- 689 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Buruk ve Hüzünlü bir Bayram…
Geçmiş bayramlarda genel olarak yazılarıma şöyle başlardım: “Aaah nerede o eski bayramlar” demeye başlamışsanız bilin ki yaşlandığınızın resmidir.” Derdim.
"(Nerede o eski bayramlar?)” Bir soru olmaktan çok arayıştır, beklentidir ve bütün devirlerde bazen yazı konusu, çoğunlukla da sohbet vesilesi olarak söylenmiş bir serzeniştir.
İslam âlemi, bir yandan "onbir ayın sultanı" rahmet, bereket ve mağfiret ayı ramazanın ardından bayrama kavuşmanın sevincini yaşarken, bir yandan da bayramı salgının gölgesinde geçirecek olmanın burukluğunu hissediyor yüreğinde.
Bu yıl Ramazanın salgının gölgesinde geçtiği gibi Ramazan Bayramı da salgının gölgesinde devam ediyor. Belki bu yıl olduğu kadar hiçbir dönemde bu arayış bu kadar gerçek ve derinden hissedilmiş bir arayış olamamıştır... Rüyada konuşamamak gibi varlıkta yokluk yaşanıyor...
Dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını tedbirleri kapsamında,
Türkiye’nin 81 ilinde arife gününden başlayıp Ramazan Bayramı boyunca uygulanacak olan sokağa çıkma kısıtlaması nedeniyle bu yıl bayramı buruk şekilde karşıladık ülkece.
Kovid-19 salgını kapsamında alınan tedbirler ve uygulamaya konulan kısıtlamalar, ulaşımdan sanayiye, sağlıktan eğitime, üretimden tüketime, ekonomiden dış politikaya kadar birçok alanda hayatı yeniden şekillendirirken, şenlik havasında geçen bayramı da etkiledi. Etkiledi de bakalım Gelecek Kurban bayramımız ne olacak. Eğer salgını önleme ve bulaş tedbirlerimizi kendimiz almaşsak çok zor görünüyor.
Bu konuda Devlet kendi üstü üstüne düşeni yaptı ve yapmakta. Özellikle Sağlık Bakanımız, doktorlarımız, hemşirelerimiz, sağlık çalışanları ve Sağlık Bakanımızın Başkanlığında 10 Ocak 2020 tarihinde oluşturulan ‘Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu’ üyeleri. Kurul üyeleri ebola, kırım kongo ve grip konusunda tecrübeli kişilerden oluşmaktadır. Çeşitli bilimsel akademik çalışmaları olan kişiler olmakla beraber aynı şekilde uluslararası alanda hastalık konusunda yapılan çalışmaları incelemektedir…
Evet, Türkiye salgının gölgesinde buruk bir bayram sabahına uyandı demiştik…
Evde yalnız başlarına kalan eşler bile birbirlerine ’hayırlı bayramlar’ deyip bayramlaşamadılar belki de, diyememişlerdir, dilleri varmamıştır bu kelimeyi kurmaya birbirlerine yüreklerinin burukluğu nedeniyle…
Gündelik hayatı yeniden şekillendiren koronavirüs salgını, asırlardır süregelen bayram geleneklerini de sekteye uğrattı.
Sokağa çıkma kısıtlaması uygulaması nedeniyle 81 ilde ’Nerede o eski bayramlar?’ dedirtecek bir Ramazan Bayramı sabahına uyanmanın olmanın burukluğunu yaşadı yaşıyor.
Görsel ve Yazılı basından izlediklerim kadarıyla salgının gölgesinde geçen ve geçmekte olan bu bayram, bayram namazı için hıncahınç dolan camiler tarihi sessizliğe büründü.
Pandemi, bayram namazı ve kutlamaları ile asırlardır uygulanan aile büyüklerini ziyaret etme ve el öpme, misafir karşılama ve ikramda bulunma, bayramlık kıyafet giyinme, çocuklara şeker ve harçlık verme gibi birçok geleneği bu Ramazan Bayramı’nda sekteye uğrattı.
