- 670 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Satranç
Satranç oynamayı üniversitede okuduğumuz birinci yılımızda arkadaşım Nevzat’tan öğrendim. Birkaç denemeden sonra ona rakip olmuştum. Bilhassa kış mevsiminde hafta sonları oturur, saatlerce oynardık. Sınav dönemleri hariç, yapılacak başka önemli bir işimiz yoktu. Oyunculara müdahale etmeyi seven seyircilerimiz de olurdu. Sonra başkalarıyla oynadık. Bir meslekte çalışırken satranç oynamayı seven arkadaşlar buldukça oynadık. Farklı zamanlarda müsabakalara da katıldık.
Satranç, rakibinin hamlesini tahmin etmeyi gerektiren bir zeka oyunudur. Aksi halde yanlış yapar, mat olursun. Büyük bir dikkatle ve sabırla oynanır. Bu bakımdan onunla hayat arasında bağlantı kuranlar olmuştur. Eğer bir kimse satrançta ustalaşırsa yaşarken karşılaşabildiği problemleri çözme becerisi gelişir.
Stefan Zweig, eserleri dünya klasikleri içinde yer alan önemli bir hikaye yazarıdır. Kitaplarından birinin ismi “Satranç”tır. Bu kitabı gördüğüm anda merak etmiştim. Sonra bir solukta, keyifle okudum.
Yazar bu eserde ilginç sayılabilecek bir olayı ele almış : Bir gemi, içindeki yolculardan bir tanesi dünya satranç şampiyonudur. Bir başka yolcu ise şampiyonla satranç maçı yapmak isteyen bir iş adamıdır. İş adamı kibirli şampiyonla maç yapma fırsatını yakalar. Maç paralıdır, iş adamı hiç dayanmaz. Tekrar oynarlarken onları izleyen meçhul bir adam iş adamına yardım eder. Böylece berabere kalırlar. Bütün bunlara yazar da şahittir. Meçhul adamın hikayesini dinler :2. Dünya savaşı döneminde nazilerin insanlardan tecrit ederek bir yıl ev hapsine tuttuğu bu adam, bir gün eline geçirdiği satranç kitabını defalarca okur ve şampiyonları hamlelerini ezberler. Böylece yalnızlığını yenmek ister. Tam akıl sağlığını kaybetmek üzereyken hastanede bir doktorun düzenlediği raporla kurtulmuştur.
Kitapta yer alan tahliller kusursuz, üslubu ise başlayınca bırakılmayacak denli etkileyici ve akıcıdır :
“Tek kelime etmesine izin verilmeyen nöbetçi dışında insan yüzü görmedim, insan sesi işitmedim. Göz, kulak, bütün duygular sabahtan geceye, geceden sabaha dek hiç bir şekilde besleniyor, kişi kendiyle, bedeniyle ve masa, pencere gibi dört beş dilsiz eşyaya, çaresizlik içinde yalnız başına kalıyordu. Bu suskunluğun kapkara okyanusunda, sırça fanusu içindeki bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, dış dünyaya uzanan ipin koptuğunu sezinleyen bir dalgıç gibi hatta. “
Bir cümlesi pandemi sebebiyle evlere kapanıp kaldığımız ve kendimizi yalnız hissettiğimiz vakitleri anlatır gibiydi:
“Bir şey bekliyordu insan, sabahtan akşama kadar ve hiç bir şey olmuyordu! “
Seyit R. Özer
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.