen beni hiç görmedin Rıfkı, beni hiç sevmedin. Ben seni sevdim mi onu da bilmiyorum. Ben senden başka kimseyi, bu evden başka bir yer bilmedim. Sevgi benim için emekti, öyle öğrettiniz bana. Bende emeğimi verdim size. Çocuklarım benim dünyamdı, sensiz gecelerde onlara sarılıp uyudum. Sevgiyi onlarda buldum. Seni çok bekledim Rıfkı. Daha bir kaç yıl öncesine kadar fırsatın varken bile bana bakmadın sen. Mutluluğu içki şişelerinde, yabancı kadınlarda aradın, bunların sorumlusu ben değildim. Kaçtın, benden, evliliğinden, çocuklarından kaçtın hep. Sorumsuzca bencilce yaşadın. Tamam, Annen baban da buna fırsat vermediler senin omuzlarından bütün yükünü aldılar, sen kocaydın, babaydın bunu hiç düşünmedin, kabullenmedin. Kendime söz verdim ne pahasına olursa olsun çocuklarımı okutacak, onları ayaklarının üzerinde duran güçlü insanlar yapacaktım. Şükür, kızım bile dimdik ayaklarının üzerinde duruyor. Onlar seni seviyorlar, senin emeklerinin sayesinde okuduklarının farkındalar. Oğullarımın uzaklarda olmasına çok üzülüyorum, onlar dünyamdı benim ama gururluyum. Biliyorum ki onlar iyi birer eş, baba olacaklar. Sorumlulukların bilecekler. Bize gelince Rıfkı, ben seninle yapamıyorum. Aynı evin içinde iki yabancı gibi yaşamak bana ağır geliyor. Hep soruyorum burada bu adamla işim ne benim diye Yokluğuna o kadar alışmışım ki seni kocam olarak göremiyorum. Senin beni karın olarak görmediğin gibi. Hastalığından beri bana hizmetçi, hasta bakıcı muamelesi yapıyorsun. Artık katlanacak gücüm yok. Ben de yaşlanıyorum. Benimde hastalıklarım var ama sen bir kez olsun sormuyorsun. Dünya sadece senin etrafında dönsün istiyorsun Rıfkı. Sakın beni düşünüyormuş gibi bana zorluk çıkarma ben her şeyi düşündüm ve kararımı verdim. Anamın evi boş bekliyor, babamın emekli maaşını da alır gül gibi geçinir giderim.” Rıfkı donmuş kalmıştı. Böyle bir şey nasıl olabilirdi. Bu yaştan sonra ayrılmak ne demekti, ona kim bakacaktı?…
”Necla,” Hakkını helal et gidiyorum. Uzun bir yolculuk olacak, Allah ikimizin de yardımcısı olsun ” deyip kapıya yürüdüğünde “gitme “diyememiş, terliklerini çıkartıp düzgünce vestiyere koymasına, valizini alıp yürüyüp gitmesine baka kalmıştı.
Neclasız gecen yıllarda çok acılar çekmişti. Çocukları ara sıra uğruyor, hatırını soruyorlardı. Belinden ameliyat olduğunda kızı evine götürmüş, uzun süre bakmıştı. Torununu yaş günü için Necla da gelmişti oraya. Onu görünce yüreği yanmış, onu ne kadar özlediğini, sevdiğini onsuz hayatın bomboş olduğunu söylemeyi istemişti. Fakat nasıl diyebilirdi ki Necla kendine yeni bir hayat kurmuş, gittikten bir yıl sonra evlenmişti. Kızının anlattı kadarıyla kocası çok seviyormuş onu, üzerine titriyormuş. Çok kibar duyarlı bir insan Bizim çocuklarımızı bile kendi torunu gibi görüyor seviyor demişti. Necla’nın her halinden belliydi mutlu olduğu Necla ışık saçıyor, parlıyordu.
Kapının vurulmasıyla Rıfkı anıların dan sıyrıldı ve yavaş adımlarla kapıyı açmaya gitti,kapıda ki görevli “ hadi bakalım bey amca yolculuk başlıyor valizini alıp çıkalım, kapıyı ben kitler anahtarı görevliye teslim ederim, kızınız oradan alacakmış bana öyle emir verildi ” dediğinde, yaşlı adam “bekle evlat” dedi, terliklerini çıkardı yıllar önce Necla’nın giderken terliklerini çıkarıp koyduğu vestiyere o da terliklerini Necla’nın terliklerinin yanına bıraktı. Son defa evine yaşlı gözlerle baktı ve ” Yok evlat bu kapıyı son kapatan ben olacağım buda benim cezam olsun” diyerek. Kapıyı kilitledi ve titreyen sesiyle” umarım bu yolculuk uzun sürmez .” dedi.
FATMA SARIYAYA RAVLI 30 OCAK2018