Ben körüm
Parçası olduğum gezegenden zorla koparılmış bir taş parçasıyım. Bir bütüne aitken bütünü çevreleyen çemberin dışındayım artık. Takip ettiğin yörüngeden kopmuşsun, ne yaparsın? Elbette başıboş dolaşırsın. Peki, hür mü hissedersin kendini, eksik mi hissedersin ya da? Varlığın tanımlayan ama senin cepte garanti gördüğün düzen, içinden tek bir çubuğun çekilmesiyle bozuluveriyor işte böyle. Ayağınız, önünüzde duran küçük bir taş parçasına takılıyor, siz de önünüze serili düz yolda – ki bunu hiç de düz yol varsaymıyordunuz yere kapaklanıyorsunuz. Aklınızda hep aynı sorular: Nereye kaçayım, nerede saklanayım? Cevabınız da yok, bilmiyorsunuz. Evrenin sonsuz karanlığında dolaşıyorsunuz, tıpkı bir asteroit gibi. Yapmak istediğiniz tek şey hiçbir gezene bağlı olmadan, hatta onlardan kaçarak yaşamak. Ben de öyle yaptım. Çünkü göremediğim her şey yüzüme haykırıyordu: “Buraya ait değilsin!”
Kimse belki nezaketinden, belki acımasından dolayı, belki de başka başka sebeplerden, önemli de değil doğrudan bir şey söylemiyorlardı ama göremediğiniz “bir şey”den çıkan her ses yüreğinizde böyle acımasız yankılanıyordu: “Hey sen! Buraya ait değilsin!”
Başınızı kaldırdığınızda gece karanlığında size yoldaş olan ay var ya, kör olmadan önce onun aydınlık yüzüydüm (onun aydınlık yüzündeki bir ışıltıyım). Gözlerim kör olduğunda kendimi oradan kopardım. Artık kendi karanlığımdayım, ayın karanlık yüzüyüm.
Geceleri hep aynı kâbusa yatıyorum. Satranç tahtası üzerinde, kamyonetimle ilerliyorum. Taşların aralarındaki incecik sınır çizgileri sırat köprüsünü dönüşüyor… Devasa “dünya taşır” kamyonumla –ki dünyayı taşıyor gerçekten- sırattan geçmek zorundayım. Herhangi bir kareyi az biraz işgal ettiğimde karedeki taş gözlerimden çekip yakalıyor beni, yavaş yavaş söndürüyor onun ferini. Karanlık beni yutuyor, kan ter içinde ben uyanıyorum. Gözlerimi açtığımda beni yutan karanlığın içindeyim yine.
Beni çemberin dışına iten yaşama yeniden tutunabilmek, kaybettiğim yörüngeme yeniden dönebilmek ya da yeniden gece parlayan ışıltı olabilmek için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Evet, etraf hâlâ karanlık, yaşamın tüm renkleri zift bir siyaha daldırılıp çıkartılmış, ateş böcekleri bile göz kırpmıyor burada yıldızlara. Bu benim dünyam, geceden karanlık bir dünya. Artık güneşim yok benim. Körlüğümle hiçliğe terfi eden her şey, şimdilerde sesle var oluyor, kokuyla var oluyor. Önceden görmek yeterdi. Dikkatsiz bakışlarla etraftan ihtiyacımı alır geçer giderdim. Dinlemezdim, koklamazdım. Dinlemeyi tekrar öğrendim. Bir yemeğin kokusunu koklar gibi hayatı kokluyorum. Bir müziğin ritmini yakalar gibi, her sese kulak kabartıyorum.
Etraftaki her sesi duyuyorum, dinliyorum. Onlar bana yürüdüğüm yolun resmini çiziyorlar, kokular ise resmin alt zeminindeki katları açığa çıkarıyor.
Çünkü ben körüm.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.