- 730 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
SİHİRLİ YEMENİ
Sıladaki ana ocağından geriye
Ne sabah ezanında mayalanmış Arnavut hamuruna saman yanığı işkefe sacının en temiz karası bulaşmış soğan pidesinin kokusu kaldı ,
Ne de ekmek evinin üzerinden dalları sarkan yedi-veren dut yaprağıyla yanıbaşındaki yeşil eriğin dallarının selamlaşma hışırtısı duyuluyor artık.
Ocağa adını veren koskoca bir mahallenin ’kadın ana’ sından da
Maltepe’sini, elinde tuttuğu yanık dal ucuyla ateşledikten sonra tek gözünü kapatarak ’uyandın mı Ali’m?’ diyen o melekten geriye
Yığılı tümsek şeklinde bir toprak kümesi ve gösterişsiz bir mermer taşı gölgelenir şimdi iğde dalları altında.
Benim de bir annem vardı...
Hiç mi uyumazdı, hiç mi yorulmazdı bilmezdim. Ama emindim ki hep başkaları yorulmasın diye yorulur, başkaları uyuyabilsin diye uyumaz, başkaları gülebilsin diye ağlardı hep.
Evet, sanırım ağlardı. Hayır eminim, ağlardı.
Bir keresinde gözleri bulutlanmış bir biçimde
Elindeki yarım bardak çayı ve sigarasıyla sobelemiştim de büzüştüğü yerelması çiçeklerinin arkasında, suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi sıçramıştı beni görünce.
Bizim zamanımızda, şımarık çocukluk icat edilmemişti henüz.
Tabakta kalan yarım yemeğimizin arkamızdan ağlayacağı yalanını duyanımız da, lokmasını yarım bırakanımız da yoktu.
Yarımımızı bölüşür, yarınımızı hayal eder gülüşürdük.
Bizim arkamızdan anamız ağlardı yüzümüze gülenlerin aksine.
Melekler ağlar mıydı, bilmiyordum ama eğer ağlıyorlarsa bahse girerim böyle ağlıyorlardı. Ayaklarının altından cennet ırmakları akan bir insanın, gözlerinden akana isim koyacak yaşta değildim henüz.
Ürperdi beni görünce.
Gözlerindeki bulanıklığın sebebini sorduğumda, kaybettiğine kendisini bile inandırdığı tek küpesini arayan bir abartılı telaşla ’körolasıca tavuklar menekşelerimi ezmişler’ diye başından savmıştı beni.
Savılırdım ben hep...
O kadar benimsedim ve o kadar doğal gelmeye başladı ki baştan savılmak, hayatım boyunca ’anamdan yadigardır’ diyerek hoş gördüm başından savmaya çalışanları.
Anamdan emdiğim süt burnumdan geldi de sonraki senelerde, gelmedi bu baştan savlmaların ve başa savrulmaların sonu..
Küçücük bir karına sığanların dünyadan nasıl taştıklarını hayretle izledim kısacık ömürde.
Sahi, annem diyordum...
Üzerinde eflatun papatya desenleri olan, iğne oyalı yeşil bir yemeni kokusuyla karşılarım her yıl Nisan ayını.
İkimizden başkası baktığı zaman beyaz görünen, ama aslında üzerinde eflatun papatya desenleri olan, iğne oyalı yeşil bir yemeniydi o,
Sihirliydi, bakmayın yemeni dediğime.
Aklımın yettiğinden beridir birçok olağanüstü, sıradışı kerametlerine şahidim o yemeninin ben.
Bana kalan tek mirası o olmuştu. Zaten benim gözümde en kıymetli mal varlığı da o yemeni ve bir de tek küpesiydi.
Evet tekti küpesi, aynen kendisi gibi.
Küpenin hikayesi apayrı ama ben beyaz gibi görünen yemeniden, (yemin ederim ki üzeri eflatun papatya dolu o yeşil renkli ve iğne oyalı) kahkül seccadesinden bahsetmek isterim.
Daha 7-8 yaşlarındaydım sanırım. Mahallede top oynamışız dizimin birisi olduğu gibi yüzülmüş.
Eve geldiğimde ses çıkarmadan önce onun yanına gittim arka bahçeye.
