- 423 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kur'an nasıl 'içimizden biri' olur?
Mürşidim Minhacü’s-Sünne’sine bir kısacık meali şu şekilde olan ayet-i kerimelerle başlıyor: "Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. (Resulüm) Eğer senden yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ilah yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. O yüce Arş’ın Rabbidir." Evet. Peki Bediüzzaman bu ayetleri sünnetle ilgili bir bahsin başına neden almıştır? “Allahu’l-a’lem!” kaydıyla cevap verirsem: Bu ayetlerde sünnet-i seniyyenin varlık sebebine dair de işaretler vardır. Onun bize sağladığı kolaylık, yollar içinde gösterdiği mübarek istikamet, yine mürşidimin mezkûr metnin devamı niteliğinde kaleme aldığı Mirkatü’s-Sünne Risalesi’nde şöyle açıklanır:
"Hem o seyahat-i ruhiyede, çok tazyikat altında, gayet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i Seniyyenin o vaziyete temas eden meselelerine ittibâ ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hiffet buluyordum. Bir teslimiyetle, tereddütlerden ve vesveselerden, yani ’Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?’ diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum, tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir hâlet hissediyordum."
İşte, bu metnin de şahitliğiyle, ben artık nefsime diyorum ki arkadaşım: Aleyhissalatuvesselamın ümmetine şefkatinin en büyük delili bizzat sünnet-i seniyyesidir. Yani hayatıyla bize bıraktığı öpülesi izdir en büyük merhamet hediyesi. Yüzbin elhamdülillah. Yüzbin öpücük olsun. Fakat bu söylediğimi ’ihtimal hesaplarının çıldırtıcılığını’ idrak etmemiş heva eşekleri anlayamaz. Yanlışa düşme korkusu çekmeyenin yol gösterene ehemmiyet verdiği görülmemiştir. Halbuki ilahî kelamdaki muradın hayatta neye karşılık geldiği, şüpheye ve tereddüte yer bırakmayacak en somut şekillerde, sünnet-i seniyye içinde mahfuzdur. Anlatılmıştır. Gösterilmiştir. Bu ihsan hem Allah’ın hem de Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın merhametinin lazımıdır. Şân-ı keremlerinin gereğidir. Çünkü Rabb-i Rahim, tıpkı kelamında da buyurduğu gibi, bizim için kolaylık diler, zorluk dilemez. Sünnet olmadığındaysa kullar somutlukta müşküle düşer. Kelimelerin içini eylemle doldurmakta zorlanır.
Kelamullah bütün zamanlarla/insanlarla konuşur. Onun bu yapısı aynı zamanda ’kısa söylemekle uzun kıldığı’ bir anlam okyanusu oluşturur. Bütün zamanlar, zeminler ve zihinler istidatlarına göre ve de gayretleri ölçüsünde bu mukaddes okyanustan nasiplenirler. Fakat bu okyanus asla kuşatamayacakları bir zorluktur aynı zamanda. Nasıl bir zorluktur? İhtimaller zorluğudur. Murad-ı ilahiyi sırf kelamından anlamaya çalışan ve hayatına aksettirmek isteyen bir mü’mini önce ‘ihtimaller külfeti’ ve ‘somutlaştırmanın güçlüğü’ karşılar.
İşte, Aleyhissalatuvesselam, Rabbulâlemin’in izniyle ve emriyle, birçok dinî emirdeki/nehiydeki soyutluğu somutlaştırarak tahdit etmiştir. (Somutlaşan soyutluk insan için daha kavranılır bir hale gelir.) O belirsizlikten ortaya çıkabilecek tüm ifrat ve tefritleri sünnetinin duvarlarıyla alıkoymuştur. Yani Kur’an’ın, Umberto Eco’nun ifadesiyle, ‘aşırı yorum’lardan korunmasını sünnetin zaptıyla olmuştur. (O zaptta emeği geçenlere yüzbin rahmetler olsun.)
Namazdan kastedilen nedir? Oruçtan kastedilen nedir? Hac nasıl yapılırsa tastamam olur? Allah’ın zekat olarak istediği nedir? Kurban hangi şartlarla kesilir? Tüm bu soruların detaylı cevapları öncelikle sünnet içinde mevcuttur. Onun dini ‘içimizden biri’ haline getiren yapısıdır ki kolaylığın da kaynağıdır. Ve bu kolaylık, elbette önce Rabb-i Rahim’in, sonra da Aleyhissalatuvesselamın merhametindendir. İsterler ki: Müslümanlar ihtimal hesapları içinde şaşkın kalmasınlar. Murad-ı ilahiye uygun hareket etmeyi suhuletle başarsınlar.
