- 504 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SEKİZDEN SONRA
Okula başladığımız ilk günlerde matematik sayılardan ibaretti. Her gün yeni bir sayıyı öğreniyorduk. 8 sayısını öğrendiğimizde bir sonraki sayının kaç olacağını merak ediyorduk. Ertesi günkü derste öğretmenimiz; ‘‘Çocuklar bugün yeni sayımızı öğreneceğiz.’’ dediğinde, 8 sayısını geride bırakıyor, şimdilik sadece yazılışını ve okunuşunu, çok sonra ise 2’nin 7 fazlası, 3’ün karesi, 81’in karekökü olduğunu öğreneceğimiz 9 ile tanışıyorduk.
Gün gelip de önünde çizgi olan negatif sayıları öğrenince artık küçükten büyüğü çıkarabiliyor, “Küçükten büyük çıkmaz yavrucuğum” diyen öğretmenlerimizi saygıyla anıyorduk. 12574 sayısının 9 ile bölümünden kalanı, pazar gününden 2000 sonraki günü, içinde 1 bulunan üç elemanlı alt kümelerin sayısını, Ali’nin işi yalnız başına kaç günde yapabileceğini, a + b toplamının en büyük değerini, x’in kaç farklı tam sayı değerinin olduğunu ve daha bir çok soruyu; dolmuşta elden ele gönderdiğimiz ücretin üstü geri gelmeden çözebiliyor, üç elemanlı bir kümede 4. elemanın olamayacağına tüm kalbimizle inanıyorduk.
İrrasyonel sayıları da öğrenince, “Öğrenecek başka bir şey kalmamıştır heralde! Artık gidelim.” diye düşünürken bilinmeyen sayıları da öğreneceğimiz hiç aklımıza gelmemişti. Öğretmenimiz, bilinmeyen sayılara x diyeceğimizi ve bundan sonra x’i arayacağımızı söylediğinde uzun süre kendimize gelememiş, zavallı x şimdi nerededir, ne yiyip ne içiyordur diye düşünmüş, bulunsa diye dualar bile etmiştik. x’i her kaybolduğunda çabucak bulmayı öğrenen bizler, bulmuşken bari bir de y’yi bulalım demiş ve iki bilinmeyenli denklemlerle arkadaş olmuştuk. Defterimize “Karaköklü sayılar” (doğrusu karekök) başlığını attığımız o kara günlerde, Allah’ım nolur pembe köklü sayılar olmasın bile diyemeden, tahdadaki gözlüklü ve bıyıklı adam; “Arkadaşlar 9. sınıfta küp köklü sayıları da göreceksiniz.” cümlesini kurmuş ve bitirmişti bile.
Bazen de dersimiz alt küme, sayı, denklem, ebob, orantı yerine hep şekillerle geçiyordu. Derste doğru, ışın, açı, üçgen, dörtgen, yamuk, çember çizip çizip duruyorduk. Öğretmenimizin tahtaya çizdikleri çembere, bizim defterimize çizdiklerimizse daha çok Afyon Şuhut patatesine benziyordu.
Bir zamanlar yolda yürürken çoraplarımız düşüyor, sevgili annemiz de düşen çoraplarımızı aynı hizaya getirmek için önümüzde diz çöküyordu. Ama artık büyümüş ve kocaman olmuştuk. Sesimiz daha gür, boyumuz daha uzun, ayakkabımızın numarası, çözebildiğimiz denklemlerin derecesi, milli maçlarda attığımız gollerin sayısı ve Küçük Emrah daha büyüktü artık. Herkes salonda otururken mutfağa gidip bir şey getirmekten, bize doğru gelen köpekten, birden önümüze fırlayan kediden ya da ansızın karşılaştığımız timsahtan korkmuyorduk. Bir senedir görüşmediğimiz teyzemiz, “Ne kadar da büyümüş teyzesinini gülü” diyordu.
