Amerika'nın İlk Türkleri
- “Kristof Kolomb’dan elli yıl önce Türkler Amerika’yı keşfetmişler.” diye başladı anlatmaya. Amerikalı, can kulağıyla dinliyordu.
Yukarıdaki satırlar, Cemal Granda’nın “Atatürk’ün Uşağı İdim” adlı anı kitabının 278-279 numaralı sayfalarında geçiyor. Bu sözlerin canlı tanığı olan Cemal Granda, Atatürk’ün en yakınında bulunmuş, Çankaya Köşkü’nde onun hizmetini görmüş olan kişidir. “Uşak” sözcüğü Anadolu Türkçesinde çocuk, hizmetçi, yardımcı gibi anlamlara gelir. Toroslardaki Avşarlardan, Karadeniz’deki Çepnilere, Lazlara (Kumanlar), Doğu Anadolu’daki Kıpçaklara varıncaya kadar “bizim uşaklar (çocuklar)” sözünü yurdun her köşesinde duyabilirsiniz. İstanbul taraflarına gittiğinizde ise “evin uşağı” denir -evin hizmetini gören- şimdilerin hizmetçisine yahut yardımcı elemanına.. Ki onun da çıkış noktası “bizim uşaklar”dan gelmektedir. Yani evin bir bireyidir söz konusu kişi. Evdekilerin yediğinden yer, giydiğinden giyer hatta vasiyetlerde bile yer bulur kendisine.
Atatürk’ün yaveri Cevat Abbas Gürer’in, Gâzi’nin Amerika’ya olan ilgisini gözler önüne seren bir anısı da oldukça ilgi çekicidir. Gürer’in anısı özetle şöyledir: Bir gece Rus bilgin (âlim) Pekarsky’in Yakut Türkçesi Sözlüğünü incelerken "emerik" sözcüğüne gözü takılır. Sonra gülmeye/gülümsemeye başlar. Haz ve neşe içinde gözlüğünü çıkarır. Cevat Abbas’a kahve içelim der. Ve "emerik" sözcüğünün Yakut Türkçesinde "denizle ayrılmış arazi parçası" demek olduğunu; Amerika adını atalarımızın koyduğunu söyler. Cenovalı Kristof Kolomb’dan sonra Amerika’ya muhtelif zamanlarda dört kez sefer düzenleyen eden bir başka İtalyalı olan Floransalı gemici "Ameriko Vespuçi" adına izafe edilse de bunun doğru olmadığını kıtanın adının, Bering Boğazı’ndan geçen Türkler tarafından konduğunu ve emerik (amerik) sözcüğünden geldiğini söyler. Bununla da yetinmeyen Atatürk, III. Türk Dil Kurultayının 3. günündeki ilk oturumda Genel Sekreterlik Raporu olarak sunulan bildiride şu ifadelere yer verdirmiştir: "Bu kıtaya Amerika isminin Ameriko Vespuçi’nın adına göre verildiği iddiasına karşı, daha bundan önce Nikaragua yerlilerinin Amerika adını kullandıklarını yine Avrupalı coğrafya ve tarih uzmanlarının kitaplarında buldukları, Yakut Lügatı’nda Emerik kelimesine de hâlâ yaşayan bir söz olarak rast geldikten sonra..."
Cebelitarık’tan çıkan Türk denizcilerin Turks and Caikos Adaları (Türk-Kayık Adaları) veya Grand Turks (Büyük Türk) Takımadalarına ulaşıp buradan tatlı su ve yiyecek takviyesi yaptıktan sonra okyanus akıntısını kullanarak Orta Amerika’ya (Meksika) ulaştıkları biliniyor. Hatta bu bölgede bir adalar devletinin kurulduğu da söylentiler arasındadır. İngilizlerin, söz konusu Türkleri toplukıyıma (katl-i âm) uğrattığı, olayın geçtiği bölgenin hâlâ “Büyük Sır” olarak anıldığı ile ilgili söylentiler, tezler (iddia) de cabası. Öyle ya, kıtanın yanı başında bulunan "Büyük Türk Takımadaları" adı gökten inmediğine göre...
