- 536 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kahrolsun Yoksulluk
Saat on sularıydı. Hava oldukça serindi. Ağabeyimle köyün yamacında davarın yanındaydım. Mehmet ağanın orada görünen tarlasına nohut ekmiştik yarıcı olarak. Baktım ki Mehmet ağanın kızları nohutları yolup yolup atıyorlar. “Abiciğim, bu kızlar niçin ekine zarar veriyorlar?” dedim. Abim “boş ver, aldırma.” dedi. Ekine doğru koştum. Küçük kızları azarladım. Kızlar köye doğru koşup gittiler, ben tekrar abimin yanına döndüm. Beş dakika geçmeden kızlar tekrar gelip nohudu yolmaya ve çevreye atmaya başladılar. Çağırdım, bağırdım olmadı. Dayanamadım, koştum, her birisine birer sille vurdum. Kızları dövdüğümü gören abim bir dakika içinde kan ter içinde yanıma geldi. Abim yakama yapıştı, beni sarstıkça sarsıyordu. Sarsıntı neticesinde bitkin düşmüştüm. Abimin yüzüme indirdiği sillenin karşı dağdaki yankısıyla kendime geldim, öfkemi dışa vurdum. Coştum, çağladım.
“Ne oluyor abi, beni niye böyle dövüyorsun? Suçum ne, ne haksızlık, ne yanlışlık yaptım? Çıldırdın mı abi? Ne hıncın var benden alacak? Niye böyle kan ter içinde kalmışsın? Niye? Bütün bunlar niye?”
Abim de dolmuş ki içini dökmeye başladı: ’Ekmeğimizi elimizden aldıracaksın. Bizi işsiz, yolsuz, yoksul bıraktıracaksın. Yolsuz, yoksul kalan beni, seni, annemi, babamı ve küçükleri ne yaparım? Bizi sokağa dökmekten ne kazanacaksın? Hiç yapmadığımız dilenciliği de mi bize yaptıracaksın? Ekmek kapımızı, geçim kapımızı kapattın kardeşim. Yırtınmaktan usanmışız, bitmişiz zaten. Ekmeğimizin elimizden alınacağından korktuğum için seni dövdüğümden dolayı beni affet. Beni anla kardeşim. Biz Mehmet ağanın tutsakları, köleleri sayılırız. Bu böyle gelmiş, böyle gider. Mehmet ağa isterse bizi güldürür, isterse öldürür. O ne derse biz yapmak zorundayız. Bunu yapmazsak katığımız, ekmeğimiz kesilir, hayatımız zorlaşır. Karın tokluğuna da olsa, sürünerek yaşasak da ağaya tutsaklık yapmak zorundayız. Ağanın dediğini yapmazsak açlıktan ölüme mahkûm oluruz. Kim bize iş verir ki? Kim kapımızı açar, bize ekmek verir ki? Kim midemizdeki burguyu dindirir ki? Söylesene, söylesene, söylesene...” dedi ve hıçkırmaya başladı.
Zaten ben çoktan ağlamaya başlamıştım. Biteviye hıçkırıyordum. Ağlaya ağlaya gözlerim kan çanağına dönmüştü. Ağabeyimle sarıştık, Birbirimizin göğüslerini ıslattık göz yaşlarımızla...... Ve ağlaya ağlaya kahrettik yoksulluğa, hepsinden çok da bozuk düzene..
1969
İsmail Cömertoğlu