O saatte ya ineklerimizin bakımını yapıyordur zaten, ya da çok sevdiği yerelmalarını suluyordur üç yerden eklemeli hortumuyla.
Ahırda, Yıldız isimli buzağımızın tüylerini tarıyordu, yeni sağdığı Yıldız dananın annesine nazire yaparak.
Dizimi gösterdim bir sırrımı fısıldar gibi.,
Baktı yaraya ve ’bir şey yok be çocuğum onda. Şimdi biraz Arko süreriz, bağlarız hemen geçer’ dedi soğukkanlı taklidi yaparak.
Sesindeki titreklik ve gözbebeklerindeki büyüme metanetini yalanlıyordu.
Arkasını döndü, eflatun papatyanın yaprağına sildi bir gözünü. Ciğerden taşan bir gözyaşı hışırtısı duydum o yaşta.
Ağla/ya/madı garibim. Ben çıkana kadar en azından... Gerisinin yalan ağladığına dair aldığım en sağlam kopyaydı gördüğüm.
’Sen eve çık, geliyorum ben’ diyerek savuşturdu yine beni.
Merdivenleri adımlarken topallayarak çıkardığım çedik seslerine karışan uyumsuz ritimli gümbürtü de neydi ki?
Annem ineklerine hiç vurmazdı, gözü gibi severdi onları ama bu döşe inmiş yumruk sesi kaç oktavdı?
Bir sitil süt karıştı sonra yerdeki tezeklere. Yıldız sütünü içmişti iyiki.
Hayır, elleri titrememişmiş, dizlerinin bağı çözülmemişmişti güya.
Çocuklar bazen olmamış şeyleri olmuş gibi anlatmaya bayılırmıştı. Çocukmuştum, olamayacağım kadar hem de.
Zaten ineğin de kuyruğu batmışmıştı süt sitilinin içine. Hem bugün bir tuhaf kokuyormuşmuştu süt. Yıldız dana bile içmek istemişmişti sütü.
Kaymıştı sonra danamız. Kuyruksuz yalanın aksine, kuyruklu Yıldız kaymıştı da, ben süte bulanmış bir tezek tutmuştum dilek niyetine.
(Hiç gerçekleşmemişti o dilek.)
Bahçeye bakan büyük salonda gerçekleşti ANAstezi...
Uyutmadan, uyuşturmadan. Birkaç ana duası narkoz olmuştu da sancısız geçmişti operasyon.
İki saate kalmamış, hemen geçmişti acısı dizimin. Fısıltılardan ağırlaşan gözkapaklarım kapanırken tıpta bir devir açılıyordu sadece ikimizin bildiği.
Hipokrat, yeşil yemenideki papatyalar arasında eflatun deneyler yapıyordu ve biz onun bilmediği yeminler ediyorduk ANA dilimizde.
O gün ve sonraki günlerde her derdimin dermanı olmuştu o yemeni.
Siz aldanmayın beyaz göründüğüne. Çocuklar yalan söylemez, yemin ederim üzerinde eflatun papatyalar olan, yeşil ve iğne oyalı bir yemeniydi işte.
Burkulmaya, kırığa, çıkığa, morartıya, abartıya, düş ağrısına, can acısına, vicdan azabına, insan gazabına,..
Her yaşımda, her derdime Arko sürülmüş yeşil yemeni yetişti vizite ücreti ben doğarken ödenmiş.
Sonra bir gün duydum ki, annem içinde hortlayan amansız yaraya Arko sürmemiş.
Başına keçik ettiği yemenisini saramamış yaralarına da, telafisiz yaralar yaratmış yarıda kalacak ömrüne.
Ameliyat olsa milyonda bir umut, biraz daha can çekişirmiş eflatun papatyalar.
Seviyormuş, sevmiyormuş... Yaşarmış, yaşayamazmış diye, ciğerimi yolarak gizledim altı ay yaşarmış gözlerimi.
Kanun değişmeyecek, ecel kazanacak ve ben kaybedecektim. Arko ayıp edecekti...
Hipokrat’a olan güvenimi sütlü tezekle sıvadım o günden sonra.
