- 770 Okunma
- 6 Yorum
- 4 Beğeni
HAYAT VARSA UMUT VARDIR
Hayata gözlerini açtığı yer, ilçe merkezine 60 kilometre uzaklıktadır. Denizden yukarıya doğru çıkan yol bir türlü bitmek bilmiyor. Yol bir o yana bir bu yana sanki gökyüzüne doğru menderes çiziyor. Yol kavis aldıkça yükseklere doğru, sanki ellerinde bulutlara dokunuyor gibi oluyorsun. Gizem’in evine ilk defa giden biri, uçurumlardan düşecek hissine kapılıyor.
İnsan hayatı, yaşadığı yere göre şekilleniyor. O yerin iklimi, kültürü ne işe insanda öyle doğuyor. Bir şehrin göbeğinde doğarsan hayatın şehre göre şekillenirken, köy de doğmuşsan hayatına köyün havası, suyu ve rengi hayatına şekil veriyor.
Gizem ve ailesinin hayatı, şehir hayatından çok uzakta bir yerde şekillendi. Evleri bir dere kenarında, kalın meşe ve gürgen ağaçlarının ortasında şu değirmeninin yanındaydı. Gizem’in dedesi ve sonrasında babası hayatlarını değirmencilik yaparak sürdürüyorlardı.
Yalnızlık Allah’a mahsustur. Ama bazen insan da yalnızlığı iliklerine kadar yaşar. Hayat şartları insanı nereye sürüklerse insan hayatını orada yaşıyor aslında. İnsanların yeme, içme ve barınma ihtiyacı olmasa belki bu kadar bencil olmazdı. İyi tarafından bakarsak bu kadar üretken olmazdı. İç dünyasında tembellik olan insan, tamamen yan gelip yuvarlanırdı dünyanın her hangi bir köşesinde.
Hayat, Gizem gibileri bir köşeye sıkışmak zorunda bırakıyor. Şehirde oturacak evin yoksa, çalışacak bir işin yoksa köyde ekilecek dikilecek bir arazin yoksa, yaylada otlatacak hayvanın yoksa ya da bunların her hangi birini almaya paran yoksa yapacağın çok bir şey yoktur. Yeni yolları, yeni mekanları ve en önemlisi yeni hayatları bulmak zorunda kalırsın.
Gizem’in hikayesini anlamak için onun ailesinin geçmişine gitmek gerekiyor sanırım.
Mehmet Dede, yokluğun ortasında doğduktan sonra doğduğu yerden doyduğu toprakları aramaya mecbur kalmış yetmiş yıl önce. Mecbur kalmış çünkü yemeye ekmek bulamamış. Üstüne basına giyecek bir giyisi bulamamış. Askerlik döndükten sonra babasının beş dönümlük arazisinin dört kardeşe yetmeyeceğini bildiği için doğup büyüdüğü topraklardan gitmeye karar vermişti. Onun için hayatını bir bavula sığdırıp bir bilinmeyene gitti. Umuttu onu yerinden bilinmeyen topraklara götüren. Elinde bavul o köy senin bu köy benim günlerce iş aramış ama bulamamıştı. Araya araya, sora sora insanlar Bağdat’ı bulmuş. Mehmet Dede de bugün sahip olduğu ne varsa onu bulmuştu. Bulutların hemen altında küçük bir köyde bir su değirmeninde bulmuştu hayatını, aşını, eşini.
Bir temiz selamla başlamıştı her şey.
- Selamın aleyküm ey yabancı! Ben bir garip Mehmet. Çok uzakta bir köyden geldim. Köy köy dolaştım. Kader beni buraya kadar sürükledi. İş arıyorum. Aş arıyorum. Rızık arıyorum. Eğer bana verecek işiniz varsa, aşınız varsa ona talibim. Ne olursa yaparım. Gündüz değirmenizi temizlerim. Hamallık yaparım. Gece değirmende kalır bekçilik yaparım.
Yaşlı değirmenci, onun o saf halini bir bakışta anlamıştı. Aslında verecek işi yoktu ama rızkı veren Allah’tır düsturuna inandığından onunla aşını paylaşmaya karar vermişti.
Mehmet Dede, hemen işe koyuldu. Dediği gibi gündüz değirmenin temizliğini, gelen mısırın, tahılın taşınmasını sağladı. Gece de değirmende bekçilik yapmaya başladı. Değirmenci, onun su değirmeni vesilesiyle hem barınma ihtiyacını karşılamış hem de karnını açlıktan kurtarmıştı.
