- 1108 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ASKER DUASINDAN HABABAM SINIFINA PİŞMİŞ TAVUĞUN BAŞINA GELMEYENLER---1.BÖLÜM---
Önce Asker duasından başlayalım. Yani Ziya Gökalp’in ölümsüz şiirinden.
Bu şiirin sözleri aslında şöyledir:
Elimde tüfek, gönlümde iman,
Dileğim iki: Din ile vatan..
Ocağım ordu, büyüğüm sultan,
Sultana imdad eyle ya Rabbi!
Ömrünü müzdad eyle ya Rabbi!
Yolumuz gaza, sonu şehadet,
Dinimiz ister sıdk ile hizmet
Anamız vatan, babamız millet,
Vatanı ma’mur eyle Ya Rabbi!
Milleti mesrur eyle ya Rabbi!
Sancağım tevhid, bayrağım hilal
Birisi yeşil, ötekisi al,
İslam’a acı düşmandan öc al,
İslamı abad eyle ya Rabbi!
Düşmanı berbad eyle ya Rabbi!
Kumandan, zabit babalarımız,
Çavuş, onbaşı ağalarımız,
Sıra ve saygı yasalarımız,
Orduyu düzgün eyle ya Rabbi!
Sancağı üstün eyle ya Rabbi!
Cenk meydanında nice koçyiğit,
Din ve yurt için oldular şehit,
Ocağı tütsün, sönmesin ümit,
Şehidi mahzun etme ya Rabbi!
Soyunu zebun etme ya Rabbi!
Şiirin aslı budur. Ancak bugünkü Devlet başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 1997 yılının 6 Aralık günü Şiirt’te okuduğu dörtlük bu şiirde yoktur.
O dörtlük de şöyledir:
Minareler süngü, kubbeler miğfer
Camiler kışlamız, müminler asker,
Bu ilahi ordu dinimi bekler
Allahu Ekber, Allahu Ekber.
Daha sonraları Erdoğan’ın okuduğu sürümün, Türk Standardları Enstitüsünün 1994’te çıkarttığı ‘’Türk ve Türklük’’ kitabında bulunduğu ortaya çıktı ancak kim tarafından değiştirildiği anlaşılamadı. Yani Ziya Gökalp’in orijinal şiirinde yoktu, sonradan eklemeydi o dörtlük.
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı, Erdoğan hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 312/2 maddesine göre "halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek" suçlamasıyla hazırladığı iddianamesini 12 Şubat 1998’de tamamladı. Bir yıldan üç yıla kadar hapis istemiyle dava açılan Erdoğan’ın yargılanmasına 31 Mart 1998 günü başlandı. 21 Nisan 1998’de sonuçlanan dava, Erdoğan’ın iddianamede bahsedilen suçu işlemesiyle sonuçlandı ve Erdoğan’a bir yıl hapis ile 860 bin TL ağır para cezası verildi.
Daha sonra kendisini duruşmadaki hâli ve tavrı göz önüne alınarak cezası 10 ay hapis ve 176 milyon 666 bin 666 TL para cezasına çevrildi. 3 Haziran’da açıklanan gerekçeli karara göre Erdoğan, "Siirt’te yaptığı konuşmayla dindar ve dindar olmayan diye bölünen kesimler arasındaki gerginliği canlı tutmayı amaçlamakta"ydı. "Bunları inanç birliği maksadıyla söyledim" şeklindeki ifadesinin inandırıcı bulunmadığı belirtilirken, "benim referansım İslam’dır" diyerek topluluğu inanan ve inanmayan olarak ayırdığı belirtildi. "Cezanın ertelenmesine yer olmadığı" ibaresinin de yer aldığı kararın bir aykırı oya karşılık oy çokluğuyla alındığı ve Yargıtay’a başvurulabileceği kaydedildi.
Mahkemenin aldığı karar 23 Eylül’de Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından, bire karşı dört oyla onaylandı. Kararın ardından kendisine siyasi yasak getirilen Erdoğan, herhangi bir partiyle birlikte veya bağımsız olarak herhangi bir seçime katılamayacaktı.