Tıp oynuyorum kendimle anneden söz açılınca.
Uzun süren bir hastalık sürecinden sonra, şehir dışındayken almıştım kara haberi.
Kurban bayramına dört gün kalmıştı. O bayram annem 4 koç beğenmişti, kararsızdı hangisini seçeceği konusunda.
İki gün önce konuşurken ’Ali’m burgulu boynuzlu beyaz olanı ben seçtim babana söyle, ona göre vekalet işlerini halletsin’ demişti.
Oysa yedi kurbanlığın dördü kendisi için getirilmiştizaten, o özellikle beyaz koçu seçmişti.
Vefatından dört gün sonra 1998 kurban bayramında, o koçun gözlerini bağlamıştım sihirli tülbentle.
O herkesin beyaz zannettiği, ama gözüm önüme aksın ki üzerinde eflatun papatyaların olduğu iğne oyalı yeşil yemeni ile.
Gıkı bile çıkmadan çıktı canı hayvanın. Acısız, belki de kansız...
Gününün yarıdan fazlasını geçirdiği ekmek evinin tandırı altına gömmüştüm bir poşet içerisinde o yeşil yemeniyi.
Ne zaman memlekete yolum düşse, o tandırın küllerini eşeler, bulup çıkartır ve ağrıyan yanlarıma sürerdim gizli saklı.
Senede bir uyguladığım o küllü kürle ayakta kaldım senelerce.
Birkaç yıl önce, bizlere sürpriz olsun diye oraya habersizce yıkım makinalarının girip, HER ŞEYİ yıktığını haber aldım.
Sürpriz olmuştu!..
Şimdi düşlerimde bir dozerin paslı kıskacı arasında küllü bir poşet sallanır sürekli.
Ekmek evinin olmayan yeşil perdesini aralar, saman yanığına karışmış Arnavut böreği tılsımı ararım sisler arasında.
Artık rengi başka, papatyası başka, oyası başka yemeniler sararım yaralarıma da, banamısın demez.
Nicedir o bahçede ne erik dalları cilve yapıyor yanı başındaki kış armuduna,
Ne de tavuk kümesinin üzerindeki elmalar yandaki boş arsaya döküyor meyvalarını.
Çok özledim be anne... Kutlu olsun anneler günün e mi?
Bir Maltepe borcum var sana ameliyattan çıktığında sözünü vermiştim hani
Tandırdan tutuşturulmış bir odun parçasıyla yakıp getireceğim yanına, SÖZ !..
İğne oyalı, eflatun papatyalı, yeşil bir yemeniye sarılmış bir küpenin tekiyle birlikte.
Ali ERDİNÇ
YORUMLAR
Anneler böyledir işte dedirten
Yürek yakan bir yazı
Ölmüş tüm annelerin Mekanları cennet olsun
Bir anne özlemi anca bu kadar güzel anlatılabilir di
Nice saygılarımla
AliERDİNÇ
Dün, okumak için açtım, ama yarım bırakmak zorunda kalmıştım. Şimdi acıyla, hayranlıkla tamamladım...
Özel günlerle ilgili yazı ve şiirlere karşı biraz soğuğum. Paylaştığınız gün, gözümden kaçmış olmasını buna bağlıyorum.
“Hiç rastlamadım bu kadar güzel bir yazıya” desem, inanın abartmış olmam. Önceki yoruma katılıyorum; bu bir “başyazı”!
Ve özür borçluyuz, o gün burayı, bu kadar ıssız bıraktığımız için!..
Saygıyla çok! Çok hayranlıkla!
AliERDİNÇ
Bir Eflatun Ölüm
Ali bey yazıdaki "Yıldız dana bile içmek istemişmişti sütü." cümlesindeki istemişmişti sözcüğü istememişmişti olacaktı sanırım.
Bu harika yazıya minik bir tashih bulmuşsam çok sevinirim.
AliERDİNÇ
Çok anne yazısı okudum bu güne kadar, başyazı bile okumuştum belki. En başyazıyı yazmışsınız. Her kurban bayramında bir tane de böyle değerli yazıları yazabildiğiniz için kurban kesmelisiniz şükür niyetine, şımarmadan tabi....