- 1503 Okunma
- 7 Yorum
- 4 Beğeni
İdeolojik Renkler
-Hadi çocuklar yatma saatiniz gelmedi mi?
-Yarın tatil baba!!
-Hem artık çocuk değiliz, üniversiteliyiz
-Ne yani tatil, ya da üniversiteli olunca vücudun uykuya ihtiyacı olmuyor mu?
-Oluyor ama biraz daha geç uyuyabiliriz anlamındaydı
-Tamam o zaman Zeytin’im son 30 Dk
-Berke sen ne yapıyorsun sesin çıkmıyor
-İdeolojilerin tarihini ve türlerini araştırıyorum, çok farklı ya, kafa karıştırıyor, sanırım bu karışık zihne uyku uğramaz
-Nedir kafanı karıştıran peki
-Aslında somut elde ettiğim bir olgu yok şimdilik, fakat sanki bir şeylere yön verirken, birçok şeyleri tahrip etmişler, ve zaman içinde kaybolmuş gitmişler, bu anlamda bir tek dinler kalmış
-Haklısın, fakat dinleri ideolojiler ile aynı kefeye koyamayız değil mi
- Evet ama dinlerinde kendi içlerinde de, kendine özgü farklı inanç sistemlerine bölünmüşler
-Evet evlat bunu başarmışız
-Peki bu kötü bir şey mi baba, yani bazen geleneklere göre fikirler uygulanamaz mı?
-Tabii ama tek bir şartla “o geleneği dindenmiş gibi bir algıya dönüştürmeden…
madem öyle uykunuz da yok size bir öykü anlatayım da çocukluğunuzdaki
uyku öncesi masal nostaljisi olsun
-Neyle ilgili baba
Dinleyince anlarsın Zeytin’im, toplanın bakalım şöyle
Bir zamanlar Britanya’nın doğusunda,
şimdiki İngiltere’nin 1/4 büyüklüğünde bir adada Aguanlar diye bir topluluk yaşarmış, bu topluluğun kendi adaları dışına çıkmaları kesinlikle yasaktı, bu nedenle dünyadaki hiçbir gelişmeden haberleri olmaz, olmayı da istemezlerdi, böyle bir şeyin büyük felaketler getireceğine inanıyorlardı, bu topluluğun en belirgin fiziksel özellikleri ise kafataslarının şeffaf olup beyinlerinin görünmesiydi, beyinleri ise farklı farklı renklerden oluşuyordu, bu renkler ise hayat görüşlerini temsil ediyordu, bir aguan doğduğundan on sekiz yaşına gelene kadar flu bir renge sahiptir, on sekiz yaşına bastığında ise etkilendiği düşüncenin rengini almaya başlar, aguanlar bunun “kalbin evrilip beyne hükmetmesi” olarak adlandırırlardı..
Adada iki büyük grup vardı kırmızı renkli beyinlere sahip Quiller ve yeşil renkli Nomalar birde farklı renklerden oluşan küçük küçük gruplar
Quiller yaşadıkları adaya ilk gelen, ülkelerinin kurucusu ve kanunları koymuş olan büyük Qutte ye taparlar ve onun çizdiği yolda hayatlarını şekillendirirler, genelde özgürlükçü, dışa dönük ve kültürlü bir yaşam tarzını savunur, Nomaları ise içe kapanık, tutucu ve gerici bulurlardı
Nomalar ise Yüce yaratıcıları Ressam’a inanırlar, Ona ibadet eder ve Onun öğütleri olan satırları, hiçbir şey anlamasalar bile, ezberlerinden okurlardı..
