- 811 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Memleket - Gurbet
Kırk bir sene olmuş yurdumdan ayrılalı. Almanya’nın kuzeyinde küçük bir kasabada yaşıyorum. Memleket hasretiyle geçen bir hayat benimkisi. Bıraktığımız değerleri özlüyorum. Bu bazen insanlar, bazen de doğup büyüdüğümüz, yaşadığımız şehirler oluyor. Mutlaka her şey çok değişti. Yitirdiğimiz değerler ne kadar çok.
Lâkin bizler yine de buluyoruz bizi hoşnut eden güzellikleri. Zaman zaman tatillerimizde çoşkuyla yaşıyoruz da. Kimi zaman uzaklarda olsak da hâyâllerimizde yaşatıyoruz.
İçimizde o özümüzü hiç yitirmiyoruz. Hülyalara dalıyoruz. Rüyalarımızda bile yaşıyoruz özlemlerimizi.
Bursa’da sayacak olursak: Heykel önü hep aynı. Ulucami, Setbaşı köprüsü, Yeşil, Emirsultan, Muradiye, Tophane, Tahtakale. Buraları aklıma gelenler. Tarihi mekânlar insana huzur veren yerler. Ben doyamam buralarda dolaşmaya. Ne çok anılarım vardır. İçim hoş olur. Tabii o benim çocukluğumda, gençliğimde her şey çok farklıydı. Bursa çok büyüdü. Şimdi her yer insan seli.
Yetmişlerin başında Postane- Mahfel arası saatlerce turlardık. Herkes birbirini simayen de olsa tanırdı. Şimdi oralarda gezmenin bir espirisi de kalmadı. O trafik hâliyle kıyaslanır mı. Hiç mümkün mü. Bizim o gençliğimizde tek tük geçen araçları anımsıyorum. Karşıdan karşıya geçmek nasıl kolaydı. Şimdi alt geçitlerden geçiyoruz. Gerçi bizde kurallara uyum sıfır. Çocuklu aileler bile o araç yoğunluğunda ölümüne çocuk arabalarıyla bile karşıya geçmeye uğraşıyor. Şaşkınlıkla izliyorum bunları.
Pazaryerinde, kapalıçarşıda çok zorlaştı gezinmek. O bizim neredeyse elli sene önce yaşadığımız zamanlar mazide kaldı. Fakat her şeye rağmen, içimdeki memleket hasreti olumsuzlukları hoş görmeme sebep oluyor. Çok mutlu oluyorum buralarda gezerken.
Uludağ benim aşık olduğum bir dağ. Çocukluğum eteklerinde geçti. Özlemim bitmez. Bir sevgiliden ayrı kalmak gibi bir şey bu. Gözümde hep dimdik durur Uludağ. Her tatilimde mutlaka ağabim, kardeşim ve yeğenlerimle birlikte neşe dolu trekkingler yaparız. O çam kokuları, dağ havası içimize öyle bir dolar ki bir bakmışsınız şarkılar başlamış. Uludağ’a gidip de şarkı söylenmez mi?
Derelerin sesi melodidir. Şelâlelerin öyle yükseklerden dökülüşü deli eder insanı. Rakımın iki binin üzeri dağ yürüyüşlerinde adrenalin zirve yapar, endorfin patlaması yaşar insan. Bunları yurdumun yüksek dağlarında epey bi yaşama fırsatım oldu. Uludağ, ( üç kez) Kaçkarlar, ( üç kez ) Süphan ve Ağrı dağlarında. Hepsine de zirve yapmak nasip oldu.
Biz hep bıraktığımız değerlerimizi yaşıyoruz içimizde. Onlar kayboldu belki ama biz yine de yaşatıyoruz onları bir yerlerde. Tabii ki çok da arıyoruz da zaman zaman. Hani arnavut kaldırımı sokakları, bahçeli evleri. "Sokak kapısı" dediğimiz bahçeye açılan kapıların üzerinde hanımelinin salkım saçak sokaklara parfüm kokusu gibi yayılışını... Evlerin önünde genç kızların toplanıp ayaküstü sohbetleri olurdu. Evlerde ne televizyon ne de şimdiki gibi internet, herkesin elinde bir telefon da yoktu. Teyzeler otururdu kapı önlerinde. İşte bu mahalle kültürü de kayboldu tabii.
İstanbul’un da çok önemi vardır hayatımda. Belki çok yaşamadım ama gidip gelirdik Bursa’ dan gençliğimizde. Taksim, Beyoğlu, Galata köprüsü... Aksaraylı bir arkadaşımız vardı. Ona giderdik.
Beşiktaş’ı çok severim. Üsküdar tabii orası da harika bir semt. Vapurlardan inim binen insanları seyrederdim iskelede. Denizin tam kıyısında mavilere dalıp dalıp çıkar adeta insan. Elinde demli bir çay ve tazecik gevrek simit. Hani deniz dolar içine.
Sultanahmet’te takılırdık yetmişli yılların başı. Hippi akımı vardı o zamanlar. Turistlerle çat pat konuşmaya uğraşırdık. Üç beş arkadaş toplanıp Bursaspor maçlarına da giderdik. Neşe içinde o yolculuklarımız, gülüş cümbüş çok zevkli olurdu. Hele Bursaspor bir de galip geldiyse off değmeyin keyfimize.