Amerika’nın keşfi konusundaki düğümü Osmanlı Devleti üzerine yapılan araştırmalar çözecektir. Osmanlı Devleti, 15.-16. yüzyılda dünyanın en güçlü donanmasına ve işinde çok iyi olan denizcilere sahiptir. Dahası Osmanlı dönemi tarihçilerinden Esat Efendi, "Hulâsa-i Ahval-i Tunus ve Garp" adlı eserinin 400. sayfasında Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa’nın, Kanunî Sultan Süleyman’a yazdığı bir mektuptan söz etmektedir. Esat Efendi, söz konusu mektupla Barbaros (Barba Rossa/Kızıl Sakal) lakaplı Hayrettin Paşa’nın "Amerika’nın fethi için" padişahtan izin istediğini ama vezir-i azam (başvezir/sadrazam) Pargalı İbrahim Paşa’nın "çok uzak olduğu gerekçesi ile" bu fetih girişimine karşı çıktığını nakletmektedir. Ki o dönemde ardı ardına düzenlenen askerî seferler yüzünden hazinenin boşalması, oluşan devasa bütçe açığı ve yüksek enflasyon, asker ve sivil nüfus naklinin zorluğu, fetih sonrası kıtayı elde tutmanın zorlukları gibi nedenlerle fetihten vazgeçilmiş olduğunu düşünebiliriz. Ki o dönemdeki kimi seferlerin, Galata bankerlerinden alınan borçlarla yapıldığı da sır değildir. Aslına bakarsanız (hadd-i zatında) günümüzdeki Amerika Birleşik Devletleri için siyonist sermaye ne anlam ifade ediyorsa o dönemin Osmanlı Devleti için de Galata bankerleri o demektir. Şimdilerde aynı kaderi küresel ölçekteki şirketlerin elinde oyuncağa dönüşmüş olan Çin yaşamaktadır bildiğiniz gibi.
Amerika kıtası denildiğinde özellikle Piri Reis’e (1465/1470-1554) ait dünyanın ilk denizcilik kılavuzu olan 855 sayfalık "Kitâb-ı Bahriye" adlı eser bu konuda çok önemlidir. Bu kitapta yazanlara bakılırsa Türk denizciler Amerika kıtasını Kristof Kolomb’dan en az 29 yıl önce 1463 yılında keşfetmişler ve "Antilya" adıyla da kayda geçmişlerdir. Piri Reis, kaleme aldığı ünlü eserinin 77.-85. sayfalarında yeni kıta hakkında bilgiler de vermiştir. Hatta ünlü bilgin "Bahr-i Mağrip (Büyük Okyanus), Septe Boğazı’ndan batıya doğru 4 bin mil eninde ulu bir denizdir. Bu denizin bir ucunda da Antilya Kıtası bulunmaktadır." demek suretiyle Kolomb ve çağdaşı olan Avrupalıların büyük bir yanılgı ile Hindistan sandığı bu toprakların kıta olduğunu, Avrupa’ya uzaklığını bile ortaya koymuştur.
Avrupalıların Ümit Burnu’nu geçip Hindistan yolunu öğrenmelerini sağlayan kişi -milliyetini bilmediğimiz- Kuzey Afrikalı bir Müslüman idi. Yolu öğrendikten sonra Afrikalı’nın öldürülüp denize atıldığı söylenir. Muhtemelen alacak-verecek meselesidir. Yerlisi olduğu Afrika’ya, Hindistan’a, hatta Çin’e varıncaya kadar olan ülkelere ne büyük bir kötülük ettiğini nereden bilsin budala. Sadece o mu Batılıların ufkunu açan?