Sünnetin bizi ’ihtimal hesaplarından’ kurtardığı o kadar çok mesele vardır ki! Hatta denilebilir ki: Dinin her detayını şekillendiren, gösteren, öğreten evvela sünnet-i seniyyedir. Onun olmadığı zeminde en temel ibadetlerin dahi nasıl yapılacağı ’kestirilemez’ olur. Bir din bin din olur. Bir namaz bin namaz olur. (Kimi takla atar. Kimi amuda kalkar. Kimisi kafasının üstünde döner.) Kur’an’da onlara dair bilgi azdır. Somutlukları sünnettendir. Bu eşikten diyebiliriz ki artık: Güya Kur’an adına, sünnet-i seniyye ile kavga edenler, aslında yokluğunda oluşacak boşluğu hevalarıyla doldurmak isteyenlerdir. Evet. Kainat boşluk kabul etmediği gibi din de boşluk kabul etmez. Eğer somutun bilgisi sünnet-i seniyyeden alınmayacaksa o halde bu modern zaman peygamberciklerinin(!) akılcıklarından alınacaktır. Akıl dediğimiz de haddizatında akıl değil hevadır.
Arkadaşım, aynı isimlerin, sünnet yanında hak mezheplerle de kavgalı olmalarına şaşırmamalı. Çünkü hak mezheplerin amacı da yolları arttırmak değil, bilakis, ümmetin içtihada taalluk eden meselelerde ’nereye gittiği anlaşılmayan çok yollar içinde’ kaybolmalarını engellemektir. Onların Kur’an’a ve sünnete vukufiyetleri içinde yaptıkları içtihadın ’ihtilaf çıkarmak’ gibi bir amacı yoktur. Aksine: Amaçları ihtilafları usûllerle azaltmaktır. Başta sahabe-i kiram olmak üzere tabiin ve tebe-i tabiinin bütün müçtehid isimleri, yolları çoğaltmaya değil, ’tevhid’ etmeye çalışmışlardır. Belki biraz da bu yüzden ilk dönemlerde 12 olduğu rivayet edilen hak mezheplerin sayısı zaman içinde 4’e düşmüştür. Ve yine biraz da bundan sahabe sayısı kadar ayrı yol oluşmamıştır. Herbirisi ayrı bir yöne doğru yürümemiştir. Çünkü o salih seleflerimiz, canımız onlara kurban olsun, modern zaman hevaperestleri gibi ‘yolları çoğaltmak aşkına’ yola çıkmamışlardır. Onların gayesi Kur’an’ı ve sünneti iyi tahlil ederek ümmeti ’çok yol baskısı’ndan kurtarmaya çalışmaktır. Tekilliğe yatkın hakikati bulmaktır.
Fakat, dikkat eder misin, modern zaman sünnetsizleri Kur’an-ı Hakîm’i okumaya başladıklarında en genel-geçer dinî emirlerde dahi ortalığı bir binbir ‘göre’nin sisi sarmaktadır. Bunlardan birisi arkadaşının kolunda İstanbul’u gezerken namazını kıldığını söylemektedir. (Çünkü ona göre namaz sadece duadır.) Bir başkası namazın sadece Allah’a saygı göstermek olduğunu ifade etmektedir. (Artık eğilmeye/kalkmaya ve hatta duaya bile gerek yoktur.) Bir başkası kurbanın ’parası burs verilerek de’ kesilebileceğini düşünmektedir. (Zira kurban kesmek hayvancılığın önemli olduğu eski zamanlarda kalmış vahşi bir eylemdir.) Böylece Aleyhissalatuvesselamın merhametle, vahiyle, emr-i ilahîyle, düşmememiz için azalttığı yollar, bu hevaperestlerin eliyle çoğaltılmaya çalışılır. En nihayet bu kadar bol seçenek içinde akide dahi spesifikleşir. Ortada din diye birşey kalmaz. Herşey helal, herşey sevap, herşey mübah olur.
Başta alıntıladığım iki ayetten ikincisi bu anlamda çok manidar. Bugünün sünnetsizlerine de gayb-aşina parmağıyla dokunuyor. Nasıl? Belki önce şöyle bir soruyla yüzleşmeli: Peygamber aleyhissalatuvesselama sırt dönmek sırf sağlığında müşrikler tarafından mı yapılan bir eylemdir? Yoksa bugüne bakan bir tarafı da var mıdır? Bence evet! Bugün de sünnet-i seniyyeye sırtını dönenler aslında Aleyhissalatuvesselamın merhametine sırt dönmektedirler. Onun çok yollar içinde gösterdiği istikamete razı gelmeyerek başka yollara koşmak istemektedirler. Onlara verilecek cevabı da yine Hak Teala öğretmiştir. Biz de besmeleyle sünneti tekrar edelim: "Eğer senden yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ilah yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. O yüce Arş’ın Rabbidir."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.