POSTMODERNİZME GÖZ KIRPMAK
Berfin Bahar dergisinin Nisan 2020 sayısında Sevgi Ünal’ın İzmarit öykü kitabını ele aldım.
Ahmet TÜRKAY
POSTMODERNİZME KUR YAPMAK
Ceyda Sevgi Ünal’ın, İzmarit öykü kitabının (Klaros Yayınları, Kasım 2019) en belirgin özelliği; yirmi birinci yüzyıl Türkiye’sinde cinsel saldırıya uğrayan, kuma yıkımları yaşayan, insan yerine konulmayan kadınları konu yapıp anlatmasıdır. O bir kadın yazar olarak ülkemizin kanayan bu yarasını ne görmezlikten gelebilir, ne göz ardı edebilir, ne de es geçebilirdi. Eğer yazın sanatı olmasaydı, insanlar ne görünen yüzünü, ne de görünmeyen içyüzünü görebilirlerdi. Dostoyevski’nin deyişiyle, toplumun aynası olan yazının bir diğer özelliğinin de yazıldığı çağı anlatmasıdır. Elli, yüz yıl sonra İzmarit’i okuyanlar olursa eğer, bu yeni yüzyılda ülkemiz kadınların hangi zor koşullar içinde yaşadıklarına tanık olacaklardır.
Biliriz; yazar genelde çevresini, orada olup bitenleri anlatır. Aslında okuyucuya sundukları birer kurgu ürünüdür; olaylar ne yazar, ne de çevresindekiler tarafından yaşanmıştır. Yine de o gerçekte geçmemiş, yaşanmamış imgelem örneklerine büsbütün kurmaca diyemeyiz. Çünkü yazıncı yaşamda gözlemlediklerinden gerekli, önemli gördüklerini bilincine aktadır, onlara orada ruh, yaşanmışlık, gerçeklik verir. Sevgi Ünal da İzmarit’teki öykülerinde bunu yapıyor. O nedenle öykü kişileri pek sönük, bitkin, ölgün değiller.
İstemeden yukarıdaki tümcede “pek” sözcüğünü kullandım. Nedeni şu; günümüz öyküsünde ne kişilerin özyapıları, ne de olayların özü üzerinde durulmuyor. İnsanların tavır, davranışlarının, olayların yankıma, yansımaları üzerinde duruluyor. O nedenledir ki günümüz öyküsünde kimlik, kişilikler görülemeyecek, tanınamayacak denli belirsizdirler. Başka bir anlatımla, öykücü birincil dereceli nenlerle değil, ikincil dereceli nenlerle uğraşır. Sonra bütün öykücülerin kapısı postmodern düşünceye açık olmasa bile aralıktır. Ve postmodernizm o aralıktan doludizgin giremese bile duyumsatma, sezdirme yoluyla da olsa giriyor. Klasisizm öykümüzden pılı pırtısını toplamış, yalnız izi kalmıştır. Kitap yayımcıları, dergilerin sanat yönetmenleri klasik biçemli yapıtlara ilgi duymuyorlar. Postmodern akımının yazınımızı bitirdiği, Türk yazının gelenekselliğe dönüklüğü, okurun yabancı akımlara karşı duyarlığı hep göz ardı ediliyor.
Sevgi Ünal’ın, okuyucuyu sıkmayan, düşüncelerinin ayaklarını tökezletmeyen akıcı bir söylemi var. İşte bu zorlamadan gelen doğal söylem, yazarın kaçamaklar yaparak umutlandırdığı postmodernizmi karamsarlığa sürükleyerek, kara kara düşündürüyor. Ünal’ın, postmodernizme kur yapma yeltenişi bundan böyle biçemi olacakmış gibi görünüyor. Oysa kanatlandırmayı bırakıp, ardından öykücülüğünün kapısını ona kapatmış olsaydı, biz de postmodernizmi yalnız ağlayıp sızlamakla kalmayıp, yerlerde sürünürken görseydik ne güzel olurdu!