Beyoğlu’nda, Çiçek pasajı’nda çok hatıralarım vardır. Bursa’ da: "Çiçek pasajı’na gitmedinse İstanbul’a gittim deme" denirdi.
Çiçek pasajı’ nın o yıllar müthiş bir atmosferi vardı. Şimdiki ortamı çok farklı. Oradaki o eski muhabbet yok artık. Kıyaslama yaparım gittiğimde ve içime hüzün çöker. Bi âlemdi orası eskiden. Karides servisi yapan bir ağabi vardı. Bütün pasaja masalara servis yapardı.’" İşte karidesi burada yiyeceksin" derdik. Tazecik olurdu. Bira içiyorduk genelde. Midye tava, kokoreç. Orası gerçekten yeriydi bunların. Akordiyon çalan abla. Öyle bi hoşluktu onu dinlemek. İşte mazide kalanlar bunlar.
Her şey farklı belki şimdi ama "Kız kulesi’ni seyredeceğim" derse insan, Salacık ve çay bahçeleri yine aynı tabii. İskelede çay ve simit ziyafeti. Ki martılar da nasibini alır her havaya attığın bir parça simit hiç denize düşmez. Martılar kapar havada. Çığlık çığlığa onların savruluşları mavilerde bir başka güzellik. Çok şey değişse de oraları bir başka benim için.
Çok da hasretim, İstanbul’a. Ah nasıl özledim.
" İstanbul şöyle berbat oldu, böyle olumsuzluklar var" denir ama İstanbul yine de her şeye rağmen çok güzel bir şehir.
Bursa’ dan İstanbul’a gitmek ta o yetmişlerin başında bizde böyle çok bi başkaydı.Can atardık gitmek için. İstanbullu’ların o zamanlar Bursa’ya " köy gibi" dediği zamanlar. Bir diskomuz dahi yokken. İstanbul’ da gençler için ne mekânlar vardı. Bir kot pantolonu bile İstanbul’dan gider alırdık. Kot Wrangler gömlekler harikaydı. Bir dükkan vardı Lewis, Lee, Wrangler kotlar satardı. Hepsi yüzde yüz ithal. Çakma falan yok o zamanlar. Aksaray’daydı o dükkan, aklımda öyle kalmış. Arkadaşlarım İstanbul’a gidiyorlardı, ben gidememiştim. Kot gömlek alıp bana getirmişti arkadaşım.
İstanbul ’da hiçbir şey yapmasan, Galata’ köprüsünde bir balık ekmek yesen,
vapurların güvertesinde Kadıköy, Bakırköy, Üsküdar civarı martılar başının üzerinde tavaf ederken birkaç saat dolaşsan yetiyordu.
Çiçek Pasajında adeta böyle bir film karesinden sahneler gibi gözümde canlananlar olur. Bıçkın bir delikanlı bileklerinde deri bileklik. Elde tespih. Başında bir şapka. Ceketi atmış omuzuna, ispanyol paça siyah pantolon. Yumurta topuk ayakkabı. Biz hemen kenarda biraz yüksekçe bir iki merdiven olurdu, masada oturuyoruz. Ya adam harbiden beyaz gömlek, bordo yelek, Ustura Kemal ’in yetmişler versiyonu. Biz seyrediyoruz bilerek omuz atıyor karşıdan gelene. Zaten epey de kalabalık. " Hoppp birader... Dikkat etsene" hani adam bela arıyor. Kaytan bıyık... Böyle boy post, artist yani. Adamı bir an gözden kaçırmadım, ağabimle beraberdik. " Ya ağabi bu ne böyle " Adam alkollü de. Dolandı durdu öyle oralarda. Bunu niye anlatıyorum. Hani var mı böyle bi şey Allah aşkına. Bitirim ya.
Bunları bizim kuşak belki de son görenlerdir. Bizim mahallede de bir Hasan Ali ağabimiz vardı. Öyle bir yürürdü. Onu da böyle seyrederken nasıl hoş olurduk. Genç yaşta vefat etti o güzel insan.
Kabadayı tavırlar, o konuşmalar. Eee bunları mı özlüyoruz . Hayır çok özlüyor değiliz tabii ama bunlar da mazide kaldı. Bugün öyle yürekli insanlar da yok. Onlar kavgacı olurdu. Bela olurdu ama delikanlı adamlar olurdu hani.
Bursa Osmanlı’ nın tarihi eserleriyle dolu. Tophane’ de Osmanlı imparatorluğunun kurucusu Osman Gazi’ nin türbesi vardır. Oğlu Orhan Gazi ile yan yana yatarlar. Benim için çok mukaddes mekanlardır buraları.
Bir Emirsultan Camii meselâ. O mübârek yere on dakika mesafede doğup büyüdüm ben.
Ahhh şimdi memlekette olmak vardı. Bursa’ma... Uludağ’ıma... Güzel İstanbul’a çokkk selâm olsun uzaklardan.
26 / Haziran 2020
YORUMLAR
Sizin gözünüzle tekrar baktım İstanbul’a, sanki o anları yaşadım ve gördüm.
Keyifli bir okuma oldu , teşekkürler.
Saygılarım dostlukla
Fikret Şimşek
İyi ki varsınız. Eksik olmayınız.
Epey uzundu yazım.
Beni duydunuz.
Sevgilerimle
YediYıldız
Tekrar teşekkürler yazı için. 🌈🍀🙏