- 499 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
Sadelik ah sadelik
Dünyaya sade gelir ve dünyadan sade gideriz. Daha ilk yağdığı anda karı yerden kazımakla görevlendirilmiş şehir ekiplerinin kar bekleyişi gibi, dünyaya gelmemizi bekleyen ve aylar öncesinden hazırlık yapan anne, baba ve diğerleri sade yaşamı sürdürmemize izin vermezler. Sadeliği bozmaya ant içmiş bu yol bekleyenler daha ilk anda bebeği kat kat sarar, el, ayak, baş, kulak her yanına bir şey giydirir, günler sonra da ağzına tıkaç iliştirler. Sade kalman da ağlaman da yasak bebek. Sen bile uyacaksın kurallarına dünyanın....
Yaşamının ilk günlerinde yüzlerce şey alınır bebeğe. Bebek her yerden fışkıran eşya ka(la)balığının arasında büyür, büyüdükçe ka(la)balık çoğalır. “Büyüdüğümde de yumurta olacak mı?” diye sormuşum anneme küçük bir çocukken. Keşke “Biz beş kişiyiz, evde neden 20 tane çatal var?” diye sorsaymışım. Ya da “Çatalın yaptığını kaşık da yapıyor, çatal niye var?” diye sorsa çocuklar annelerine....
Çocuklar böyle sorular sormuyor ne yazık ki ve kalabalığı artırma sahnesine çıkmakta gecikmiyorlar. Küçük büyük herkese ait eşyalarla evlerde eşya fışkırmıyor artık, her yer eşya kusuyor. Çekmeceler, vitrinler, gardolaplar, şifonyerler, televizyon üniteleri, masa üzerleri, mutfak ve banyo dolapları, tezgah altları, buz dolaplarının içleri-üstleri-kapakları, arabaların torpido gözleri, kapı cepleri, kendi ceplerimiz, çantalarımız, cüzdanlarımız. Bir çekmeceyi çekmeyi verin, geri kapatması ne zormuş bazen....
Şunu anladım ki, yaşam tarzımızda gerçekleştirdiğimiz bazı değişiklikler bir çok eşyayı gereksiz kılıyor. Örneğin, spor giyinmeye başladığımızda ütü, ütü masası çıkıyor hayatımızdan ve bu işlem için harcanan süre ile enerji kârımız oluyor. Zararlı olduğunu hep duyduğumuz ve er geç zararı ile yüzleştiğimiz şekeri ve tatlı yemeyi bıraktığımızda bu sefer hayatımızdan çıkan şey çay kaşıkları ve tatlı kaşıkları oluyor. Şu insana bak sen! Kaşığın bile üç boyu olmazsa yaşayamıyor kurduğu hayatı. Çay kaşığına gerek kalmadıysa çay tabağına niye gerek olsun? Ona, çayımıza attığımız zehri karıştıran kaşığı koyuyorduk. Şekeri bıraktığımız gün çay kaşığını çıkarmıştık hayatımızdan. Çay içerken bardağı sehpa üzerine koyup çay tabağına da veda edebiliriz. Konu tabakta iken çeşit çeşit tabakları da konuşalım. Hep hayal etmişimdir; herkesin özel, akıllı ve kırılmaz bir tabağı olsa, yemek bile ısıtabilsen bu tabakla, yumurta kırabilsen. O kadar özel olsaki bu tabak, üzerinde adımız bile yazsa ve küçük çocukların yatarken yanında istediği oyuncağı gibi yanımızdan ayırmasak onu. Çorbamızı, yemeğimizi, pilavımızı, salatamızı onunla yesek. Az ve en çok iki çeşit yemek önerilmiyor mu? O özel tabağımızın bu işi görmesi için neyi eksik? Evlerdeki şekil şekil tabaklar, servis tabağı, ana yemek tabağı, düz tabak, çukur tabak, ordövr tabağı, antre tabağı, dessert tabağı, salata tabağı, tatlı tabağı siz de çıkın hayatımızdan. Misafirin başımızın üstünde yeri olmalı tabii ki. Ama yeryüzünde herkesin özel bir tabağı olursa herkes bu tabağı gittiği yere götürecek ve onu kimseye yıkatmak istemeyecektir. Miktar ve çeşit olarak az yiyeceksek, çeşit çeşit tencerelere gerek var mı? Biri yeter de, hadi iki tencere olsun. Ama bunlar akıllı tencere olmalı, tava işlevini de görmeli, kapağı ve kendisi tabak gibi de kullanılabilmeli ve bazen ortadan yemek isteyenlerin ihtiyacını karşılamalı. Herkes kendi özel tabağını yıkayacak dı zaten, iki tane tencere için de bulaşık makinesi çalışmazki. Ey bulaşık makinesi, tuzunu ve deterjanını alıp git evimizden ve bir daha dönme olur mu?
Bir matematikçi olarak şöyle bir formül önerebilirim. Evlerimizi “Fonksiyon sayısı en az 2” tanımına uygun eşyalarla donattığımızda hem hiçbir fonksiyon kaybı yaşamayız hem de evdeki eşya sayısını en az yarıya düşürürüz.
..........