Mehmet Dede, Yaşlı Değirmenci’nin hem gönlünü kazanmış hem de güveninin kazanmıştı. İş yapmaya gönlü olan herkes en zor iş olsa bile öğrenirmiş. Kısa zamanda değirmencilik işinin tüm püf noktalarını öğrenmişti. Taşların yapımını, bakımını; suyun geliş kanallarındaki debinin gücünü; mısır ve tahılların oluklardan inme hızını hepsini bir bir öğrenmişti. İşini o kadar severek yapmıştı ki Yaşlı Değirmenci bir zaman sonra onu değirmene ortak etmişti. İş ahlakı ile genel ahlak iyi olunca olması gerekenler zor da olsa insanın eline ulaşıyor.
Değirmene ortak olan Mehmet Dede, bir müddet geçtikten sonra Gizem’in şimdi yaşadığı evin bulunduğu iki dönümlük araziyi satın almıştı. Akabinde köylülerin de yardımıyla başını sokacak tek katlı ahşap evini yapmıştı. Köy halkı onu, onun gibi gariban Ayşe Nine ile evlendirmişlerdi.
Onların bir bebeği olmuştu. Hayatın zor zamanlarında yanlarında olan yaşlı değirmenci, doğan bebeğe Necati adını koymuştu. Yaşlı değirmenci bilge bir adamdı. Evet, yüksekte ve ulaşımı zor olan bir köyde yaşıyordu ama elinden geldiği kadar okumayı, dinlemeyi seven bir adamdı. İşleri dışında gününü genel olarak okuyarak ve kendinden daha bilgili olduğunu düşündüğü kişileri dinlemekle geçirirdi. Mehmet Dede, yaşlı değirmenciden hem maddi anlamda hem manevi anlamda çok öğrenmişti. O nedenle de ilk evladının adını yaşlı değirmenciye koydurmuştu. Yaşlı değirmenci, elbette Necati adını gelişi güzel koymamıştı. Necati adı " Kurtulmuş" anlamına geldiği için konulmuştu. Yaşlı değirmenci birlikte çalıştıkları Mehmet’in çocuğuna yaşam sıkıntıların bitmesine vesile olsun, bereket olsun, yol su olsun ve en önemlisi tertemiz hayat olsun duasıyla Necati adını koymuştu.
Hangi dua ne zaman kabul olunur bilinmez. Dünyada bizim bildiklerimiz dışında o kadar olgu var ki! Anlamak ve anlatmak mümkün olmuyor. Babalar ve çocukları her zaman bir birine benzer diye kural yoktur. Ama o ve oğlu Necati sanki bir birlerini tamamlıyorlardı. Onların arasında özel bir ilişki vardı. Kim bilir, Yaşlı Değirmenci’nin duasının vücut bulmuş hali Necati’de yer bulmuştur.
Herkes’in özel bir hikayesi vardır. Mehmet Dede’nin hikayesini en beklenmedik zamanda tamamlamıştı. Hiç bitmesin bu hikaye denildiği zamanda dünyadan göç etmişti. Geriye bıraktığı maddi anlamda çok miras olmasa da manevi mirası dünyalara sığmayacak nitelikteydi.
Mehmet Dede’den Necati’ye kişilik anlamında müthiş bir miras geçmişti. Necati hem karakter olarak hem de tip olarak babasını çok andırıyordu. O nedenle yaptığı her şey babasına benzetiliyordu. Babası, göç ettikten sonra tüm sorumluluk üzerine kalmıştı. Kardeşlerinin doğdukları yerden tıpkı babaları gibi doydukları yere göç etmişti. Köyde tek Necati kalmıştı. Necati babasının izinden gitmeyi çok istemişti ve onu başarmıştı yaşlı annesi, eşi ve üç çocuğu ile birlikte...
Gizem’in hikayesi de burada başlıyor sanırım. Atalarının izinden gitmek. Hayatta bazen mucizeler olur. Gizem’in de hayata tutunması ve hayatını devam ettirmesi gibi. Hayat yalnızlığı bazen doğarken hissettirir doğanlara. Ayrımcılığı en baştan yapar. Kimi lüks hastane köşelerinde doğar, kimi bir değirmen kenarında bir derenin kenarında... Gizem’in de doğuş hikayesi öyle sanırım. Hastane ortamı görmeden bir dere kenarında doğmuştu Gizem. Doğum, hastaneye yetişemeden gerçekleşmişti Halime Hatun’un tecrübesi sayesinde. Ama doğum esnasında acı bir hadise yaşanmıştı. Doğum bittiğinde Gizem’in annesi hayatını kaybetmişti.
