Erkek Adam
“Aşk” dedi, adam.
“Ne anlatılır, ne yaşanır... Aşk, fark edilir...
O, yanında olmadığında nefes alamazsın ama camı açınca geçecek sanırsın. Yanından geçtiğinde ateş basar fakat sen bunu havanın sıcaklığına verirsin. Bir gün O gider ve bir boşluk hissedersin solunda bir yerlerde… Sen boşluğu doldurmanın yollarını ararken, sebebini düşünürken; biri yakandan tutup sarsar seni. ‘Aşık olmuşsun sen be adam! Üstün başın aşk kokuyor!’ der. O an kısa bir anlığına susar ve düşünürsün. Onunlayken ve onsuzken ki zamanlarını kıyaslarsın. Ardından ciğerine nefes girmesini engellercesine koşar, arar durursun aşkını. Onu bulduğunda sıkıca sarmalarsın. Yaklaşır kulağına ‘Aşık olmuşum ben be kadın! Üstüm başım sen kokuyor!’ dersin.” Kimsenin onu dinlemediğini fark ettiğinde, yerinden hafifçe doğruldu. Dinlememelerinin sebebi içinden kendi kendine söyleyişiydi. Bilemedi…
Biraz sonra kalbi sıkışır gibi olduğunda oturduğu yerden kalktı ve sigarasını yakıp, derin bir nefes aldı. Sustu ve uzaklarda oyaladı gözlerini biraz. Bir derdi vardı, belli. Ama anlatmıyordu ki! Oysa anlatsaydı kurtulurdu. Bunu da bilemedi..
Dostlarının yanına yeniden oturduğunda başından beri yaptığını yaptı; dinler gibi salladı kafasını ve güldüklerinde güldü. Dışarı çıkıp, onlarla konuşmaya, kendini düzeltmeye söz vermişti ya; işte kendince bu sözü tuttuğunu düşünüyordu. Halbuki yaptığı bu değildi. Kendinden anlatmayınca, kendinden gülmeyince konuşmuş olmazdı insan. Kendini kendine saklayınca, rahatlamazdı ki insan! Ama anlamıyordu, adam. Hoş, zaten kimse onunla ilgileniyor gibi de durmuyordu ya, neyse…
Bir süre sonra kalktı ayağa. Önce biraz yalpaladı ama hemen sonra toparlanıp paltosuna uzandı. Veda edip dostlarına ilerledi dar sokakta. Girdi ‘ev’ denen hapishanesine… Işığı yakmak yerine çarpa çarpa ilerlemeyi tercih etti. Yere düşenleri umursamadı.
“Bende yerdeyim. Düşenleri de kendim kalkınca kaldırırım nasıl olsa…” dedi, omuz silkerek. Salondaki tekli koltuğuna kurulduğunda tam karşısındaki evin penceresinden onu gördü. Geç kaldığı aşkını… Gözleri doldu hafifçe. Oysa siz göremezdiniz o karanlıkta, o naif kadını. Çünkü ışığını açmadan girmişti mutfağına. Belli ki kısa süreliğine girmişti ama aşıktı ya adam. Ondandı onu görüşü… Fark edişi...
Biraz önce derdinin yüzünden okunmasına izin vermeyen geceye teşekkür ediyorken, şimdi sevgilisinin yüzünü sakladığı için lanetler okutuyordu dudaklarına…
Kadın, biraz sonra ışığı açtı. Açılan mutfak ışığıyla ortaya daha çok çıkan peri kızını gördüğünde, yutkunamadı bir süre adam... Üzerindeki güzel çiçekli elbisenin pileli eteği hafifçe havalandı, kadın arkasını tam tur döndüğünde. Döndü ve henüz havalanan pileler tekrar tenine dokunmamışken, koştu ve sarıldı sevdiğine… O an adam ayağa hızlıca kalktı ve aynı hızla kapattı perdelerini. Ellerini nereye koyacağını bilemez gibiydi. Sadece elini mi? Şimdi kendini bile nereye koyması gerektiğinden bihaberdi. Durdu bu yüzden bir süre öylece... Ardından duvara sürünerek oturdu yere. Hiç hareket edemiyor gibi, bir felçli gibi durdu. Ağlama isteğini daha fazla bastıramayıp elini kaldırdı ve işaret parmağını ısırıp, küçük bir hıçkırığın dudaklarının arasından kaçmasına izin vermeden, sarsılarak ağlamaya başladı. Oysa ne çok ihtiyacı vardı bağırmaya... Çocuk gibi tepinmeye, ne çok ihtiyacı vardı bir bilseniz… Ama yapamıyordu işte. Dışarıda esip gürleyen o adam, istediğini alan o adam; şimdi küçücüktü. Savunmasızdı…
Biraz önce dışarıda ne de güzel derdi yok gibi gülüyor, eğleniyordu. Olması gerekende buydu ona göre zaten. Acısını içinde yaşamalıydı… Susarak, bir şeylerden kaçarak, içerek, uzaklara dalarak, düşünmemeye çalışarak, sahte geyik muhabbetlere sahte kahkahalar atarak ve çok mutluymuş gibi gözüküp; geceleri yatağına yattığında dişlerini sıkarak, bağıra bağıra susarak yaşamalıydı acısını. Çünkü o erkekti. Ve erkek adam nasıl öldüğünü belli eder miydi hiç?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.