Yönetime, kimin daha çok sayısal üstünlüğü varsa onların liderleri gelirdi
bir seçimden diğer seçime kadar, herkes kendi ideolojisini karşı tarafa anlatıp kalbinde ki “kavram kilidini” değiştirmeyi başarırsa, o kişinin beyin rengi birkaç dakika içinde değişerek ikna olduğu ideolojinin rengine bürünüyordu, bu bazen de kendi yönetimindeki yanlışlara kızıp da kendiliğinden olabiliyordu, bu konuda en başarılı grup hiç şüphesiz yirmi beş yıla yakındır iktidarda olan Quillerdi
Dönemin kralı Quillerin lideri olan Peer Jonti, oğlu Sidare’nin on sekizinci yaş günü hazırlıklarını bir festival havasına çevirmiş, günlerdir beyin renginin griden kırmızıya dönüşmesini beklerken, tam aksine giderek beyazlaşması aguanların gündemine bomba gibi düşmüş ve bu haberler dilden dile dolaşmaya başlamıştı, bu haberin doğruluğu için kraliyet mabedinin önünde biriken binlerce halk, bir açıklama bekliyordu, bu olay onlar için gurur meselesiydi, , kral ise oğlunu utancından, gerçek bir Quil olana dek bir odaya kilitleyip dışarı çıkmasını yasaklayarak, hem halka hem de muhalefete karşı zaman kazanmıştı
Kral beyninin içini çeliğin kayalara sürtünerek çıkardığı kıvılcımlar gibi hissediyordu, aklına yirmi yedi sene önce ölüme terk ettikleri kardeşi Bill Joosee geldi, aynı oğlu Sidare gibi on sekizinci yaş gününde, değişime uğramamış aksine kafatası bir ışık gibi parlamaya başlamıştı, ilk önce anlam veremeyip uzun bir süre beklemişler, fakat Joosee boş durmayıp, bu süre zarfında kendi fikirlerini yani “ortak inanç” dediği sistemi anlatmaya ve büyük bir taraf toplayıp, hatırı sayılı bir kitleye ulaşmaya başlayınca çeşitli suikastlarla birer birer öldürüldüler, Joosee ise bu saldırılardan ağır yaralı olarak bulunarak, babası ve şimdiki kral kardeşi Peer Jonti tarafından vahşı hayvanlarla dolu ormana bırakılarak ölüme terk edilir, o günden beri ise hiçbir haber alınamamış olmasına rağmen, kralın aklına ilk gelen isim o olmuştu…
Sidare’nin odasının kapısı kırılırcasına açılır ve babası kral Peer Jonti, büyük bir hışımla içeri girer ve kapı aynı şiddetle geri kapanır..
-Peer Jonti; bu neyin nesi şimdi, ben sana bir kraliyet vaat ediyorum, sen saçma sapan sorgulayıcı düşüncelerle hayatını ve hayatımızı mahvetmeye çalışıyorsun, neden Pool Sidare neden?
- Yanlışlıkları yokmuş gibi yaşayamıyorum baba, doğrular veya gerçekler orada dururken, kalbim sizin inanç sisteminize boyun eğemiyor, başka fikirleri, inançları değersiz kılarak, olmamı beklediğiniz kişi olamam, insanın kalbi sadece doğruların tırmanabileceği bir dağ olmalı, ben kendi inanç dağıma tırmanacağım baba, bedenimi istediğiniz kadar esir alabilirsiniz, fakat aklımı asla size teslim etmeyeceğim…
Peer Jonti’nin beyninin içindeki çelik kayalara sürtünmesi bir an durur, ve sorar; sen ormana avlanmaya giderdin ve günlerce gelmezdin, bu zaman zarfında yabancı birileri ile tanıştın mı?,
-Pool Sidare; bir an gözden kaçırılmayacak bir şekilde tereddüt ederek hayır der
Kral Peer Jonti, beklediği cevabı dilinden alamasa da bakışlarından çoktan almıştı, geldiği hışımla dışarı çıkar
ve komutanını çağırır
"Komutan morgen, derhal iki adamını yanına al ve gerekirse ormanın altını üstüne getir, bana Bill Joosee’yı bulmadan geri gelme", iki adamını yanına alan Morgen iri kasları ve hayvansı bakışlarıyla atına atlayarak, "Pool Sidare’y,i isteriz" sloganlarını yararak yola koyulur
Kral Peer Jonti’nin meraklı bekleyişi üç gün sonra, kraliyet önünde toplanan halkın bir anda " Bill Joosee,
Bill Joosee " sloganları, kıyamet sesi gibi kraliyet kulesinin kalın duvarlarından içeriye deprem etkisi yaratarak sızmasıyla son bulur, kral içindeki paniği bastırmaya çalışarak pencerenin önüne gelir kendini çok açık etmeden yarım beden dışarıya göz gezdirdiğinde gördüğü manzara karşısında gözleri yüreğini yutmuşcasına büyür, komutan Morgen ve adamları atlarının üstünde elleri ayakları bağlı bir şekilde paketlenmiş ve atlarının mahmuzlarını tutan öndeki atlının kendinden emin ve korkusuzca, kalabalığı yararak kraliyet mabedinin önüne doğru atını süren Bill Joosee den başkası değildi, halk efsaneleşmiş olan Joosee’yi ve nur gibi parlayan beynine bakarak donup kalmışlar ve dillerini kemirircesine "olamaz gerçekmiş" diye mırıldanmalara başlamışlardı.