Necati eşini kaybettikten sonra bir daha evlenmeyi düşünmedi. Dört çocuğuna elinden geldiğince yetmeye çalıştı yaşlı annesiyle birlikte ama bir yere kadar. Babasının zor halini gören Gizem, on yaşlarında mutfak işlerini yapmaya başladı. Bir yanda babasından ve babaannesinden mutfakla ilgili işleri öğrenirken diğer yandan okuluna devam etmeye çalışıyordu.
Gizem, çok başarılı bir öğrenci olmasına rağmen öğrenciliği uzun uzadıya düşünemiyordu. Hem hayat koşulları hem de babasını düşündüğünden kendinde okuyacak güç bulamıyordu. Yaşıtları dışarıda oynarken ev işlerini yapmak çocuk aklının kabul edeceği bir iş değil ama sanırım bünye bir yerden sonra alışıyor hayatın getirdiklerine. İsteyerek de olsa istemeyerek de olsa baba ve üç erkek kardeş’in ihtiyaçları yap yap bitmiyor.
Hayat varsa zaman bir şekilde geçiyordu. Sabahın altısına başlayan gün; kahvaltı, okul, okuldan geldikten sonra ev işleri, sonrasında ders çalışma faslı derken kendine ancak akşam saat onda vakit ayırabiliyordu . Gün içinde en sevdiği zaman dilimiydi akşam ondan sonraki zaman dilimi. Kimseye itiraf edemese de Gizem’in bir hayali vardı. Ve onu ancak akşam ondan sonra ete kemiğe büründürüyordu hem de gerçekleşmeyeceğini düşünerek.
Öğretmen olmak istiyordu Gizem. Öğretmeni gibi kendi de bir köy okuluna atanıp kendisi gibi çocuklara yardım edebilir miydi acaba? Bazen kendini öğretmeninin yerine koyuyor ve içi içine sığmıyordu. Öğretmeni, öğretmen olmanın büyüsünü, değerini ona adeta yaşatıyordu.
Öğretmeni, Gizem ile ayrı ilgileniyordu. Çünkü öğretmeni Gizem içindeki cevheri keşfetmişti. Gizem’in iç dünyasındakileri görüyordu. Gizemin hayallerini hissediyor ve onu somutlaştırıyordu.
-Sen okuyacaksın Gizem " dediğinde Gizem kulaklarına inanamamıştı.
- Okumak ama nasıl olacak öğretmenim?
- Hayat varsa umut da vardır. Bunu unutma Gizem!
Stephen Hawking dediği gibi Hayat varsa umut da vardır. Bir umuttu Gizemin okuması. Onun için Gizem’in babasının yanına kaç defa geldiği belli değildi öğretmenin. Necati’yi ikna etmek çok zordu. Çünkü Gizem Necati’nin biricik kızıydı. Bir başına bilinmeyen memleketlerde onsuz ne yapardı. Ya yaban eller kızına kıyarlarsa ne yapardı? Ona bir şey olursa kendini hiç affedemezdi. Düşünmesi bile boğuyordu onu.
Gizemin öğretmeni Necati’nin peşini hiç bırakmadı. Cevheri bildiği için o cevherin yok olmasına gönlü razı olmadı. Tüm sorumluluğu üzerine alarak Necati’yi kerhen de olsa ikna etmişti.
- Peki Hoca Hanım öyle olsun. İnşallah dediğiniz gibi olur. Biliyorsunuz Gizem benim biricik kızım. Ona bir şey olursa dünyam yıkılır. Siz bir umudun peşine takıldınız. Ben de o umuda emanet ettim kendimi.
Gizem, öğretmeni sayesinde hem hayata hem hayallerine tutunmanın yolunu bulmuştu. Ömür boyu öğretmenine minnettar kalacaktı. Çocuk aklıyla öğretmenine o kadar çok teşekkür etmişti ki sanırım anlatmaya kelimeler yetmez.
Gizem, öğretmenini mahçup etmemişti. Gece gündüz demeden çok çalıştı. Okul zamanı okulunu, tatil zamanlarında da evini ihmal etmedi. Tatillerde babasının tüm yükünü alırken okul zamanlarında da başarıdan başarıya koştu. Önce ilkokulu dereceyle bitirdi. Sonra Liseyi... Çalıştıkça çalıştı. Geceler boyu hayalini kurduğu Üniversiteyi kazandı. O da çok sevdiği öğretmeni gibi öğretmen olacak. O da kendisi gibi annesiz kalmış kız çocuklarına , ihmal edilmiş erkek çocuklarına gelecek olacak, yol olacak, ışık olacak, umut olacaktı.