Diyanet İşleri Başkanlığının Kovid-19 tedbirleri kapsamında camilerdeki toplu ibadet ve faaliyetlere ara vermesi nedeniyle Bayram Namazı kılınamadı, asırlık gelenekler uygulanamadı…
Bayram sabahları hıncahınç dolan tarihi camilerimiz başta olmak üzere ülkedeki tüm camiler tarihi bir sessizliğe büründü. Namazın ardından cemaatin birbirleriyle bayramlaştığı, lokum ve şekerlerin ikram edildiği cami avlularında -görmedim ama hissediyorum- mahzunluk hâkimdi kesinlikle.
Sokağa çıkma kısıtlaması nedeniyle arife günü ve bayram sabahı yapılamayan kabir ziyaretleri ise üstüne tuzu biberi oldu. Beni en çok bu hüzünlendiren, etkileyen, kalbimi buran bir durumdu bu.
Çünkü anama, babama, kardeşime ve diğer kaybettiklerime gidemedim.
Şükür ki vatandaşlar, sadece şehit yakınları ve refakatçileri bayramın birinci günü şehitlikleri ziyaret edebildiler. Bu biraz avuntum oldu. Bu vatan için canlarını, kanlarını veren şehitlerimiz yalnız kalmadılar…
Bu salgın, bayramların önemi bir kez daha hatırlatmadı mı bizlere dersiniz…
Bayramın burukluğunu en çok da çocuklar ve yaşlılar yaşıyor bu günlerde.
En güzel kıyafetlerini giymek için heyecanla bayramı bekleyen çocuklar, şeker ve harçlık toplayamadılar.
Aile büyüklerinin evlerinde toplanıldığı, hem göze hem mideye hitap eden, özenle hazırlanan büyük sofralarda 7’den 70’e tüm aile bireylerinin bir arada yemek yiyip sevincini paylaştığı Ramazan Bayramı, bu yıl buruk geçiyor bu nedenle.
Herkesin kendi evinde çekirdek ailesiyle geçireceği bu bayramda, sokağa çıkma kısıtlaması nedeniyle bayramların olmazsa olmazı ziyaretler ve el öpme âdeti de yapılamadı.
Çocuklarının ve torunlarının gelmesini dört gözle bekleyen ve kalabalık bayram sofralarının mimarı olan yaşlılar ise hayatlarında ilk kez böyle bir bayrama tanıklık ediyor.
Belki de salgın, son yıllarda tatil olarak değerlendirilen ve ziyaretlerin azaldığı bayramların önemini bir kez daha hatırlatacak bazılarına.
Ama durumumuzun geneline bakarsak şöyle diyebiliriz…
Bayramları tatil fırsatı olarak görenlerin seçimi de anne babanın, büyükanne, büyükbabanın, aile büyüğünün evinde toplanmanın, bayram sofrası kurmanın, çocukların bayramlık elbise ve harçlıklarının, oyunların, eğlencenin, sohbetin tercihinde olanların özgürlüğü de yok bu bayramda.
