Hakikat
Hakikat… Karanlık bir kuyuda sırrı aramaya benziyor, bulunmuyor kolaycasına. Dokunuyoruz yalnızca, ne göz görüyor ne de kulak işitiyor. Hissi, soğukluk, sertlik ve belki de yaşlık… Hangi bilgiyi öğrenirsen öğren bunu anlamaya kafi değil yaşlılık.
Kuyu bir şehir oluyor, dünya oluyor yahut kainat… Hakikati aradıkça, ufkumuzu genişlettikçe, güneşten ve aydan aydınlatır diye medet umdukça… Hayal kırıklıkları içinde kalıyoruz. Taş hakikat desek, ufalanıyor… Pürüzsüz deniz desek dalgalanıyor. Güneş ve ay desek ya bulutlarla ya da gece gündüzle kayboluyor.
Var olana bakıyoruz, sürekli şekil değiştiriyor. İnsan bile gerçek dediğinden kaçıp yalana sarılıyor. Biraz zorlasa sebep ne olsa vücudu dayanamıyor, bayılıyor. Hani hakikat desem ki Kur’an, iman olmayınca onun mucizesini çürütmek için nedenler sıralanıyor. İnsan da ben var, nefis var, ego var. Hem hakikati arıyor hem de onu yalanlıyor.
Yemek yiyoruz, nereye gidiyor düşün işte, hakikat. Hasta olanın bunu düşünmediği bir gerçek. O hakikatın bize yansıması hastalık oluyor. Hakikatı bilmemek de bize zarar veriyor. Bu zarardan kurtulmak içn onu bulmalıyız da… İşte ilahi kitap bu hakikatleri yazmış. Biz onu ararken beleşine insanlığa anlatmış… Ama kabul edebilsek, eden ne kadar az! Yarattığı insanı bilen, onun ihtiyaçlarını da biliyor. En doğruyu bulması için, üstelik Arşimet gibi bir ömür gözlem yapmasına gerek kalmadan Hakikatı bulması için yol gösteriyor.
Hakikat, sanal içinde değil, gözün gördüğü kulağın duyduğu fiziksellik içinde de değil, hakikat Allah’ı tanımaya çalışanın zihninde… Hakikat bu dünyada sadece ölümün içinde. Öldükçe dirilen doğa, öldükçe gelen nesillerin öncekilerin mirasına konması ile “oku” emrine emanetler. Ancak akılları, ben bilirim ve bulurum ile öncekilerin hatalarını tekrar etmekle geçen ömürleridir. Hakikat yalnızca ölüm ağacıdır, bir de ölümü yaratan Rabbimize kulluğumuzdur. Sürekli ölen ve şekil değiştiren hakikat olur mu, söyleyin… Aynadan yansıyan sanalsa, biz ona nasıl gerçek deriz ki? Bizim gördüğümüz her baktığımızda değişiyorsa, bizim tenimizde hakikat değildir.
Hakikati ölünce anlayacağız. Ancak onu gördüğümüzde dünyaya geri dönüş yok… Bambaşka beden, bambaşka kimlik, sorgu ile nihayete erecek. O zaman anlayacağız ki, boşa bir ömür ile olmayan hakikati aramak olmuş. Tek hakikati görememekten neler kaybetmişiz. Var dediklerimiz aslında yokmuş, aldanmış ve aldatılmışız. Peki suçlu kim ki?
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.