Evet, Hayat varsa umut da vardı.
YORUMLAR
Hem yazım kuralları hem de anlam bütünlüğü açısından üzerinde biraz daha çalışılsa iyi olacakmış gibi... :)
Herkes birilerinin hayatına dokunur günün birinde. Bazen hiç farkında bile olmadan öyle bir yol açar ki ona... ömrü boyunca minnetle anılır bir daha.
Hele böyle yönlendirerek olduğunda bu duygu katlanarak artar!... :(
Temayı işleyişi duygu yönüyle başarılı bir yazı.
Kutlarım Serkan Bey.
Saygılarımla...
Sezen Aksu'nun kardelen şarkısını getirdiniz aklıma.
Her çiçeğin kar altından
Güneşe giden masalında
Yaşamak yeniden tazelenir
Yeniden anlamlanır
Işığa uzanırken Kardelen
Kış rüyasından
Ümidin mucizesiyle
Sevince uyanır..
Beğeniyle okudum.
Serkan BOL
Saygılarımla...
Yaşadıkça umudun hep var olduğunu anlatan güzel bir öykü olmuş.
..
Saygılar..
Kıyısız/ım tarafından 6/10/2020 11:31:35 PM zamanında düzenlenmiştir.
Serkan BOL
Saygılarımla...
''Necati adını koyması’nın sebebi ise " Kurtulmuş" anlamına geldiği için koymuştu.''
Cümle hatalı....
'' Necati adını koymasının sebebi ise ''kurtulmuş'' anlamanına gelmesi idi.''
''Necati ismini ''kurtulmuş'' anlamına geldiği için koymuştu.''
''Doğum hastaneye yetişemeden gerçekleşmişti Halime Hatun’un tecrübesi sayesinde. Ama doğum esnasında Gizem’in annesi hayatını kaybetmişti.''
Doğum,... (virgüllerde sıkıntı var bir kaç örnek)
''Evet yüksekte ve ulaşımı zor olan bir köyde yaşıyordu...''
Evet,...
''Mehmet Dede yaşlı değirmenciden hem maddi anlamda hem manevi anlamda çok öğrenmişti.''
Mehmet Dede,.. ayrıca '' ... çok-şey-öğrenmişti.''
Yazım hataları konusunda irdelemek istedim yazınızı. Bir kaç örnekle durumu izah etmek istedim. Umarım kırıcı olmamışımdır.
İçerik yönünden ise Mehmet Dede, değirmenciden çok şey öğrenmiş.Bunu değişik cümleler ile çok kez vurgulayıp tekrara düşmüşsünüz.
Konu ve anlatımın akıcılığı yönünden güzel bir öykü okudum.
Sevgilerimle...
Serkan BOL
Saygılarımla...
güzel öyküydü. Gizemler okumalı. anlatım; nehir kıyısında oltasını atıp çevreyi sakin sakin seyreden birisinin anlatımı gibiydi. Telaşsız. Yazar; dönemeçlerde direksiyonu güzel çevirmiş.
tebrikler Serkan Bey.
Serkan BOL
Saygılarımla....
Girişe Hitaben.İnsanın içine düştüğü en derin ve büyük boşluk İtikadi dir. Zira Müslüman olmanın şiarı dinini bilmek ve bilginin gereği ilmi ile amel etmektir. ""ilmi Dileyene,Zenginliği dilediğime veririm" mealindeki ayet ve İlim Çin de dahi olsa gidiniz.
Hadisi girişte vurgulanan travmanın hem cevap hemde ilacıdır.Rızkı Allahtan bilenin yolculuğu ilme değilse neticesi pişmanlık olur. Yada tedbili mekanda hayır vardır sünneti gereğince taşınmak gerekir bir yerden bir diğerine ki Rahmet yeşersin.Yoksa bir zahmetten diğerine zahmet etmek olur. Diyerek devam edeyim okumaya.
Ve dilerim bu yazı burada kalmayıp başlattığı prensiplerle ilerleyerek,"Kadın kısmı çalışmaz" Tabusunu yıkarak devam eder. iç disiplinine sahip hayatın vasatı içinde seyreden güzel bir roman girişi tadı bıraktı dimağımda.
Ellerinize sağlık. Mütebessüm yüzümü kaleminize borçlandım. Sağ olasınız kardeşim.
Serkan BOL
En derin saygılarımla....