Bill Joosee kraliyet mabedinin kapısının önünde durduğunda etrafını saran onlarca askere aldırış etmeden kafasını kaldırarak, Kralın orada saklandığını görür gibi, gür ve yıllarca intikam kumbarasında biriktirmiş olduğu derin duygularla seslenir, "çık dışarıya Peer Jonti, seni “fikir satrancına” davet ediyorum...
Fikir satrancı, kralın soyundan gelen her hangi bir kimsenin, fikir değiştirerek farklı bir renge mensup olması halinde, krala meydan okuyarak, ahalinin gözü önünde yerden üç metre yükseklikte dört dik sütün üzerine inşa edilmiş olan kırk metrekarelik bir zemin ve o zeminin üzerinde, zeminin iki ucuna yerleştirilmiş punkar adını verdikleri birbirine bakan iki buçuk metrelik ahşaptan yapılma çarpı şeklindeki direklere elleri ve ayaklarından bağlanarak, önlerindeki her karesine taş bir oturak ve mini bir masa yerleştirilmiş olan, toplam on altı kareden oluşan zeminde, sekizi bir fikrin diğer sekizi de diğer fikrin temsilcisi olarak toplam on altı aquan oturur, punkarlara bağlı olanlar masalarda oturanların münazara ile “kavram kilitlerine” dokunarak,önündeki grubun rengini değiştirmeye çalışırlar, bu iş gün doğumuyla başlanır, gün batımına kadar devam ederdi, bu zaman zarfında kim daha çok, rakip ideolojiyi kendi rengine çevirmeyi başarmışsa o kral olarak ülkenin başına geçerdi, eğer sonuç beraberlikle sonuçlanırsa ertesi gün aynı olay kaldığı yerden tekrarlanarak eşitlik bozulana kadar günlerce devam edebilirdi, bu aquanlar arasında çok önemli bir gelenekti, bu gelenek aynı zamanda, ülkenin kurucusu olan Qutte tarafından da kanunlaştırılmıştı..
