- 994 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
AĞLARSA ANAM AĞLAR GERİSİ YALAN AĞLAR
Çocukluğumuz yokluklar içerisinde geçse de, yaşadığım o günleri hatırladıkça ,zamanımıza göre kıyaslama yapıyorum da, bakıyorum ki O günlerin yaşantısı günümüze göre daha keyifliydi. Evet imkanlar kısıtlıydı; yollar çamur, evler de şebeke suyu yok, elektrik yok, ulaşım ise araç sayısı az fakat trafik sorunu yoktu. Zaten çoğu kişi Çeliktepe ve Ortabayır’a yakın yerlerde ki; Sanayi, 1.Levent, 4.Levent, etiler gibi zengin semtlerde işçi olarak çalışıyorlar çoğu zaman yol parası da vermemek için yaya olarak işlerine gidip geliyorlardı.
Eminönü’nden kalkarak, Gültepe ve Çeliktepe semtlerimize giden otobüslere binen yolcular, 1.Levent otobüs durağın da indikten sonra, otobüste kalan insanların: giyim,kuşam ve konuşmaları tek tipe dönüşüyor, farklılık her haliyle dikkat çekiyordu… O an kendinizi sanki Anadolu’nun herhangi bir kasabasına gitmişsiniz hissini veriyordu. Boşluk alanlar olabildiğice çok nüfus yoğunluğu çok az, teknolojik aletlerle henüz tanışmamış insanlar ilgi ve iletişimlerini; çocuklar çeşitli oyunlar oynayarak, büyükler ise evlerde hoş sohbet ortamlara dalarak arkadaşlık ve dostluk bağlarını pekiştiriyordu…
İhtiyaçlar ve tüketim hastalığı fazla yaygın değildi, yamalı çorap, pençeli ayakkabı giyerek günümüzdeki marka ve reklam hastalığı da yaygın olmadığı için, önemli olan yırtık sökük olmasın, temiz olsun kriteri yaygındı. Büyüklerimiz çocuklarını okula veya işe vereceği zaman eti senin kemiği benim telkinini vererek henüz yolun başında hayatı yeni, yeni tanımaya başlayan kişiyi ahlak dışı yollara baş vurmaktan alıkoyuyordu…
Bizim aile; “Annem, babalığım, ana, baba ayrı üvey erkek ağabeyim, ana bir baba ayrı kız kardeşimden oluşan bizim ailede,” Annem Levent ve Etilerde ki zengin evlere ev işlerine temizliğe gidiyordu. Babalığım ilk yıllar düzenli bir işi yoktu daha sonra İstanbul belediyesinde işçi olarak çalıştı, Üvey ağabeyim ise bir fabrikada işçi olarak çalışıyordu. Gecekondumuzun önündeki boş arsa da kara lahana yetiştirip pazarda satıyorduk. Bahçemizin bir köşesine, Keçiler için bir baraka yapıp keçi yetiştirmeye başladık. Tabi Keçileri Levent’in, Etiler’in boş arsalarında gütme işi de bana kalıyordu keçilerin sütünü satarak ev ekonomisine katkı sağlıyorduk.
Bu şartlarda yetişen 60 kuşağı o günün şartlarına göre okul ve iş hayatında gayet başarılı oldular. Hayat ve yaşam şartları her birimizi bir taraflara savurdu.
Ara sıra oyuna dalar gütmüş olduğum keçileri kaybeder, Leventler de keçi arardım. Üveylik yüzünden evdeki geçimsizlik çekilmez durumdaydı, hiç unutamam bir bayram günüydü üvey babam öz oğlunu tepeden tırnağa giyindirdi bana ise bir çorap dahi almadı bunu hiç unutamadım bayram gecesi için, için ağladım yine de azda olsa şanslıydım Annemin çalıştığı işyerlerinden getirmiş olduğu veya almış oldukları giyeceklerle büyüdüm. Onun için Allah’ıma yalvardım. Annem de sık, sık dua ederdi. ”ALLAH’IM kimsenin çocuğunu kimsenin yanına koyma diye. ”Yetim çocuk olmak babasız olmak yarabbim ne kadar zor. Annem nereye gitse beni yanında götürür alışverişlerde bu çocuk yetim diyerek indirim ister, üç beş kuruş muhakkak indirim yaptırıp alacağı şeyi öyle alırdı.
İlkokulu bitirip yaz tatilinde, 60 Lira haftalıkla dayımların işyerine yakın Tahtakale’de Alüminyum Mutfak eşyaları üreten, Mehtap Alüminyum Atölyesinde işe başladım. İşe başladığımın ilk günü iş çıkışı Dayımların servis arabasına binmek için dayımla birlikte Eminönü’nün kalabalık sokaklarında önümde hızla giden dayımla birlikte yürüyerek servis kamyonuna yetişmeye çalışırken, önümdeki kalabalıktan dolayı Dayımı kaybettim. Cebimde otobüse binecek parada yoktu, Eve dönmek için mecburen Eminönü’nden, Ortabayır’a kadar yaya olarak caddeleri adımlamaya başladım. ”yaklaşık bir saat kadar yürüdüm hava artık kararmaya başlamıştı. Şimdi düşünüyorum da ne kadar içine kapanık birisiymişim oysa Eminönü’nde otobüse binsem param yok desem beni otobüsten mi atacaklardı. ”Fakat yaratılış ve yetiştiğim ortamın beni bu durumlara sürüklediğini ben gayet iyi biliyorum, babasızlık ve eziklik duygusu”…
Beşiktaş’a geldiğim zaman hava kararmıştı hatta yolu bilmeyerek uzatıp Ortaköy’e doğru yürüyordum. Şeref stadının yanına geldiğim zaman bir hayli, yorulmuştum, daha gidecek çok yolum vardı yürümeye devam etsem, Annem beni iyice merak edecek üzülecekti. Çareyi mecburen istemeye-istemeye yoldan geçen orta yaşlı bir İstanbul beyefendisine, durumumu izah ederek yardım etmesini istemekte buldum.
-Amca ben Ortabayır’a gideceğim ama arabaya binecek param yok, yolu da her halde şaşırdım.
Orta yaşlı İstanbul beyefendisi :
-Üzülme evladım al şu bir lirayı buradan Beşiktaş istikametine geri dön. Beşiktaş Otobüs durağına git “Otobüslerin geçtiği durağı tarif ederek “Ortabayır’a gitmemi sağladı…
Eve geldim zavallı Annemin İki gözü iki çeşme; dayıma bir çocuğa sahip çıkamadın diyerek söylenip ağlıyor, beni karşısında gören Annem bu sefer sevinç gözyaşları dökerek bana sarıldı beraberce ağladık…
“Ağlarsa Anam ağlar gerisi yalan ağlar…”