- 484 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kırmızı Elbiseli Adamlar
Gece yarısı olmuştu. Yaşlı kadını uyku tutmamıştı. Hava zaten çok sıcaktı. Kocası da erkenden odasına çekilmiş, kitap okuyordu.
Aşırı sıcaklardan bir türlü uyuyamayan yaşlı kadın , odada yapayalnız televizyon seyrediyor, kendi kendine oyalanıp duruyordu. Bu esnada, yukarıdaki odada uyuyan torunu ağlamaya başladı. Bu, henüz, sekiz- dokuz aylık bir bebekti. Talihsiz yavrucak, doğum esnasında öksüz kalmış, annesini daha o zamandan kaybetmişti. Babası da bu ani ölümden dolayı kendini yemiş-bitirmiş, harap etmişti. Çocuğunu da bakması için annesine vermiş, o günden sonra kayıplara karışmıştı.
Kadın, ağır adımlarla yukarı odaya yöneldi. Çocuk, öyle bir ağlıyordu ki adeta ortalığı yıkıyordu. Yaşlı kadın “ya acıkmıştır; ya da altını kirletmiştir” diye düşündü. Zaten bu yaşlardaki çocuklar, başka bir şey için ağlamazlardı. Odaya girdi. Çocuk, hâlâ ağlamaya devam ediyordu. Kadın, çocuğu yatağından çıkarıp, kucağına aldı. Altına baktı. Altını kirletmemişti. Demek ki acıkmıştı. Hemen orada bulunan biberonu kaptı. İçine iki ölçek süt tozu koydu. İki sisilik de sıcak su ilave etti. Ağzını kapatarak hızlı hızlı çalkaladı biberonu. Çocuğun maması hazırdı. Kadın, biberonu bebeğin ağzına götürdü. Bebek, sütü içmeye başlayınca ortalığa bir sessizlik çöktü. Bir kaç dakika sonra bebek, bütün sütü içip bitirmişti. Artık o mutlu bir bebekti.
Yaşlı kadın, bebeği yatırmak istediyse de onun uyumaya hiç niyeti yoktu. Çaresiz, kadın, onunla birlikte aşağı, salona indi. Bebeği severken, kocasını düşündü. Bu kadar gürültüye adam nasıl duyarsız kalabilmişti? Uyumuş muydu acaba? Muhakkak uyumuştu. Yoksa çocuğun sesine dayanamaz, aşağıya inerdi. Kadın, çocukla uğraşırken aniden kapının zili çaldı:
“ Hayırdır inşallah! Bu saatte kim olabilir?” dedi, kendi kendine. Kucağında torunuyla kapıya yöneldi:
-Kim o? dedi yaşlı kadın.
Dışarıdan bir ses:
-Fatma Hanım’ın evi mi?
-Evet.
-Açar mısınız? Tanrı misafiriyiz. Sizinle bir konu hakkında görüşmek istiyoruz. Sonra hemen gideceğiz.
Fatma Hanım kapıyı açtı. Gelenlere şöyle bir baktı. Hiç tanımıyordu. Üç kişiydiler. Biri uzun boylu, diğeri ortanca, bir diğeri de kısa boyluydu. Hepsi de kırmızı takım elbise giymişti. Beyaz gömlek giymişler ve kırmızı kıravat takmışlardı. Kimdi bu adamlar? Gecenin bu vaktinde ne istiyorlardı yaşlı kadından? Niyetleri neydi? İyi insanlar mıydı; yoksa kötü mü? Bu yaz sıcağında neden böyle takım elbiseler giymişlerdi? Yaşlı kadın merakla içeri almıştı onları. Yoksa almasa mıydı? Adamların yüzüne bakınca nedense kendine bir güven gelmişti. Korkulacak bir durum yoktu. Gayet sakin ve efendi birilerine benziyorlardı.
Adamlar, gösterilen koltuklara oturdular. En kısa boylusu, kadının kucağındaki bebeğe baktı:
- Senin mi bu bebek? dedi.
Kadın:
- Torunum. Annesi sizlere ömür, diye cevap verdi.
Kısa boylu adam, en uzun boyluya dönerek:
- Yazık, torunu da varmış, dedi, anlamlı anlamlı bakarak.
Uzun boylu adam, sert ve kesin bir şekilde:
- Eee? Ne yapalım yani? İşimizi yarım mı bırakalım? dedi. Diğer iki adam seslenmedi. Sustular.
Kadın meraklanmıştı konuşmalardan. İçine bir korku düşmüştü şimdi. Çocuğa bir zarar vermesinlerdi. Olur ya çocuk hırsızı olabilirlerdi. Bir adım geri attı kadın. Adamlara:
- Kocam yukarda. İsterseniz çağırayım, dedi ürkerek.
Uzun boylu adam:
- Yok yok, dedi. Kocanıza gerek yok. Siz bize bir kahve yapın, biraz sonra biz gideceğiz.
Yaşlı kadın, kahve yapmak üzere mutfağa gitti. Her ihtimale karşı çocuğu da yanında götürdü. O’nu bir türlü kollarından bırakmadı.
Adamlar kendi aralarında konuşmaya başladılar.
Kısa boylu olanı:
- Kadına yazık. Yaşlı. Bir tek kocası var.
Uzun boylu adam:
- Bizi ilgilendirmez.
Ortanca da kısa boylu adamı desteklercesine:
- Ya bebek nolacak? dedi.