Kral gergin adımlarla dışarıya çıkarak "buna senin hakkın yok Bill Joosee" der ve gırtlağını temizledikten sonra devam eder, "senin bize ihanet ettiğin yetmiyormuş gibi, oğlumu da zehirledin"
-Bill Joosee, rakibinin üzerine atlayarak parçalayacak panter gibiydi, yıllarca doğanın ve inancının vermiş olduğu tecrübe ile, sakinliğini koruyarak, yine aynı şeyi tekrar eder "eğer yüreğine güveniyorsan fikir satrancını kabul edersin"
-kral öfkeye dönmüş bir şekilde ağzından salyalar saçarak, "beni şu kafatasının içindeki boş renge mi dönüştürebileceğini düşünüyorsun"
-Bill Joosee, halkın içindeki coşkuyu hissederek, "o senin boş renk dediğin şey, özgürlüğün ta kendisidir sevgili abicğim"
ben sizi beyninizin içindeki prangalardan kurtulmanız için mücadele ediyorum, ve edeceğim de, ne penceresi ne kapısı olan, kör bir kafes örmüşsünüz kendinize, korkuyor musun yoksa kendi karanlığınla yüzleşmekten
kral alaycı bir edayla, ben o fikir satrancı masasına, karşına sekiz değil seksenleri oturtturabilirim, sen kimi oturtturmayı düşünüyorsun, atının üzerinde zafer kazanmış bir komutan havasıyla devam eder, evet kimi, haydi söyle kim var, senin fikrini temsil edecek, böyle boş bir rengi kim savunabilir diye heybetli heybetli bağırır, hem halkı hem de içinde yitirdiği öz güveni yeniden kazanmaya çalışırcasına…
Bill Joosee mütevazı bir dağ duruşuyla
mevzu çokluk değil kralım, şimdilik iki kişiyiz, ben ve Pool Sidare
Halkın bir anda, bir kısmı Bill Joosee diye slogan atarken diğer bir kısmı Pool Sidare diye slogan atmaya başlar..
Kralın buna karşı koymak gibi bir seçeneği yoktu,
karar alınır, kralın seçeceği sekiz, kişiye karşı şansı neredeyse hiç yok denecek kadar Joosee ve Sidare vardı...
Olmak bilmeyen bir sabahla savaşır halk gece boyu, güneşin doğuşunu beklemeden, “fikir satrancı kulesinin” önüne, ellerinde meşalelerle akın ederler, aradan çok geçmeden Bill Joosee gelir, halkı selamyarak kuleye çıkar, ardından Pooll Sidare, daha sonra kralın fikrini temsil edecek sekiz kişi, yüzlerini Joosee’nin bağlanacağı Punkara bakacak şekilde otururlar, Sidare ise kral babasının bağlanacağı punkarı karşısına alarak oturur, Sidare ve diğer sekiz kişi, avuçlarını inanç renklerinin göstergesi olan beyinlerine yerleştirerek, vicdan yemini ettikten sonra beklemeye başlarlar, çok geçmeden kral da halkını selamlayarak, kendi punkarının önünde durur, hakemler kuralları tekrar okur ve avuçlarını alınlarına koyarak vicdan yeminini ettikten sonra, her iki münazaracı kendi punkarlarına bağlanırlar, punkarların tam yanında bulunan su saatleri hakemlerin kontrolünde güneşin doğmasıyla başlatılacaktı, su saatleri kum saatlerine benzer bir şekildeydi, farklı olan tarafı kum yerine su akmasıydı, üst bölümdeki yaklaşık bir litrelik temiz su, orta tarafa yerleştirilmiş çamurla buluşarak al tarafa pis bi su olarak damlardı, bu da insan ömrü gibi zamanı nasıl da kirletiğimizi temsil ederdi, su bitene kadar münazara edilir su bitince karşı taraf başlardı, sonra sular tekrar dolar, tekrar boşalırdı, bu işlem gün batımına kadar devam ederdi...
Hakem boruyu öttürür ve Kralın su saatinin arasındaki engeli çekerek suyu özgür bırakır ve münazara başlar
kral Peer Jonti, oğlunun gözlerine minnetle bakarak, atalarından başlar anlatmaya, ideolojilerinin inceliklerini, savaşlarını ne kadar modern olduklarını, geleceğin bu modernlikle anca inşa olunup kurtulabileceğini, uzun uzun anlatır
su saatinin son damlası düşmesiyle birlikte, Sidare; bunları doğduğumdan beri dinliyorum Kralım der..