Ve Cenovalı denizci Kristof Kolomb... Osmanlı denizcilerinden esinlenerek Amerika’ya gitmeyi kafasına koyan dahası Osmanlı’nın denizlerdeki muhteşem gücünden de yararlanmak isteyen Kolomb, Sultan II. Bayezit’e başvurur. Padişahtan kıtanın fethi için gemi, asker, tayfa, para desteği filan ister. Amerika kıtası hakkında bilgi sahibi olan Sultan II. Beyazıt, Kanunî döneminde de gündeme gelen Amerika’nın fethi konusuna iltifat etmez. Zaten Kanunî döneminde -halk ve ordu tarafından çok sevilen- Şehzade Mustafa ile -aslen Karamanoğlu Avşarlarından olan- Piri Reis’in haksız yere idam ettirilmeleri ile başlayan süreçte Osmanlı Devletinde de işler yolunda gitmemeye başlamıştır. Bu yüzden Sultan II. Bayezid, Kolomb’un istediklerini vermez. Bununla birlikte Osmanlı donanmasının gözde amirallerinden/korsanlarından olan Kemal Reis’in adamlarından ve/veya arkadaşlarından olan Rodrigo’yu (Rodriges de Triane), Kolomb’a kılavuz olarak vermiştir. Bu görevlendirme de Rodrigo’nun daha önce Amerika’ya, Türk Adalarına kadar gittiğini göstermektedir. Kolomb, günlüğüne gizemli kılavuzu ile ilgili de birkaç satır yazmıştır. Söz konusu günlükte çoğu gönüllü olarak sefere katılmış olan serseri, serkeş tayfaların ona bir zarar vermemeleri için kılavuzunun kimliğini tayfalardan gizlemek zorunda kaldığı, kılavuzunun gizli gizli ibadet ettiği, az konuşan birisi olduğu, İspanyol denizciler gibi sarhoş olmadığı, işini iyi yaptığı gibi ayrıntılara (detay) yer verilmiştir. Bu ayrıntılardan hareketle kılavuzun Türk olması, güvenlik amaçlı takma ad kullanması da pekâlâ mümkündür. Parçaları bir araya getirdiğimizde Karamanoğlu Avşarlarından olan ünlü bilgin (âlim) ve denizci Pîri Reis’in çizdiği dünya haritasının gizemi de az çok çözülmüş olmaktadır.
Atatürk’ün, Amerikan yerlilerine ilgi duyduğu; yakın arkadaşlarından Tahsin Bey’i Meksika’ya büyükelçi olarak gönderdiği; ondan, Mayalarla Türkler arasındaki bağı araştırmasını ve elde ettiği bulguları bir rapor halinde kendisine sunmasını özellikle istediği de sır değildir. Hatta Türkçe “tepe” sözcüğünün Maya dilinde “tepek” olduğundan hareketle Tahsin Bey’e Mayatepek soyadını veren de bizzat Atatürk’tür. Dilbiliminden (filoloji), kazıbilimine (arkeoloji); tarihten, geometriye, uzay bilimlerine, ilâhîyata varıncaya kadar her alanda okuyan, okuduğunu sorgulayan; ufuk (vision) sahibi ve araştırmacı ruhlu bir kişilikten yani Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ten söz ediyoruz. Hattuşaş kazılarını yaptırarak, Hattileri, Hititleri gün yüzüne çıkarttıran Atatürk’ten!..
Amerika’ya ilk gidenler de Osmanlı leventleri değildir üstelik… İlk Türk denizcilerinin Batı Anadolu’dan büyük olasılıkla da Toroslardan çıkıp “Turskalar” adıyla Mısır kıyılarına akınlar yaptıkları eski Mısır kaynaklarında geçmektedir. Yine İtalya’da, Roma uygarlığının öncülü olan Etrüsk uygarlığını kurdukları ve hatta 3 büyük gemi ile okyanusa açıldıkları, gemilerin ikisinin kaybolup, birinin Meksika’ya ulaştığı burada Olmek uygarlığını başlattıkları bunu da İnka, Maya, Aztek, Toltek uygarlıklarının izlediği tezi bizzat İtalyan araştırmacılar tarafından ortaya atılmıştır. Roma’nın ilk 11 hükümdarının Etrüsk kökenli olduğu; şimdilerde Latin alfabesi olarak adlandırılan Etrüsk alfabesinin Orkun (Orhun) alfabesi ile -damga (harf) dizilişine varıncaya kadar- neredeyse tıpatıp aynı olduğu gibi gerçekler ise artık gün yüzüne çıkmış bulunmaktadır. Peki ya kullandıkları alfabe Orhun anıtlarındaki damgalara (harf) çok benzeyen, Türkistan’dan gittikleri ile ilgili tezler (iddia) günden güne güçlenen Vikingler ve ünlü kayıkları… Vikinglerin Avrupa ile yetinmeyip, İzlanda üzerinden Kanada kıyılarına kadar gittiklerini çoğu kişi bilmez. Vikinglerin, Kanada kıyılarında yarım asır kadar kaldıkları ve umduklarını bulamayarak tekrar Avrupa’ya döndükleri de araştırmacılar tarafından ortaya konmuştur.