Artık okul günlerimiz, adına lise denilen daha görkemli binalarda geçiyordu. Öğretmenlerin bize olan sevgisi ve bizim onlara olan saygımız, yazılıların zorluk derecesi, arkadaşlıklardaki saflık ve dürüstlük, hepsinden önemlisi “Matematik” eskisi gibi değildi. Mantık, kartezyen çarpım, bağıntı, fonksiyon lisede tanıştığımız ilk konulardı. Bir şeyle daha tanışmıştık. Bazılarımızın yazılılardan aldığı sıfır notuyla. Bu notu şimdiye kadar almayı hiç başaramamıştık. Sinüs, kosinüs, tanjant, sekant 10. sınıftaki kavramlarımızdı. Hocamız tahtaya, tanx . cotx = 1 diye yazdığında, sıra arkadaşımıza “1 böyleyse acaba 50 nasıldır” diye fısıldıyorduk. Çaprazda oturan arkadaşımız ise, “Sevgili x. Seni böyle bir eşitlikte gördüğüme hiç sevinmedim.” diyordu. Artık aylarca süren konularımız oluyordu. Özellikler, soru türleri, soruların çözümleri, öğrenmemiz gereken formüller, özdeşlikler, kurallar artık daha uzundu. En son boyumuzla yarışan aşağıdaki uzun kuralı öğrenmiştik.
1.1.1 + 2.2.2 + 3.3.3 + 4.4.4 + 5.5.5 + ... + n.n.n = (1 + 2 + 3 + 4 + ... + n) . (1 + 2 + 3 + 4 + ... + n)
Tahtadaki gözlüklü ve bıyıklı adam, isterse ne kadar acımasız olacağını bu kuralla ispatlamıştı. Sınıftaki herkes adeta şok geçiriyordu. “Kaçalım arkadaşlar” ve “İmdat” diyen seslerle çalkalanan sınıfı “Abartmayalım lütfen!” diyen tiz bir ses sakinleştirmişti.
Annemizin kucağından inip sınıfımızın sırasına oturmakla başlattığımız matematik öğrenme serüvenimiz; aldığımız her nefesle, eskittiğimiz her lacivert okul ceketi ve gri okul pantolonuyla, bazen kendiliğinden kopan gömlek düğmeleriyle, annelerimizin en sıkıntılı günlerinde dahi ütülemekten bir türlü vazgeçmediği okul etekleriyle, sucuktan çok salçanın tadına vardığımız kantin tostlarıyla, son anda ertelendiğinde çalışkan arkadaşlarımızın üzüldüğü tembel arkadaşlarımızınsa bayram ettiği yazılılarla, kopya çekerken veya verirken göz göze geldiğimiz öğretmenlerle, babamızın cebimizden eksik etmediği okul harçlıklarıyla, berberde okul traşı için beklediğimiz sıralarla, hesap edilemeyecek kadar çok harcadığımız kalem uçları-kalemtraşın içinde kalan kalem tortuları ve günün birinde mutlaka tükenen tükenmez kalemlerle, kaybolmasın diye boynumuza astıkları silgilerle, az sevdiğimiz pazartesi ile çok sevdiğimiz cuma günkü istiklal marşlarıyla, içinde evimizden daha çok zamanımızı geçirdiğimiz ve sürekli yolunu aşındırdığımız okulumuzla, bizi sınavlara hazırlayan biraz da paramızı alan dershanemizle gelişmiş ve bu günlere gelmiştir.
Matematik gelişen teknolojiye hız kazandırmaktadır. Düşmeyen uçaklar, düşse de içindekilerin ölmediği uçaklar, minimum can kaybı olan trafik kazaları, amansız hastalıklara çare bulunması, ikide bir grip olan kuşlar ve domuzlar, bizi pikniğe gidemez hale getiren keneler, geliştikçe hepimizi iyi yapan ekonomi, sağlam olması gereken binalar, açlık ve susuzluktan çocukların ölmediği Afrika kıtası, kısacası daha mutlu bir dünya hepimizin matematik bilgisiyle yakından ilgilidir.
Ümit ettiklerinizin gerçekleşmesi temennisiyle...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.