Ve sonra diğer hakem Bill Joosee’nin su saatini başlatır,
kardeşlerim diye başlar Joosee, biliyorsunuz insan erdemi için yaşar ve ölür, yaşamı boyunca yapması gereken en önemli şey kalbini ve zihni korumak değil midir, şimdi şu su saatini görüyor musunuz, işte o aradaki çamur gibidir ideolojiler, temiz düşüncelerimizi kirlettiğimiz çamurlu bir süzgeçten başka bir şey değildir vicdanları merhametleri yoktur, zamanımızı kirletip dururlar en kötüsü de bunu aklımıza hangi renk elbise dikilmiş ise, o rengin doğruluklarına inandırılarak yapılır, sen der! en zayıf halka olarak hissettiği ekinlerden sorumlu meclis üyesine, sen bir Noma olarak Dünyaya gelmiş olsaydın, şimdi aynı fikri savunuyor olur muydun,
sonra hemen en solda oturan bir Noma ya seslenir, sen kardeşim, Ressam’ın size yazmış olduğu kelimeleri neden anlamszlaştırıyorsunuz, tek derdiniz çizmiş olduğu o çok şaşaalı bahçeden bir yer kapmak, oysa burada gördüğünüz ne varsa onun kelimesidir hepimizi Ressam çizmedi mi, hatta Qutte’yi bile, işte ortak inanç budur dostlarım, Qutte’ye de abartmadan değerini vermektir, Ressama da, ortak inanç da düşman yoktur, var olan bütün değerlerimize geleneklerimize, inançlarımıza sahip çıkarak, ayrıştırarak değil, birleştirerek daha güçlü, daha zengin olmak demektir, unutmayın bütün ideolojiler kendini tanrı ilan edeceği köle beyinler ararlar...,
su saatinde 15-20 damla kalmamıştı ki, ikisi Noma, toplam üç aquanın kafatası renkleri önce fluya sonra da ışık gibi parlamaya başlamıştı..
Kral Peer Jonti, ne yapsa olmuyordu, güneşin batmasına saatler kala Joosee’ nin önünde rengi değişmeyen kimse kalmamıştı…
Sonunda güneş batmış kralın cümlelerinin gücü inancının gücüne erişememişti, halk yeni krallarını dağları inletircesine ilan etmeye başlamışlardı bile; Bill Joosee, Bill Joosee,
Kral ve Joosee punkardan çözülerek indirilir, Kral bir işaret verircesine yumruğunu sıkarak kaldırır kaldırmaz, kurumuş dudaklarını soğuk suyla buluşturmuş olan Bill Joosee’nin, vücuduna yüzlerce ok saplanarak yere yığılır, bunu gören Sidare kendinden geçer, Bill Joosee’nin vücuduna saplanmış oklardan birini hızla çeker ve bir yay gibi gerilerek babası kralın Peer jonti’nin gırtlağına saplar, bunun ardından fikir satrancının olduğu kule ok yağmuruna tutularak, hakemler dahil tek canlı kalmaz, halk isyanları günlerce sürer…
Fakat aradan aylar geçer ülkede herkesin beyinleri artık bembeyaz ışık saçıyordu, artık "ortak inanç" yönetime geçmiş
her hangi bir muhalefeti olmayan inançların dengesini kurarak tek çatı altında toplamayı başarmışlardı
Elli yıla yakın kardeşçe ve huzurla yaşayan halkın içinde yavaş yavaş, Bill Joosee’nin “ortak inanç” inancına, karşı Pool Sidare’nin notlarından yola çıkarak, “değişim inancı” diye bir inançla karşı koyarlar, kafataslarının renkleri alacalı bir hal alır ve yine yüzyıllarca sürecek büyük inanç savaşları başlar…
İşte çocuklar ideolojiler böyle masum görünen, kardeşi kardeşe düşman edebilen bir yapıdır, gerek dini, gerekse evrensel diye tanımlanan ideolojilerin tamamı, kendinden olmayanı bir zombi mantığıyla yutmak ister, bu ideolojilerin fikir babaları kendi inançlarının savaşını verirlerken, onlarca yıllar sonraya ait nasıl bir silah icat ettiklerinden haberleri olmuyor maalesef,geleceği bir nebze görebilselerdi, bu savaşları veriler miydi acaba?
Hadi bakalım çocuklar şimdi uykuya...