Tatil düşüncesi düşlerde kaldı, gelenek de geleceği bekleyecek. Sosyalleşme, sosyal medyaya kaldı. İnternet ve telefon aracılığıyla görüntülü bayram kutlamaları ve sevdiklerimizle, akrabalarımızla, arkadaş ve dostlarımızla hasreti gidermeler başladı… El öpmeye yetmese de görüntülü görüşmeler ve kısa video paylaşımları arttı parmaklarımızda…
Sosyal Sanat gruplarımızın günlerini bile sanalda yapmaya başladık…
Emojiler ve kopyalanan kalıplar daha çok bu bayramda aktarılıyor birbirimize…
Velhasıl kelam dostlarım: Bayram boyunca uygulanması planlanan sokağa çıkma kısıtlaması nedeniyle bu yıl, bir arada bulunmanın tadına varamayacak olmanın hüznü ve mahzunluğuyla Ramazan Bayramı geçiriyoruz…
Şair Abdurrahim Karakoç’un "Bayramlar Bayram Ola" şiirinde yer verdiği gibi, "Ana, bu bayram mı? Aman çok ayıp/Çocukken gördüğüm bayramlar hani?/Mübarek elleri öpüp, koklayıp/Yüzüme sürdüğüm bayramlar hani?/Hani ya o özlem, hani ya o tat?/Ne dışım kaygusuz, ne içim rahat/Haftalar öncesi her gün, her saat/Babamdan sorduğum bayramlar hani?" dedirtecek buruk bir bayram sabahına uyanıldı
Kaynaşmak ve paylaşmak zamanıydı oysa bayramlar…
Müslümanların dini bayramları olan Ramazan ve Kurban bayramlarının insanları birleştiriciliği vardır. Benlik kisvesinden çıkıp Bizlik kisvesini giyme zamanıdır dini bayramlarımız…
Bayramlarda, din ve sosyal normların aynı düzleme gelir. "Bayram sosyalleşmektir, sosyalliğin kimyası içinde insanın kendini bulmasıdır. Kolektif hafızanın canlandırılması, insanların iletişimi ve irtibatı, birbirinden haberdar olması, büyüğün, küçüğün sayılıp sevilmesinin vesilesidir. Kaynaşmak ve paylaşmak zamanıdır bayramlar. Sofrada bir araya gelmek, sevinci çoğaltmaktır. Hazırlık aşamalarında heyecan, kutlamalarda duygu birliği yaşamaktır."
Ramazan Bayramı, ayın hilalden hilale devrini tamamladığı süreçte günden güne yaklaştığını daha yakından hissettiren, arife gününde kabir ziyaretleriyle hazırlıkların tamamlandığı ve bayram namazının, erken başlayan günün ve bayramlık kıyafetlerin gözlendiği bir bayramdır...
Türklerde İslamiyet öncesinden bugüne bayram gelenekleri ise şöyle geçmektedir tarihi yazıtların incelendiğinde…
Türklerin İslamiyet öncesinde de bayramları olduğu görülmekte, Hunlar ‘da devlet büyüklerinin her yılın başında hükümdarın karargâhında, beşinci ayda da Ötüken’e yakın bir yerde toplanıp Tanrı adına kurban kestikleri ve büyük törenler tertip ettikleri, Göktürkler ‘de de halkın beşinci ayın ilk yarısında Gök Tanrı’ya ve yerin ruhlarına kurban kestikleri anlatılmakta, Dede Korkut metinlerinde görülen Bayındır Han’ın düzenlediği toy merasimlerinin de bayram olarak görüldüğü yazılmaktadır…
İslamiyet açısından bakılınca Hz. Peygamber’in Medinelilerin eski bayramlarını kaldırıp, Ramazan ve Kurban bayramlarını teşvik etmesinden beri merasimlerle oyunlarla ve sohbetlerle bayramların kutlandığını aktarılmaktadır bazı din büyüklerimiz tarafından…
Bir okuduğum metinde şöyle anlatılmakta:
"Selçuklu saraylarında da ihtişamı vardı bayramların Osmanlı saraylarında da. Hırka-i Saadet Dairesi’nden başlayıp mehterlerin arz-ı endam ettiği, hediyelerin sunulduğu meydanlara ve halka kadar renkli, bayram kelimesinin anlamına yakışır şekilde neşeliydi. Kutlu olduğu için kutlanırdı bayramlar, tebrike değer olduğu için tebrik edilirdi. 15. ve 16. yüzyıldan itibaren örneklerini gördüğümüz Iydiyyeler (Bayramiyyeler) şairlerin harçlıklarını çıkarma vesilesiydi. Devlet kademelerinin teşrifatlarında hediyeler, bahşişler, el öpmeler ve türlü bayram adetleri bu şiirlerin de konusu olabilmiş hayatın konusu olduğu gibi. Mehter musikisi ile beraber mesire yerlerinde, semai kahvehanelerinde düzenlenen fasıllar renkli sahneler oluştururken, dini musiki alanında bayrama mahsus bayram salası, temcid ve ilahiler okunurdu. Bekçi babaların ’ramazan-name’ tabir edilen eserlerde örneklerini gördüğümüz, ramazan boyunca davulcu eşliğinde insanları sahura kaldırmak üzere sokak sokak gezdiklerinde okudukları şiirler ramazanla, bunların bir kısmı da bayramla ilgili olmuştur."
