- 430 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Özeleştiriye Çok Önem Vermek
ÖZELEŞTİRİYE ÖNEM VEREN DOSTLUK
Sevgili dostum,
Seninle olan dostluğumuzu pekiştiren ve daha uzun ömürlü olmasını sağlayan şeyin birinin de hem dostluğumuz hakkında, hem de kendimiz hakkında özeleştiri yapabilmemiz ve bunun da kendi gelişimimiz ve çevremizle iletişimimize katkı sağladığına candan inanmamız.
Can dostum,
Bu da nereden aklına geldi? Diyeceksin. Dünyanın en çok okunan çocuk kitabı olan “Küçük Prens” kitabı elime geçti. Cemal Süreya ve Tomris Uyar çevirisi ile yeniden yayınlanan bu kitapta, Küçük prens sadece kralın ve bir farenin yaşadığı küçük gezegene gider. Zaten her insan kendi benliği yani gezegeninin kralı değil mi? Herkesin içinde de benliğinin kölesi olan ve gerçekleri kemiren bir fare yok mu? Kral, küçük prensten o kadar hoşlanır ki, “gitme seni bakan yapayım” der. “Ne bakanı?” Diye soran Küçük Prense Kral, “Adalet Bakanı” der. Küçük Prens “ Burada kimse yok ki? Kime adalet vereceğim? diye sorunca da, ”Yakalarsan fareyi ,O da olmazsa kendini yargılarsın” der.
Sevgili dostum,
Kral, işte burada can alıcı şeyi de söyler ve Küçük Prense der ki “O zaman sende kendini yargılarsın. En gücü de budur zaten. Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir”
Sevgili dostum,
Burada düşündürücü olan Adalet deyince akla sadece yargılama gelmesi ve insanlarında adalet deyince hemen başkalarını suçlamak, yargılamak, önyargılar ile sorunları çözmek yerine sorunları daha çözülemez hale getirdiğini de anlatmak ister. Sadece kralın yaşadığı yerde kralın aklına adaletin gelmesi bile bir yerde sadece kral ve bir hayvan bile yaşasa adaletin gerektiğini vurgulaması. Bizlerde işte bu hikayedeki gibi önce kendimizi yargılayacak bilgeliğe ulaşalım ki sonrasında başkalarını yargılayacak adaletimiz olsun. Ama insanlar bunun tam tersini yapmıyor mu? Dostluklar bu yüzden gereksiz önyargılar ve suçlamalar ile son bulmuyor mu? Ama bizim dostluğumuzda mümkün olduğunca yargılama değil de anlama ve doğru anlatma olduğundan dostluğumuz daha uzun vadeli oluyor.
Sevgili dostum,
Kitap okumayı seçen ile sevmeyenin farkı ölü ile diri gibidir. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” diye sormuş Yaradan. İlk emrini şiddetle “Oku” olarak vermiş. En sevdiği kulana yolladığı kitaba Kur’an (Okumak) demiş. İnsanlar “Oku” emrini “ezberle” olarak algılamışlar ama “anlama” aşamasını ihmal ettiklerinden hayatlarına uygulayamamışlar. İşte bugün yaşadığımız sorunların kaynağı da önce dinimizi, kitabımızı sonrasında önyargılar ile birbirimizi anlamamamız, özellikle kadınları ve engellileri sanki bize hizmet etmeye mecbur insanlarmış gibi görmemizden kaynaklanıyor. Yazdıkları okunmaz, söyledikleri yanlıştır dinlenmez, onlarla bir arada oturulmaz, arkadaş olunmaz gibi yargılar işte. Şükür ki sen ve ben bunu aştığımız için de, özeleştiri yaptığımız için de mutlu ve huzurlu olabiliyoruz. Huzurun ve mutlu olmanın kaynağı da bu bence.