(Not; İdeolojik Renkler adlı öyküm, uzun olması sebebiyle kısmı yerler kısaltılarak yayınlanmıştır)
YORUMLAR
Oldukça ilginç ve güzel bir anlatım. Teşekkür ediyorum. Ellerine/klavyene sağlık.
İnsanı farklı kılan düşünmesi, akletmesi. İdeolojinin niyeti ise insanı akletmekten alıkoymaktır. Yani "sen düşünme, ben senin yerine düşünürüm" demeye getirmek. Bir anlamda karşındakini değersiz kılmak. Çünkü akletmek insanı değerli kılan şeydir aynı zamanda. Özgürlük ise kişinin beyninde, akletmesinde başlar. Bunları baskılayan beşeri şeylerden sıyrılmak ile özgürlüğe adım atılır. Ancak bunda da sınırları bilmek gerek, aksi taktirde kişi kendisini tanrı yerine koymaya başlayıp haddini aşabiliyor. Akletme, düşünme işlevini bizatihi yaparken başkalarının da akledebilecegini, akletmesi gerektiğini düşünmek özgür ortama katkı sağlamak olacaktır.
Selam ve hürmetle.
Bir solukta okunan yazınızın tümünü de paylaşsanız okunurdu, eminim... Yazı diliniz (uzun cümlelerinize rağmen) tüm ayrıntıları açıklayacak kadar yalın...
"ideolojiler böyle masum görünen, kardeşi kardeşe düşman edebilen bir yapıdır, gerek dini, gerekse evrensel diye tanımlanan ideolojilerin tamamı, kendinden olmayanı bir zombi mantığıyla yutmak ister."
Yazının özeti!..
Kurgusal bu anlatımın gerçekleşmesine bugün insanlığın ne kadar çok gereksinimi var!..
Kaleminize sağlık, içtenlikle kutlarım.
Saygılarımla.
Abdulkadir BOSTAN
beğeni ve yorumunuzla değer kattınız
umudumuzu kaybetmeme temennisiyle
hürmetlerimi bırakıyorum..
yazının elementlerindeyim ben hâlâ. bana hissetirdikleri inanilmaz. ve her okuyuşumda yeni bir yerini keşfediyorum. çok çok güzeldi cidden. hayran olmamak el de değil.
düşünmek çok kıymetli
düşündürmek
teşekkür ederim
sevgiler
.
Abdulkadir BOSTAN
ne mutlu diyelim o zaman, düşünebiliyor ve düşündürebiliyorsak
sanırım düşünebilmek beynin nefes alması gibi bir şey olsa gerek
hürmetle...
'' ortak inanç'' şeklinde isimlendirilen inanma biçimi de aslında bir ideolojidir. İnsanın özgür kalabilmesi artık mümkün değildir. Düşünebildiğimiz ve üretebildiğimiz sürece kendimize yeni hapishaneler sürekli yaratacağız. Aslında bizim için yaratıldıklarını düşündüğümüz hayvanlar gerçek özgür olanlardır ve yaşamın keyfini gerçek anlamda çıkaranlardır. Ben böyle düşünüyorum. Hayat en saf hali ile ve kelimeler en basit hali ile güzel aslında.
Düşündürücü ve yaratıcı idi. Teşekkürler.
Sevgilerimle...
Abdulkadir BOSTAN
zaten ana fikri buydu öykünün "ortak inanç" ne kadar iyi niyetli de olsa sonuçta ideoloji olarak karşımıza çıkıyor,
yorumun nokta atışıydı
hürmetle...
Hocam Harika bir hikaye
İdeolojisini yaymak için halkı kul köle yapanlardan vede kendini tanrılaştıranlardan Allah bizi korusun
Nice saygılarımla
muslumbayram tarafından 5/28/2020 11:05:01 AM zamanında düzenlenmiştir.
Abdulkadir BOSTAN
bu dünya ideolojilerden çok çekti ve çekmeye devam ediyor
çok teşekkür ediyorum beğeni ve bu güzel yorumunuza
her daim hürmetle...
Abdulkadir BOSTAN
beğeni ve yorumunuza
hürmetle...