“Bayram şekerle tatlanmıyor sensiz Anne! Ve sensiz Bayram olmuyor Baba!" diyesim geliyor geliyor da zamanı geriye çeviremiyorum…
Sosyal medyada gazetede gördüğüm çocuğu kardeşime benzetiyorum, başka birini büyüğüme...
Ve her sevdiğime bir cümle söylüyorum içimden. Gözlerim dostlarımı, arkadaşlarımı, hısım akrabayı arıyor, balkondan sokağıma bakarken boş gözlerle.
Sanki bana ait olmayan denizaşırı bir ülkede, vatanımdan ayrı, gurbette olduğum hissini kapılıyorum bir an, evimin üzerinden Buca/Kaynaklar ’da balık haline gidip bayram hediyelerini almak için uçan martıların sesini duyunca...
Arkadaşlarımı, dostlarımı, akrabalarımı hatta camide bayram namazlarından sonra ellerini öptüğüm ihtiyarları bile düşünüp, ararken gözlerim, bayramda çocuklarımın, torunlarımın evim de cıvıl cıvıl sesleri yokken, ’mutluluk’ olmadı bana.
Huzur içindeki hüzün, hüzün içindeki huzur… Mutluluk ile hüzün arasında gidip gelen bir psikoloji.
Ortası olmayan uçlardan ya biri veya diğeri…
"Evde kal" günlerinin insanlara kendini bulma fırsatı sunduğunu, bu düşünme ve sınırların, duyulan özlem ve arayışların, geleneklerin canlanmasını sağlayabileceğini düşünüyorum.
Gelecek bayramlarda bu biriktirilen "keşke" tohumlarının boy verdiği neşeli günlere dönebileceğini düşünüyorum. Umarım düşlerim beni yanıltamaz ve görürüm gelecek bayrama kadar yaşarsam.
Fakat çok zor görünüyor bu çünkü biz kolay alışan ve kolay unutan bir milletiz. Ama dilerim şu önemli meseleyi unutmayız. Neydi deseniz? SEVMEK diye cevaplarım her zaman sizi... Sevmek çok önemli bir duygudur. İnsan varlığının olmazsa olmazıdır, her iyiliğin başlangıcıdır, savaşların sonlanmasıdır…
Evet dostlarım bu günlük buraya kadar. Fakat şunu hiç unutmayalım: ’SEVMEK’ kelimesini, yaşam sevgiyle başladı. Rabbim insanı sevdi yarattı, içine bir damla sevgi kattı Dünyaya yolladı. Sev kardeşim; Yaratandan dolayı yaratılmış her şeyi sev...
Sevin, sevilin, sevmek dünyadaki en büyük güzelliktir.
Hayat sevince güzel ve diyelim ki her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…
Gönlünüzden geçen her güzel şeyin hayalden çıkıp, gerçeğe dönüşmesi dileğiyle hepinize hayırlı, sağlıklı ve mutlu bir gün olsun ve ağız tadıyla sürsün bayramınız…
Sevgi ve muhabbetle, hoş kalınız, hoşça kalınız, dostça kalınız, sevgi ve aşkla kalınız...
25.05.2020
Ömer Sabri Kurşun
YORUMLAR
Buruk ve hüzünlü bir bayram yaşasak da devletimizin aldığı tedbirler hepimizin iyiliği için olsa gerek, bize de bunlara azami derecede uymak düşer. Çocuklar ve yaşlılar için daha da bir hüzünlü yaşanılan durumlar, ama onunda çözümünü kısmen de olsa bulmuş teknoloji, banka hesabına EFT yapıyorlar geçip gidiyor. Cepten de görüntülü konuşurken dedelerinin ninelerinin ellerini sembolik de olsa öpüyorlar... Bir iyi tarafı da ailesini yoğun işlerinden dolayı ihmal edenlerin onlarla daha sık bir araya gelebilmeleri... Bunları da unutmamalı... Kutlarım...