Keşke DÜNYANIN tüm şehirlerinde, Paris’te, Tokyo’da, Pekin’de, Mekke’de, İstanbul’da, ... hayatın içine girmiş bütün eşyaları, ilaç dahi olsa zararlı her şeyi şehrin en büyük meydanına yığsa insanlar, bu kararı alsa ve o devasa yığını küle, dünyayı güle dönüştürecek ateşi yaksa insanlar. Alevlerinin gökleri yalaması pahasına yaksa, bir kez olsun iyi bir ateş yaksa insanlar. Sonra da titiz davranıp en temel eşyaları hayatlarına soksa ve temiz bir dünya kursalar. Gereksiz hiçbir şeyin üretilmediği, herkesin temel ihtiyaçlarına ulaştığı, topraktan tohumdan ayrı düşmemiş, sebzesini bahçesinden meyvesini ağacından yiyip suyu ormandan içtiği, yoğurdunu peynirini inekten aldığı sütle yaptığı, tahinini pekmezini kendi ürettiği hayat kursa insanlar....
Ne yazıkki böyle bir hayatın değil, tüm ülkelerde bir atışta en çok sayıda insan öldüren silah yapmanın peşinde insanlar. Birbirini sevmenin değil öldürmenin eğitimini alıyor insanlar. Hatırlamıyorum okullarda “Sevgi” adında ders var mı herhangi bir ülkede. Dünyanın kurtuluşunu taş devri yaşantısına dönmekte görenlerdenim. İlerde böyle bir hayatın yaşanacağını umuyorum. Fabrikanın, marketin, mağazanın, verginin, faturanın olmadığı, herkesin birbirini gerçek anlamda sevdiği, saydığı, kendisinden çok diğerini düşündüğü ve dolayısıyla da yönetilmeye, idareciye, polise, askere gerek kalmadığı bir yaşam olabilir mi TÜM DÜNYADA bir gün....
50 yıl önce aya çıkan, şimdilerde denizin tabanına döşediği borularla doğal gazı bir ülkeden başka ülkelere taşıyan insanlar bunu başarabilir mi? Bu son derece basit, doğal, sevgi dolu yaşamı başarmak en zoru galiba...
YORUMLAR
kader hamağı
Dondurmanın sadesi güzelde insan sadeliği pek sevmiyor anlaşılan o ki... Kendimizden pay biçelim bir çoklarımızın çocukları bile çok küçük yaşlardan başlıyorlar marka tutkunluğuna. Arkadaşımın şusu busu var benim niye yok muhabbetleri... Malımız ile mülkümüz ile övünmeyi pek seviyoruz... Oysa ki ''Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi.'' demiş büyük mutasavvıf Yunus emre, her şey eninde sonunda aslına yani Yaradana dönecek. Ünlü Alman asıllı Amerikalı Toplum bilimci Dr. Erich Fromm ''Sahip olmak ya da Olmak'' adlı kitabında özetle aşırı derecede bir şeylere sahip olma isteği ve duygusunun insanlarda ileri ki yıllarda yıkıma kadar gittiğini belirtir... Oysa ki sadelikte tevazu ve alçak gönüllülük esastır... Kur'anda da Allah cc. ''Yeryüzünde böbürlenerek yürüme çünkü sen ne yeri delebilir ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.'' der kullarına... Güzel bir yazı olmuş kutlarım...
kader hamağı
Sade geldik buna katılıyorum.
Ama bence sade gitmiyoruz.
Kimimiz yarımlanmış,
Kimimiz külfetli zihniyle,
Hüznüyle yaralanmış kimimiz.
Aslında bakarsanız
Geldiğimiz gibi gitsek
Bambaşka bir boşluk oluruz.
Doğuyoruz ve aldığımız şekiller
Patronların istediği kalıplardan çıkma.
Hür kaldığımızı sanıyoruz
Fakat tutsaklık neresinden bakarsan.
Sizin yazınızda da bahsettiğiniz gibi
Her yerde bir eşya cümbüşü.
Vitrinler,dolaplar,yürekler bile.
Bir eşya kırıldığında nasıl
Üzülüyoruz.
Takım bozulacak hüznü işte
Saçma sapan.
Oysaki kırılan tabağın yerine
Çiçek desenlisini koysak
Ne güzel olur!
Sizi okurken
Ben de sorguladım.
Hayatımdaki sadeliği alıp götüren
Ne varsa.
Kullanmadığım,kullanmayacağım her şeyi
Kaldırınca,atınca ya da ne bileyim
Hafifleyecek gibiyim.
Ben de doğayla iç içe,
Huzurlu bir yaşam istiyorum artık.
Doğduğumuzdaki gibi sade.
Her ne kadar sade ölemesek de
Bir müddet yaşayabiliriz kanımca.
"Sevgi" ye gelince
Silah teknolojisi kadar sevgi teknolojisi de
Gelişseydi daha mutlu olurduk dünyaca.
Umudum var ama
Sanırım ütopya bu da.
Çok güzel bir yazıydı.
Bol sorgulamalı,
Bol yorumlamalı.
Kendimce fazlalık olan neyse
Çıkardım şimdiden listemden.
Kaleminize sağlık.
Sevgiyle.
Sihirli Kalem tarafından 6/28/2020 9:16:43 AM zamanında düzenlenmiştir.
kader hamağı
Ne güzel bir yazı, gerçekten tüm kalbimle katılıyorum yazdıklarınıza.
Sade olmak ve onu bir yaşam biçimi haline getirebilmek büyük beceri gerektirir bence.Açıkçası korona dönemi ve sonrası için umudum vardı kendim / çevrem için ,sade ve işlev öncelikli bir durum olacak seçimlerimizde diye. Ama görüyorum ki hayalmiş. Korona esnasında gösterişten uzak, gereksiz yapılan her aktiviteye veda etmek durumunda kalan bizler, yasaklar kalktığı an tüm hızla geri döndük eskiye yine...gelecek nesilde umudum🤷♀
Teşekkürler
Saygılarımla