GELİŞİNE SATMAK
Öğretmenlik aslında hele ki ilkokul öğretmeni iseniz hayattaki en eğlenceli mesleklerden biridir. Elli yaşınıza gelseniz bile çocuklarla bir bahçede yakar top oynayıp, bir topitop şekeri somurarak yiyebilir onlarla birlikte alakasız bir espriye kocaman kahkahalarla gülebilirsiniz ve kimse size ’Kocaman adamın yaptığına bak.’ demez.
Ben şu durmadan sınava hazırlanan öğretmenlerden olmadım hiç. Bu yüzden de çoğu zaman ’iyi öğretmen’ de olamadım. Benim öğrencilerim öyle ’kitap gibi’ sessizce oturan öğrenciler değil de daha çok ’çizgi film gibi’ hiç durmadan koşturan ve bağırıp çağıran öğrenciler oldu.
Dediğim gibi ben onlarla hep oyunlar oynamayı sevdim. Ne bileyim mesela bir metrenin kaç cm ettiğini bulurken bir metrelik bir şeridi hep beraber yüz parça edip sonra da onları başımızdan aşağı konfeti niyetine savurmayı sevdim.
Çok uzattım sadede geleyim. Bundan çok yıllar önce yine bir ikinci sınıfta idik. Bu sınıf benim beş yıl boyunca okutabildiğim tek sınıf oldu. Onlar mı şanslıydı ben mi inanın bilmiyorum. Hele ki son senemizde -küçük bir mahallede olduğumuz için çok kolay olmuştu- her perşembe bir öğrencimizin evinde kahvaltı etmeye gitmiştik. Hala yumurta kokusu gelir burnuma düşündükçe.
Bu sınıfta hepsi birbirinden renkli ve zeki öğrencilerim vardı. Şimdi çoğu üniversite son sınıf öğrencisi. Bilenler bilir ikinci sınıf hayat bilgisi dersinde o zamanlar ’İhtiyaçlarımız’ adında bir ünite vardı. Bu ünitede insanların temel ihtiyaçlarını karşılamaları konusu işlenir, şu meşhur ihtiyaçlarımız piramidi anlatılmaya çalışılırdı.
Yanlış hatırlamıyorsam iki binli yılların başları idi. Şubat tatili dönüşüydü ve o sene çok soğuk geçiyordu. Neredeyse bir metre kar yağmıştı birkaç haftadır da kalkmıyordu. Böyle bir havada ihtiyaçlarımız üzerine konuşuyorduk ve bir etkinlik planladım.
Etkinliğe göre sınıftaki öğrencilerin bir kısmı pazarcı olacak diğerleri de müşteri. Ona göre hazırlanıp geldiler. Önlüklerini kasketlerini terazilerini getirip sınıfı bildiğin pazar yerine çevirdiler. Dedim ya çoğu nev-i şahsına münhasır öğrencilerdi. Pazarcıların tezgahlarına (tabi ki gerçek sebze ve meyve değil, onları temsil eden resimlerdi ama siz bu bilgiyi unutun) sebzeleri ve meyveleri dağıttım. Birine patates, birine soğan, ötekine elma berikine havuç falan verdim. Fiyatları da günün şartları neyse ona göre belirledim. Ama birine özellikle (hani ihtiyaçlarına göre mi alış veriş yapacaklar bakacağız ya ) karpuz ve çilek verdim. Müşteri olacaklara da ellerine yüzer lira para (tabi ki onlar da fişlerdi) verdim.
Sonra pazarı kurduk. O kadar gürültü çıktı ki müdür bile sınıfa geldi. Gerçi sonra o da alışveriş yapmak zorunda kaldı sonda. O sırada ilk dikkatimi çeken şu olmuştu. Bu çocuklar gördükleri hiçbir ayrıntıyı gerçekten kaçırmıyorlardı. O kadar ki hepsi profesyonel birer pazarcı gibi davranıyor hatta çok sıkı pazarlıklar bile ediyorlardı.
Sonuçta pazar etkinliğimiz bitmişti ve tabi ki değerlendirme faslında idik. Güya ben ihtiyaçlarına göre alışveriş yaptılar mı onu değerlendirecektim. İlk müşterilerden ikisini çağırdım. İkisi diyorum çünkü bunlar ikizdi ve hep beraber gezerlerdi. Gelin bakalım Ayşe ve Havva, dedim. Neler aldınız görelim. İlk başta bir gariplik yoktu sonra baktım ki karpuz bile almışlar. Gariplik karpuz almalarında değil hesapta idi. Verdiğim yüz liradan fazla alışveriş yapmışlardı.