Sevgili dostum,
Çok insan okumak ve yazmak ile anlamak üzerinde bu kadar durmamı yadırgayabilirler. Kendine iş sunan insanlara köle olmamız gerektiğine inanan çok sayıda insan içimizde var olduğundan bu anlattıklarımı boş sanırlar. Çünkü hayat onlara göre oyun ve eğlencedir. Hayatlarında okumak ve anlamak çabasına yer olmadığından mevki makam ve meslek sahibi olmak ile şahsiyet ve bilgelik sahibi olmanın farkına varamazlar. Halbuki, hikayede kralın prense dediği gibi başkalarının hatasını bırakıp da insanın kendini yargılayarak yanlışlarını düzeltmeye çalışması bilgeliktir. Sen ise gerçek bilgeyi koskocaman dünyada mumla ara artık. “Nice güzel insanlar ki, güzel atlara binip gittiler “der şair. Hem de bilgelikleri ile beraber. Boşuna “ bilgenin ölümü dünyanın ölümü gibidir” dememişler. Buradaki bilgelikten kastım sık sık kendini yargılayarak hataları ile yüz yüze gelmeye çalışan insan demek. Burada “yargılamak” kelimesi biraz itici geliyor. Onun için yargılamak “kendini yerine yenilemek için özeleştiri yapmak” daha sevimli ve çekici kelime.” Yenilenmek” güzel kelime. Hem sevimli hem de mantıklı. O zaman bizde kendimizi “yenilemek” için çaba harcayalım.
Sevgili dostum,
Mektuplarımızda sert kelime yerine güzel ve sevimli kelimeler kullanmamız, mektubumuzu okuyan da gerçekten öğrenmek için okuyorsa sevimli ve etkili kılar. Nasıl ki, konuşmaları mantıklı, güzel ve motive edici sözler ile süsleyerek yapınca etkili oluyorsa yazı da konuşmanın kağıda dökülen hali olduğundan güzel mektuplarda senelerce okunur. “Küçük Prens” romanının yazılışının üzerinden 70 veya 80 sene sonra okunuyorsa güzel mektuplarda öyle olmalı. Tabii ki güzel konuşmalarda.
Sevgili dostum,
Çok insan kurnazlık yaparak “ben akraba olarak eleştiri hakkına sahibim” veya “ ben okur olarak eleştiri hakkım var” derler ama iyi bir okurumuz veya akrabamız ya da arkadaşımız olup olmadığını sorgulamazlar, mesela yazarın bir kitabını satın alıp okumayan okur ve akraba olmak ne kadar samimi olur? Dedim ya toplumumuz “özeleştiri” yapmaz ama haklı mı haksız mı olduğuna bakmadan eleştiri yapmaya bayılırlar. Hem bedava hem de en kolay yok. Çünkü amaç egoları tatmin etmek olunca ne kadar yüksekten konuşurlarsa o kadar önemli olduklarını fısıldar nefis ve şeytan ikilisi.
Sevgili dostum,
“Küçük Prens” aslında çocuk kitabı olarak bilinmesine rağmen bence asıl okuması gereken insanlar “özeleştiri fakiri “ insanlar. Onlara o kadar güzel dersler var ki. ”Dersler dersi almak isteyen için vardır” Ders almak istemezsen en güzel hocalar baban olsa, Üniversitenin en etkili hatipleri baban olsa neye yarar ki? Bu kitaptan ders almak isteyen çok ki, elimdeki baskı üç senede 13. Baskı yapmış ve yüzbinlerce okura ulaşmış. Bu kitapları alıp da sadece çocuklarımıza hediye etmeyelim bizde okuyarak gereken dersi aldıktan sonra çocuklarımıza verelim ki etkili olsun.
Sevgili dostum,
Bu kitabı daha önce okumuştum ama bir yerde buldum, ıslanmış ve yaprakları kopmuştu. Alıp yaş hali ile okudum. Kitabın yaş değil, içinde bilgi olması benim için önemliydi. Önemini anladıktan sonra da zaten kitap en değerli arkadaştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.