25 Eylül’de Yargıtay tarafından açıklanan gerekçeli kararda Erdoğan’ın söylemlerinin "savaş çağrısı" niteliği taşıdığı belirtilmekteydi. Ceza infaz yasası gereği hapis cezası 4 ay 10 güne inerken, çeşitli ertelemeler sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini bırakarak 26 Mart 1999 günü Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesindeki Pınarhisar Cezaevi’ne girdi. 24 Temmuz 1999’da ceza süresini tamamlayarak cezaevinden tahliye edildi.
O mahkumiyet kararı bizde bir takım şeylerin asla değişmediğini ve değişmeyeceğini göstermesi bakımından da önemlidir.
Nedir o değişmeyecek şey? Diye soracak olursanız?
Düşünce ve fikir özgürlüğü üzerindeki baskılar...
1982 Anayasamızda da ondan önceki anayasalarda da üç aşağı beş yukarı şöyle deniyordu düşünce ve fikir özgürlüğü konusunda: 1982 Anayasası 26.Madde: ‘’Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.’’
Peki 1997 de böyleydi de o çok çok demokratik, çağdaş, ilerici ci-ci-ci dönemlerde herhangi bir baskı yok muydu? Yani mesela bizim bazı vatandaşlarımız ‘’Eskiden özgürlük vardı, hoşgörü vardı, bu ülkenin düşünen beyinleri, aydınları serbest serbest yazarlardı, bugünkü gibi bir zulüm, baskı, istibdat yoktu?’’ Derlerken haklı mıdırlar?
Evet, sorunun cevabını bilenler kıkır kıkır gülmeye başladılar bile. Ama hayatları sadece ve sadece slogandan ibaret olanlar ‘’ Elbette öyleydi’’ Diyeceklerdir kesinlikle. İşin daha da komiği bu baskılar kendilerinin çok çok sevdiği, hatta sevmekten öte adeta tanrılaştırdığı şairlere, yazarlara yapıldığı halde....
Hatta dahası...
Dahasını yazmayım. Sadece bir kaç saniye süren şu videodaki itirafı izleyin: www.youtube.com/watch?v=qyiI8RO6YyI
Peki Hababam Sınıfı ne alaka?
Hababam Sınıfı’nın yazarı Rıfat Ilgaz da düşünce ve fikir suçlarından ömrünün bir bölümünü hapislerde geçirmiştir; alaka oradan.
Peki onu hapse gönderen şiir nasıl bir şeydi?
1944 Yılında Rıfat Ilgaz, içinde 19 şiir bulunan ‘’Sınıf’’ adlı bir kitap çıkarttı. Bu kitapta yer alan şiirler yüzünden de hapsi boyladı.
Üzerinde en çok durulan şiir de SINIF Başlığını taşıyan şu şiirdi.
Bizim kadar Feyzi Hoca da
Yaka silkerdi Kadıoğlundan
Kime çekmiş derdi bu Yezit
Öyle ya iyi adamdı babası
Kapısı açıktı otuz Ramazan
Memleketin ileri gelenlerine
Alikıran baş kesendi sınıfta
Lafı ağzımıza tıkar
Zorla dinletirdiineklerinin
Kaç kova süt verdiğini.
Ve motorlarının Gülcemal’i
Ve gözünü budaktan esirgemeyen Halil’im
Kıyı kıyı kaçardın Kadıoğlundan.
Yemek paydosunda bizden saklı
Bir soğanı yoldaş ederdin
Sacda pişmiş ekmeğine
Her Salı
Sergi açardın cami avlusunda
Tuz satardın, yumurta satardın
Gümrükçünün hesabına
Biz aynı gün hesaplaşırdık hocamızla
Şu kadar bin liranın ne getirdiğini
Yüzde beştan şu kadar senede
Ertesi gün karşımızda kıvırırdın
Yarım ekmekle çarşı helvasını
Benim yumruğuna sıkı Halil’im
Çekerdin sineye Kadıoğlu’nun
Yakası açılmadık küfürlerini
Tuhaf gelirdi uysallığın
Nereden bilecektim onların çiftliğinde
Babanın yanaşma olduğunu.