Ayşe, dedim. Nasıl oluyor bu ben sana yüz lira verdim ama sen daha fazla alışveriş yapmışsın. O an, hiç beklemediğim bir cevap verdi.
"Yazdırdım öğretmenim." dedi.
Ben tabi gülmemek için dilimi dudağımı ısırıyorum ama ne mümkün.
Ya gülme öğretmenim dedi, paramız yetmedi her şeye. ne kadar da doğruydu. Aslında hala paramız her şeye yetmiyordu. Aferin kızlar dedim, gönderdim. Neredeyse hepsi aynını yapmıştı. Yazdırmışlardı.
E tabi bir de pazarcılar vardı. Bir de zaten bu yazma işini çözmemiz gerekiyordu. Özellikle karpuz ve çilek verdiğim öğrencim Osman Sefa’yı çağırdım önce. Biliyordum çünkü bu yazdırma işi onun başından çıkmıştı.
Gel bakalım Osman dedim. Hadi şu hesabı bi görelim. Topluyoruz çıkarıyoruz hesap tutmuyor. Nerden baksan yarısı açık hesabın.
Ne yaptın Osman dedim. Nerde bu paranın kalan kısmı.
Bir anda kızdı bana. Eliyle dışarıyı gösterdi.
Ya öğretmenim, dedi şu dışarıya bir bak. Bir metre kar var. Hem de çok pahalı dedin zaten. Kim bu havada karpuz çilek alır? Baktım elimde kalacak ben de gelişine sattım, dedi.
Artık o ana kadar tuttuğum kahkahayı koyuverdim ve gün boyu da buna hep birlikte gülmüştük.
Aslında o gün şunu öğrenmiştim Osman’dan baktın olmuyor gelişine satacaksın bazen hayatta. Zarar etmektense kar etmeye de uğraşmayacaksın aslında.
Tabi bu benim bu günden aldığım dersti ama siz siz olun, çocukların gözlem gücünü ve pratik zekasını hafife almayın. Gelişine sizi de satarlar farkında bile olmazsınız.
YORUMLAR
İlkokul Öğretmenliği çok önemli hem de sorumluluk isteyen bir meslek. Sizin gibi hayatı özümsemiş ve çocukları seven, onları kendi çocuklarından ayırmayan öğretmenlerimiz keşke daha çoğalsa memlekette... Hayatı çok saf görüp çok güzel gözlemliyorlar çocuklar. Onlar okulda bir şeyler öğrenirken bizlerde, öğretmenleri de onlardan eminim ki çok şeyler öğreniyoruz... Dersi sıkıcılıktan çıkarıp bu şekilde hayat hazırlayan öğretmenlerimize kocaman bir alkış göndermeli herkes... Güzel bir yaşanmışlık bizimle paylaştığınız için teşekkürler...
lanet olası hayat çok hızlı akıyor diyeceğim ama.... zaman ile ilgili de bir anınız var ise öğrencilerinizle okumak isterim hocam..
zaten herşeyi doğa ana verdi, kimse kimseye bir şey satamaz, bu verdiğiniz para bunlar da çaldıklarım diye karşınıza çıkan olmamış...:(
saygılarımla hocam.
kaleminize sağlık.
sahbeyit
Ne yalan söyleyeyim, sizden bu kadar komik bir yazı beklemediğim için; sabah kahvemi alıp yazının başına oturmuştum tüm ciddiyetimle. Ama Ayşe, Havva ve Osman yüzünden, iki kez püskürttüm kahvemi:)
İki öğretmenin çocuğu olduğum için çok yabancı gelmiyor bu aktiviteler ve yaşanmışlıklar.
Yine “nerde o eskiler” klişesine girmek istemiyorum. Burada genç öğretmen arkadaşların gönlünü kırmak da... Ama gerçekten eski (olgun demek daha doğru:)) öğretmenler bir başka. Dilerim, eksik olmasın sizin gibi öğretmenler. Yeniler sizlerin sabrını, azmini, tüm insani meziyetlerini örnek alsın...
“Aslında o gün şunu öğrenmiştim Osman’dan baktın olmuyor gelişine satacaksın bazen hayatta. Zarar etmektense kar etmeye de uğraşmayacaksın aslında. “ bu da hikayenin başka ve çok önemli bir yanıydı. Ve Osman’ın çok doğru felsefesi, ancak bu kadar güzel ifade edilebilirdi. Bunu sizden öğrenmek de, benim bugünkü kazancım oldu. Hayatım boyunca aklımda tutacağıma eminim...
Ayşe’ye, Havva’ya, Osman’a ve size teşekkürler:)