Türklerin Amerika’ya yolculuğu denince herkes ağız birliği etmişçesine Bering Boğazı’ndan ve Amerikan yerlilerinden (Kızılderililer) söz eder. Doğrudur, Türkistan’dan kuzeye, batıya güneye olduğu gibi doğuya da göçler olmuştur. Hatta bu göçlerin Sakha’yı (Saka/Saha), Kore’yi, Japonya’yı da geçip; Kanada, Meksika, Peru, Şili diye uzandığı günümüzde yapılan saha araştırmaları ile bilimsel olarak da kanıtlanmış bulunmaktadır. Bu göçler ne zaman olmuştur? M.Ö. 10 bin’li yıllardan, M.S. 500-600’lü yıllara hatta Cengiz Han dönemine kadar sürdüğü kesin olarak bilinmektedir. Burada en çok üzerinde durulması gereken konu başlığı ise Kengerler (Sümer ülkesi), Etrüskler gibi ilk dönem Türk boyları da olmakla birlikte Aslar, Sakalar/İskitler, Hunlar, Göktürkler ve son olarak da Cengiz Han döneminde yapılan göçler olmalıdır. Çünkü Kanada’dan Şili’ye kadar uzanan çizgi (hat) boyunca karşılaştığımız Türkçe sözcüklere bir açıklama getirmek ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Özellikle dış etkilerden (Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce vb.) korunmuş olan Çuvaşistan, Taymir, Yakutistan gibi Türk yurtlarında yapılacak karşılaştırmalı dilbilimi (filoloji) araştırmalarını çok önemli buluyoruz.
Amerikan yerlileri, karakteristik özellikleri yönüyle de Türklere çok benzemektedir. Özgürlük, mertlik, dürüstlük, konukseverlik diye giden özellikler Türk kültürüne yabancı olmayan niteliklerdir. “Gokhlayeh (Goyahkla) kimdir?” diye bir soru yöneltilse çoğu kimse boş boş bakacaktır kuşkusuz. Oysa bu ad bize, bizim kültürümüze o kadar yakındır ki. Avrupalılar Geronimo (Ceronimo) der. Kendi anadilinde ise adı Gokhlayeh’dir. 17 kişiyle, 8 bin kişilik ABD askerlerine bile saldırmaktan çekinmez. ABD, 2 yıl gözaltı ve sonra toplama kampında kalma sözü ile barış yapar. Ama sözünde durmayarak, 15 yıl hapis yatırır. Gokhlayeh 1909 yılında bu dünyadan göçer. Ruhu, Gök Tanrı’sına kavuşurken; adı çoktan efsane olmuştur. Toroslardaki Avşar kocaları çıplak gözle bakıp, hava olaylarını tahmin ettikleri gökyüzüne göy/göğ derler bu arada.
Göktürk ve İnka heykellerinin, anıtlarının vb. aynı olması; Etrüsk ve Olmek heykellerinin, anıtlarının vb. aynı olması; Olmeklerde de “yada taşı” inancının bulunması; Yörük/Türkmen halı-kilim desenlerinin Peru-Meksika yerlilerinin özellikle de Navaho yerlilerinin kilim desenleri ile aynı olması; M.Ö. 10 bin’li yıllardan bu yana bir köprü görevi gören Bering Boğazı; Türk asıllı Chou (Çu) Hanedanlığı döneminde Türkistan ve Çin’den, Amerika’ya göçler; Cengiz Han dönemine kadar süren son göçler ve en son Kubilay Han’ın, Japonya’ya düzenlediği askerî sefer… Parçalar birleştirildiğinde ortaya çıkan büyük resimde Asya (Türkistan) ile Amerika’daki yerli kültürler, uygarlıklar arasında bir bağ bir etkileşim olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Özellikle Orta ve Güney Amerika bölgelerinde ardı ardına ortaya çıkan ve Olmekler, Toltekler, Aztekler, Mayalar, Aymaralar, İnkalar diye giden uygarlıklar Türkoloji ile ilgilenen herkes tarafından üzerinde durulması gereken konu başlıklarıdır. Mohawk dilinin Tatar Türkçesiyle, Keçua (İnka) dilinin Uygur Türkçesiyle benzerlikler taşımasını ve hatta Keçua dili ile Çuvaş Türkçesinde sayıların aynı oluşunu da düşünürsek Türklerin yolunun bir tarihte Amerika kıtasına da düştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. İskandinav sagaları, destanları; Vikingler ile -belki komutan, belki kılavuz olarak- Amerika’ya giden Tyrker ve bu kişinin, Amerika’ya -aynı zamanda bilinen ilk adı da olan ve şarap ülkesi anlamına gelen- "Vineland" adını veren kişi olması dahası İtalya’da -adını, Etrüsklerden alan- Tyrsen Denizi’nin varlığı da Türkoloji için birer gizemdir kuşkusuz. Batı dillerinde “y” harfinin “u-ü” olarak okunduğunu da hatırlatalım.