Evet. Bu şiir acayip şekilde komünizm propagandası yapmaktadır. Maazallah bu şiir yüzünden memleket komple komünist olabilir. Ama kitaptaki tek şiir bu değildir, başka komünist şiirler de vardır.
Sonunda mahkeme, gerekçesini şöylece açıklar:
Suç mevzuu olan “Sınıf” adlı şiir kitabının tetkikinde ise, “Çocuklarım” başlıklı şiirde: “Tahsil çağındaki çocukların yoksul ve aç olduklarını,temin-i maişet(geçimlerini sağlamak) için hariçte çalışarak mektebe gelmediklerini, mamafih bu açların gözü tok, kendilerine değil diğerlerine acıyarak ve fisebilüllah( Allah rızası için) yardım edecek diğerkam, feragat sahibi insanlar olduğu manası çıkıyor ve bu arada ‘Orta Asya’dan konuştuk laf kıtlığında’ demek suretiyle milliyetçilere taş attığı,
(…)Remzi başlıklı parçasında ise: Bir fakir talebenin perişan halini tasvir ediyor ‘ne var bunda sıkılacak, utanmak bize düşer’ demek suretiyle cemiyetimize tarizde bulunduğu, çocuk dersini bilmiyor,fakat her şeyin piyasasını ve karaborsayı bildiğini ve bunun kendisine yeter olduğunu söylüyor ‘bilmediğin şahsi zamirler olsun’ demekle cemiyetimizin iç yüzüne tarizde bulunduğu,
Sınıf başlıklı yazıda ise …komünistlere mahsus yoldaş kelimesini kullanarak zenginlere tarizde bulunduğu ve aynı zamanda bu yazıda mektep sınıfından bahsederken zengin ve fakir halk arasındaki tezat ve münasebeti belirtmek suretiyle halk, zümre veya sınıflarına intikal etmiş olduğunu,
Şu hale nazaran: mevzubahis kitap münderecatı( İçeriği) itibarı ile işçilerin lehinde ve sermayedarlar ve hükümet aleyhinde ve T.C.K.’nin 142. maddesinin tarifatı( Açıklamalar, tarifler) dairesinde memleket dahilinde içtimai bir zümreyi sermayedarları ortadan kaldırmak gayesiyle yazılmış bir propagandadan başka bir şey değildir.
Bundan başka muharririn kendi ifadesine göre öteden beri komünist olarak tanınmış Hasan İzzettin Dinamo’yu mektep talebeliğinden beri yazılarını okumakla tanıdığını veya yazılarını beğendiğini ve kendisiyle de son zamanlarda İstanbul’da görüştükleri nazarı itibara alınırsa maznunun öteden beri şahsen solcu fikirlerle meluf olduğu, bu halinin kanaatimizi teyit mahiyette olduğu görülmüştür.
Sonuç: 6 Ay Hapsine, sürdürmekte olduğu öğretmenlik mesleğinin sona erdirilmesine ve sadece 25 gün piyasada kalan kitaplarının toplatılıp imha edilmesine karar verilmiştir. 10 Ağustos 1944
Peki hepsi bu kadar mı?
Değil maalesef.
Fikir ve düşünce özgürlüğünün günümüzden kat kat daha iyi olduğu o günlerde sadece Rıfat Ilgaz’ın nekadar büyük bir özgürlük içinde olduğunu anlatmaya devam edeceğim. Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Sabahattin Ali’ nin özgürlüklerini anlatmaya ne kalem ne kağıt yetmeyeceği için, Necip Fazıl ise zaten özgürce yazmayı hakketmediğinden onlardan bahsetmeyeceğim ama her filmini yüzlerce kez seyrettiğimiz Hababam Sınıfının yazarı Rıfat Ilgaz’ın özgürlüğüne biraz daha devam edeceğim.
Rahmetli o kadar özgürdü ki Hababam Sınıfı film olarak piyasaya çıktığında gözlerine inanamadı ve ‘’ Bunu ben mi yazdım?’’ Diye sordu. Ama değiştiremedi de. Millet de Hababam sınıfını hep filmdeki gibi bir şey sandı yıllardır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.