Yazar tümcelerde başarılı bir sözdizimi uyguluyor. Sözler yerini bulmuş, şiirsel bir uyum ve ritim içindeler. Ne başka bir söz katabilir, ne de birini kaldırıp atabilirsiniz. Bunu yapmaya kalksanız, atılan sözün yeri bomboş kalır, diğer sözcükler ise atılanın ardından gözyaşı dökerler. Bu başarısının altında hiç kuşkusuz Sevgi Ünal’ın şiirle uğraşması yatıyor. Gerçi onun gibi çok yönlü sanatçılar, hangi türde yaratırlarsa yaratsınlar, sanatsal olgunluk daha ilk bakışta göz doyuruyor.
İzmarit, sağlam yapılı tümceler kadar, ardı ardına gelen devrik tümcelerle de dikkat çekiyor. Çokluk devrik tümceler bir yapıta sıradanlık getirirler. Ünal’ın kitabında bu yok, kusursuz sözdizimi ustalığı bu sıradanlığın önünü almış. Yazarın işine karışılmaz; isterse tümcesini devirir, istemezse devirmez. Şurası da var ki hiç devrik tümcesi olmayan bir yapıt sıkıcıdır. Kitaptaki Bıçak Sırtı Kir öyküsünden alıntıladığım iki devrik tümceyi görelim. “Piç mi doğuracaksın?” bağırtısyla apar topar imamı çağırıp kıymışlardı nikâhınızı. Bebeğinin piç değil de tosuncuk olmasıyla bağlanmıştın hayata.” Devriklik, sıkıcılığı dağıtıp, tümcelere akıcılıktan öte, bir şiirsellik getirmiş. Ne ki yine de devrilip devrilemeyeceğine tümcenin kendi yapısı karar verir. “Ver bana bir bardak su!” örneğinde olduğu gibi. Eğer: “Bana bir bardak su ver!” deseydik, tümce hemencecik hantallaşır, sığasına buyruksu bir ton egemen olurdu.
Yazar bölümcelere geçerken, tümceye biraz içeriden değil de baştan başlamış. Ne var ki bu Sevgi Ünal’ın yazım kurallarını bilmediği anlamını taşımıyor. Öyküleri okurken, bu uygulamanın yayınevinden kaynaklandığı görüşü ağır bastı bende. Başına buyrukluğun kitabın sonuna dek aynı düzlemde sürüp gittiğini görünce, yazarın isteyerek bu yönteme başvurduğunu anladım. Aslında hiçbir yayınevi kitabın yazarından izin almadan böyle bir girişime kalkışamaz. Ünal, yazım kuralları dışında bir düzenlemeyi yeğlemiş. Yazında çağcıllaşma yalnız yapıtın içeriği ve tekniğiyle olmuyor, görünüşü, biçimiyle de oluyor. Geçen yüzyılın doksanlı yıllarında, postmoderncilik adına cümlelerde yazım imlerinin hiçbiri; artı, nokta bile kullanılmıyordu.
Yazar, olayları bir araya getirir, birbirine bağlarken, bir şeyler biliyor, söylemek istiyor da söyleyemiyor gibi tavırlar sergiliyor. Ne var ki bu yöntemi salt onun öykülerinde görmüyor, günümüzün neredeyse tüm öykücülerinin öykülerinde görüyoruz. Söylemek istediğini söylememek, eveleyip gevelemek, artık adı konmamış başka bir modernizm oldu. İşin yabansı, yadırganır yanı ise kimse bu akımın öykümüzü öykünmeciliğe götürdüğünün ayırdına varmaması. Yayımlanan öykülerin yazarlarının adını görmeden kimin olduğunu kestirmenin neredeyse olanağı yok.
İzmarit, Gezi’yi, büyük üzüntüye neden olan Soma olayını, göçü, sıradan insanların sıradan yaşamlarını da anlatan, birçok ünlü yazın dergisinde öyküleri yayımlanmış, yayımlanan, yarışmalarda ödüller kazanan, deneyimli bir yazarın arşivinden bir öyküler seçkisi. Sevgi Ünal, öykücülükte elde ettiği başarıyı bu kitabı ile bir de perçinlemiş oluyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.