Dilbilimi (filoloji) de Amerika’daki Türk izlerini, geçmişini onaylıyor. Tepe Huan = Tepe Han (Dağ Han, Yıldız Han’daki anlamlar ile aynı..) ve yüzlerce ortak sözcük, tamlama, deyim... Dilbilimine göre iki dilde ortak 100 sözcük varsa etkileşim; 7 çift sözcük varsa tarihî bağ olduğu kabul edilmektedir bu arada. Kaldı ki iki toplum arasında dilde olduğu kadar ülke yönetiminde de benzerlikler bulunmaktadır. Örneğin Amerikan yerlilerinde, ülkenin 2 veya 4 “tekun” ile yönetilmesi söz konusudur. Bu yönetim biçimi ve kavram Türkistan’da da aynı olup; tekun = tekin/tigin (Batı’da, prens..) demektir. Sakalar (İskit), Hunlar (Hiyung-Nu) vd. birçok Türk boyunda bu unvanlar kullanılmıştır. Aşına (Asena) soyundan geldiklerine inanan Göktürklerin ünlü başkomutanı Köl Tigin (Göl Tekin/Gültekin) örneğinde olduğu gibi!..
Amerika’daki kimi yerli halkların Kök Tengri (Gök Tanrı) inancına sahip oldukları biliniyor. Türkler ve Amerika yerlileri arasında inançla ilgili benzerlikler sadece Kök Tengri (Gök Tanrı) inancıyla da sınırlı değildir üstelik. Misal her iki toplumda da 9 sayısının uğuruna inanılması bir başka ortak noktadır. Türklerdeki 3’ler, 5’ler, 7’ler, 40’lar diye giden sayısal değerler ve yine göğün 9 kat olduğu ile ilgili söylenti -İslâmî görünümlere de bürünmek suretiyle- günümüze kadar gelmiştir. Gelinin kuşağının bağlanmasından, savaşa giderken atın kuyruğunun bağlanmasına; bebek kırklanmasından, ölünün ardından verilen anma ve dileme/yakarma (dua) yemeğine varıncaya kadar kişilerin yaşantısının her anına etki eden bu tür inanç biçimlerinin (ritüel) aynı veya benzer şekilde Amerikan yerlilerinde de olması rastlantı (tesadüf) ile açıklanabilir mi?
Peru’nun yanı sıra Türkoloji açısından gizemler barındıran bir diğer ülke Meksika’dır. Özellikle de M.S. 856 yılı, Toltekler ve Tula kenti.. Amerika’da ilk kez ok-yay ve yeşim taşı kullanımı söz konusudur. Ok-yay ve yeşim taşı ise Türklerle özdeşleşmiş olgulardır bildiğiniz gibi. O halde sorumuzu soralım: Bu nesneler, olgular -başta Tula kenti olmak üzere- Orta Amerika’ya gökten zembille mi indi? Orta Avrupa’nın Alplerinden, Güney Amerika’nın And Dağlarına bir serüven… Sahi Alp Er Tunga kimdi? And Dağlarına bu adı kimler vermişti? Ya And kadehi ve and içme geleneği (ritüel) hangi kültürün ürünü? Bütün bu veriler ışığında Türklerin, yeni (modern) keşifler çağı olarak adlandırılan dönemden yani Kristof Kolomb’dan 50 yıl önce okyanusu aşmakla kalmayıp; bu tarihten 500, hatta 5 bin, 15 bin yıl önce bile Amerika’yı bildiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Aziz Dolu Atabey
azizdolu.wordpress.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.