Uzun boylu adam:
-İşimiz bebekle değil , kadınla, dedi. Her ikisine de kızdı. Beyler, duygusal olmayın. Görevinizin ne olduğunu unutuyorsunuz. Bizler emir kuluyuz. Verilen emirleri sadece uygularız. O kadar! Kahveyi içtikten sonra emaneti alır gideriz. Adamlar sustu. Hiç karşılık vermediler.
Biraz sonra yaşlı kadın, elinde tepsi ile göründü. Kahveleri ikram etti. Çocuğu sıkıca tutmuştu. Yanından hiç ayırmıyordu.
Kırmızı elbiseli adamlar kahvelerini yudumlamaya başladılar.
Kısa boylu olanı sordu:
- Nasılsın teyze? Hayatından bir şikâyetin var mı?
- Yok. Allah’a şükürler olsun iyiyiz. Geçinip gidiyoruz , dedi kadın.
- Beyinle nasılsın? Anlaşabiliyor musun?
- Eh! Biraz aksileşti; ama sağolsun çok iyi biridir. Bunca yıldır bir dediğimi iki etmedi.
Ortancası:
- Teyze, adını tam olarak söyler misin? dedi.
- Fatma Kara.
- Kaya?
- Kara.
Ortanca adam, uzun boyluya baktı şaşkın şaşkın. Uzun boylu adam:
- Deftere bak, dedi.
Ortanca adam, elindeki siyah kaplı, büyük defteri açtı. İçinde bir hayli isimler, adresler vardı:
- Burada Kaya yazıyor.
Kısa boylu olan :
- Bir yanlışlık yapmayalım, dedi.
Uzun boylu adam:
- Ben, şimdiye kadar hiçbir yanlışlık yapmadım, dedi.
Ortanca adam kadına sordu:
- Ana adı?
- Ayşe.
- Baba adı?
- Mehmet.
- Yaş?
- 70.
- Soy isim dışında herşey tutuyor. Ana adı, baba adı, yaş aynı.
Uzun boylu adam:
- Yanlışlıkla bir harf değişmiştir. Emaneti alıp gidelim.
Kısa boylu adam:
- Bence bir hata yapıyoruz. Şu ana kadar hiç böyle bir yanlışlık olmamıştı, dedi.
Ortanca adam:
- Teyze, bu ev size mi ait?
Yaşlı kadın:
- Evet oğlum. Bizim Beye, rahmetli babasından kalmıştı. Uzun zamandır burada kalıyoruz.
Uzun boylu adam:
- Tamam! Bu iş çok uzadı, dedi, ayağa kalktı. Teyze…
Cümlesini bitirmeden kısa boylu adam araya girdi:
- Ev numaranız kaç teyze?
- Ondokuz.
Ortanca adam heyecanla:
- Defterde sadece dokuz yazıyor, dedi.
Yaşlı kadın:
- O numara biraz geride kaldı.
- Orada kim oturuyor?
- Galiba orada da Fatma adında yapayalnız bir bayan oturuyor, dedi kadın. Adamlar birbirlerine baktılar.
Uzun boylu adamın yüz şekli değişti:
- Çok uzak mı buraya?
- Hemen şuracıkta, dedi kadın.
Adam, diğerlerine dönerek ani bir hareketle:
- Çıkalım, dedi. Hep birlikte çıktılar.
Yaşlı kadın arkalarından bakakaldı. Kapıyı kapattı. Ne olduğunu bir türlü anlamamıştı.
Biraz sonra kocası aşağıya indi. Karısını salonda görünce şaşırdı:
- Sen hâlâ uyumadın mı?
- Yok. Nasıl uyuyayım. Misafirler şimdi gittiler, dedi.
Adam, şaşkın şaşkın :
- Misafir mi? Ne misafiri?
- Kırmızı elbiseli adamlar.
- Kırmızı elbiseli adamlar mı? Ne kırmızı elbisesi? Ne adamları?Yahu hanım, sen kafayı mı yedin Allah aşkına?
Kadın, ısrarla:
- Vallahi. Üç kişiydiler. Kahve içtiler. Bazı şeyler sorup gittiler.
- Hanım, yine heyheylerin geldi galiba, dedi adam. Hadi gidip yatalım. Bak vakit çok geç oldu.
Kocası inanmamıştı yaşlı kadına. Çünkü arada sırada oluyordu O’na böyle şeyler. Sustu kadın. Bir şey demedi.
Odalarına yatmaya çıktılar. Yaşlı kadını sabaha kadar uyku tutmadı. Kimdi bu adamlar? Ne istiyorlardı? Kocası onları neden görmemiş, duymamıştı. Adamlar, hiç bir şey yapmadan da çekip gitmişlerdi. Kocası da inanmamıştı kendisine. Vardı bunda bir iş. Sabaha kadar bu sorularla yatakta bir sağa, bir sola döndü durdu kadın.
Sabahın çok erken saatleriydi. Kadının gözlerine hiç uyku girmemişti. Biraz sonra camii’nin hoparlörü açıldı. İmam, sessiz sesiz, içli bir şekilde sela okuyordu. Kadın ürperdi. Okunan selayı dinledi. Selanın sonuna kadar vücudunda bir titreme oldu. Sela sonunda imam:
- Mehmet kızı Fatma Kaya Allah’ın rahmetine…
6.11.2001
GAZİMAĞUSA
"MESELE BAŞKA"
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.