5
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
610
Okunma
Bir babanın itirafları...
Evde her şey değişti. Evimize virüs girmedi. En azından şimdilik...
Ama evimize; çocuklarımız girdi.
Çocuklarımıza kavuştuk, desem abartmış olmam inanın.
Karantina sayesinde; evin ortak kullanım alanı olan salonda, buluşmalar başladı.
Sürekli odaların da olmaktan bunalıp, kendilerini odanın dışına attılar. Mutfağa, balkona, en önemlisi de salona...
Bir sabah kalktım, salondan sesler geliyor. Çocuklarım ve eşim erkenden kalkmışlar. Kahvaltı için, salonda ki masa açılmış. Neşe içinde sohbet ediliyor.
Gülme sesleri bile duydum. Çok şükür...
Bana sürpriz hazırlamışlar. Gerçekten benim için çok güzel bir sürprizdi...
Ailemi; tüm fertleriyle birlikte aynı sofra etrafında görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki...
Rüyamda görsem hayra yormazdım herhalde.
Normalde misafir geldiği zaman kullanılan büyük masada kahvaltı yapma fikri bile, iştahımı kabartmaya yetmişti.
Eskiden böyle değildi hiç bir şey. Okuldan gelip odalarına giriyorlar ve bir daha çıkmıyorlardı. Yemek saatinde bile yüzlerini göremiyorduk. Ellerinde tepsilerle; yiyecekleri, içecekleri, aburları, cuburları taşıyıp duruyorlardı, odalarına...
Karıncanın yuvasına yiyecek taşıdığı gibi...
Akşam yemeğinde ağızlarına göre, güzel bir şeyler yoksa, yemek masasına teşrif bile etmiyorlardı.
Annelerine özel siparişler veriliyor, onları da odalarında yemek istiyorlardı.
Derslerin yoğunluğu da bahane edilerek, adeta odalarına bağımlı bireyler haline gelmişlerdi.
Özellikle en küçük oğlumun odası, girilmesi yasak olan bir bölge ilan edilmiş gibiydi.
üniversite sınavına hazırlanıyordu. Okul, dershane ve odası arasında adeta mekik dokuyordu. Bir kaç sefer odasına girecek oldum. İçerden bağırdı.
"Deneme çözüyorum baba!
"Ders dinliyorum baba!
"Uyuyorum!
Annesine yasak yoktu. Meyve tabağı, kuruyemiş tabağı, kahve çay derken, annesine açılıyordu kapı. Giriş çıkışlara annesine izin vardı. Bana yok!
Kıskanmaya başlamıştım...
Sabah kalkıp okula, akşam odalarına derken, günler bu şekilde geçip gidiyordu...
Evlatlarımızın yüzlerine hasret kalmıştık vesselam...
Sağolsun da demiyorum tabi ki. Ama bu korona bize iyi gelmişti. Sokağa çıkma yasakları ve karantina günleri derken, bizim ev bayram yerine dönmüştü.
Kahvaltı masasına oturana kadar da her şey çok güzel ve normaldi.
Masaya oturduğumda; masada bir yabancının varlığı, tüm huzurumu kaçırmaya yetmişti. Uzun saçları ve kulağında küpesi ile bu genç de nereden çıkmıştı şimdi...
Neden insanlar kuralları hiçe sayarlar ki!
Hiç anlayamıyorum.
Hem kendilerinin hem de bizlerin hayatını riske atan bu insanlar, iyi bir sopayı hak ediyorlardı bence!
Para cezası yetmez bu densizlere, diye homurdandım. Kimse duymadı iyi ki!
Yoksa iyice rezil olacaktım. Zaten yeteri kadar rezil olmuştum. Neden mi? Asıl hikaye şimdi başlıyor...
Üç oğlum ve bir kızım var benim. Hepsi de beni sever sayarlar. Benim hoşlanmadığım ve onaylamadığım hiç bir davranışta bulunmazlar. Özellikle şu lüzumsuz misafirin yaptığı gibi, kulağa küpe takmak ve saç uzatmak; asla onay vermeyeceğim şeylerden...
İçimden geçirdiğim kötü düşünceleri, hayata geçirmeyi ne kadar çok istesem de kendimi frenledim.
"La oğlum! Lüzumsuz işler müdürü müsün?
"Evinden su mu çıktı? Hiç olmazsa insan bir maske takar!
Demedim tabi ki!
Göz ucuyla baktım. Aslında sevimli bir çocuktu. Kanım da kaynamıştı kerataya.
Küpesi hariç...
"Hoş geldin oğlum! Dedim.
Misafirdi sonuçta. Yemeğini yesin, karnını doyursun. Bir büyüğü olarak, ağzına kürekle vurayım şunun. Diyerek, kendimi dolduruyordum. Vuramasam da, kulağını çekmem şart olmuştu...
Karantina da misafirlik mi olur?
Sokağa çıkmak yasak. Misafirliğe gitmek serbest.
Işınlanırsan; sorun yok!
Ben içimden böyle söylenip dururken. Karşımda oturan çocuğun cevabıyla, başımdan kaynar sular döküldü. Bir ateş bastı ki ne ateş! Gafın kralını yapmıştım...
" Hoş buldum, sen de hoş geldin, babacığım!
Yok artık!
Bu kadar da olmaz diyeceksiniz. Ama oldu işte. Benim küçük oğlanın sesiyle, kendime geldim.
Eyvah! dedim içimden. Ama hemen toparladım durumu. Renk vermemek için, diğer çocuklarıma ve eşime bakarak devam ettim konuşmaya.
"Siz de hoş geldiniz, sefalar getirdiniz efendim! Salonumuzda sizleri ağırlamaktan, onur duyduk efendim!
Diyerek gülümsemeye çalıştım. Hepsi birden güldüler, espri yaptığımı düşünerek. " Hoş bulduk! Dediler hep bir ağızdan.
Bu arada eşim; soran ve biraz da korkan gözlerle beni inceliyor. O biraz anladı sanki durumu. Küpeli oğlum annesini dürtüp fısıldadı.
"Anne bak, babam hiç kızmadı!
Eşek sıpası, dört ayağının üzerine düştü haberi yok. Bu saatten sonra nasıl kızabilirdim ki!
"Ben seni tanıyamadım, kalk çıkar o küpeyi! Diyemezdim...Diyemedim!
Sonuçta kendi kararlarını verecek bir yaşa gelmişti. Saygı duyacaktım; tercihlerine...
Yeter ki; güzel ahlaklı, iyi bir insan olsun. Bir baba daha ne ister ki?
Ve yemek boyunca kaçamak bakışlarla, misafir oğlumun küpesini inceledim durdum.
Hiç yakışmamıştı...